Agah Özgüç – Arkadaşım Yılmaz Güney

Bir okuru, Mehmet Kemal’e soruyor: “Yılmaz Güney, bizim ölümüz değil miydi?” Ünlü yazar, söz konusu soruya, Bu Darbeler Kimin İçin adlı kitabında şu yanıtı veriyor: “Yılmaz Güney, sadece bizim ölümüz değil, dirimizdi de…” Ne yazık ki, Mümtaz Soysal’ın “Mezar Taşı Yazmak Zordur” adlı yazısında, “Türk sinemacılığını dünya düzeyinde tanıtıp Altın Palmiye’ye kadar tırmanan bir sinema dehası” diye tanımladı¬ ğı Yılmaz Güney’in dirisine değil, “ölü”süne bile sahip olama¬ dık… Çünkü “kötü kaderi’nin taktığı çelmeyle, ya da özel ya¬ şamındaki bir dizi “yanlışlığı” yüzünden “vatansız” bir sanat¬ çı olarak yabancı topraklarda can verdi Yeniceköylü Yılmaz Gü¬ ney. Adana’nın Yeniceköyü nerede, Paris’teki Pere Lachaise Me¬ zarlığı nerede? Hey gidi “kara yazgılı Yılmaz Güney” hey… HALK SANATÇISI 9 Eylül 1 984 yılında “kaçak’ ‘ bir Türk sinemacısı olarak ya¬ şadığı sırada Paris’te kanserden ölen Yılmaz Güney, bir sol¬ cu, bir Marksist, ya da Kürtçü müydü? Sanatçının tüm siyasal BAŞLARKEN Bir okuru, Mehmet Kemal’e soruyor: “Yılmaz Güney, bizim ölümüz değil miydi?” Ünlü yazar, söz konusu soruya, Bu Darbeler Kimin İçin adlı kitabında şu yanıtı veriyor: “Yılmaz Güney, sadece bizim ölümüz değil, dirimizdi de…” Ne yazık ki, Mümtaz Soysal’ın “Mezar Taşı Yazmak Zordur” adlı yazısında, “Türk sinemacılığını dünya düzeyinde tanıtıp Altın Palmiye’ye kadar tırmanan bir sinema dehası” diye tanımladı¬ ğı Yılmaz Güney’in dirisine değil, “ölü”süne bile sahip olama¬ dık… Çünkü “kötü kaderi’nin taktığı çelmeyle, ya da özel ya¬ şamındaki bir dizi “yanlışlığı” yüzünden “vatansız” bir sanat¬ çı olarak yabancı topraklarda can verdi Yeniceköylü Yılmaz Gü¬ ney. Adana’nın Yeniceköyü nerede, Paris’teki Pere Lachaise Me¬ zarlığı nerede? Hey gidi “kara yazgılı Yılmaz Güney” hey… HALK SANATÇISI 9 Eylül 1 984 yılında “kaçak’ ‘ bir Türk sinemacısı olarak ya¬ şadığı sırada Paris’te kanserden ölen Yılmaz Güney, bir sol¬ cu, bir Marksist, ya da Kürtçü müydü? Sanatçının tüm siyasal düşünceleri konumuzun dışında kalıyor. Onun bu çalkantılı po¬ litik dünyasını elbette bir gün gelecek, siyaset tarihçileri yargı¬ layacak. Bu bizim işimiz değil… Bize göre, bir sinemacı olarak “halk sanatçısı “dır Yılmaz Gü¬ ney. Ve bu gerçeği Kemal Tahir, şu sözleriyle ne güzel vurgu¬ lar: Yılmaz Güney, gerçekten halktan yetişmiş, halkın bir şeyi nasıl görmek istediğini belki derin ilmiyle değil, ya¬ şantısıyla bilen bir halk sanatçısıdır. Böyle sanatçılar¬ dan, bir aydın olarak benim öğrenecek çok şeylerim ol¬ duğuna inanıyorum. ÜÇ SİNEMA ADAMINDAN BİRİ İşte, 1963 yıllarında tanıdığım Yılmaz Güney’i, birlikte geçir¬ diğimiz günlerin, gecelerin anılarından oluşan bir yaşamı ve gi¬ derek Yeşilçam sokaklarında nasıl devleştiğini gözler önüne ser¬ meye çalışacağım bu anılarımda. Kimi zaman sürekli, kimi za¬ man kopuk kopuk bir arkadaşlık sürdürdüğümüz Güney’in ya¬ şamı, eibette uzaktan izlendiği gibi değildir. Hele, Âttila İlhan’¬ ın o güzel deyimiyle “barlarda, içki masalarında laf üretip, va¬ kit tüketen aydınlar”ın bakış açılarıyla görüldüğü gibi hiç değil. Çünkü “yaşayan bir lümpen” yaşamayan bir aydından çok daha hayat dolu ve üstelik gerçekçidir. İşte, 47 yıllık yaşamının bü¬ yük bir bölümü “mapushane damlan” altında geçen Yılmaz Gü¬ ney, özel yaşamındaki “duygusal yanlışlıkları” bir yana, Türk sinemasının “belkemiği”ni oluşturan organlardan biridir. Me¬ tin Erksan ve Lütfi Akad’la birlikte üzerinde durulması gereken “üç sinema adamı “ndan biridir de ayrıca.


İSYANKAR, AMA SAYGILIYDI DA Türk sinemasının, gölgesi yüzüne vuran dolma burunlu, kav¬ ruk yüzlü “hırçın çocuk”u Yılmaz Güney’le olan dostluğumun günlüğünü tutmadığım için şimdi çok hayıflanıyorum. Çünkü 1 963 yıllarında ‘ ‘ İkisi de Cesurdu ‘ ‘yla oyunculuğunu benim keş¬ fettiğim, 1968’lerde ise Sinematek Derneği’nin yönetmenliğini Seyyit Han’la keşfettiği Yılmaz Güney için, bu büyük bir eksik¬ lik belki… Silaha ve kumara tutkun, isyankâr; ama bu kusurla¬ rının yanı sıra önünüzde düğme ilikleyecek kadar da saygılı, ki¬ bar ve duyarlı bir kişiliğin sahibi olan Güney’i inkâr etmek, ya¬ şamdan dışlamak da elbette mümkün değil. Çünkü halkın bağ8 nnda yaşayıp efsaneleşen bir sinemacının kusurları bir ölçüde düşünceleri konumuzun dışında kalıyor. Onun bu çalkantılı po¬ litik dünyasını elbette bir gün gelecek, siyaset tarihçileri yargı¬ layacak. Bu bizim işimiz değil… Bize göre, bir sinemacı olarak “halk sanatçısı “dır Yılmaz Gü¬ ney. Ve bu gerçeği Kemal Tahir, şu sözleriyle ne güzel vurgu¬ lar: Yılmaz Güney, gerçekten halktan yetişmiş, halkın bir şeyi nasıl görmek istediğini belki derin ilmiyle değil, ya¬ şantısıyla bilen bir halk sanatçısıdır. Böyle sanatçılar¬ dan, bir aydın olarak benim öğrenecek çok şeylerim ol¬ duğuna inanıyorum. ÜÇ SİNEMA ADAMINDAN BİRİ İşte, 1963 yıllarında tanıdığım Yılmaz Güney’i, birlikte geçir¬ diğimiz günlerin, gecelerin anılarından oluşan bir yaşamı ve gi¬ derek Yeşilçam sokaklarında nasıl devleştiğini gözler önüne ser¬ meye çalışacağım bu anılarımda. Kimi zaman sürekli, kimi za¬ man kopuk kopuk bir arkadaşlık sürdürdüğümüz Güney’in ya¬ şamı, eibette uzaktan izlendiği gibi değildir. Hele, Âttila İlhan’¬ ın o güzel deyimiyle “barlarda, içki masalarında laf üretip, va¬ kit tüketen aydınlar”ın bakış açılarıyla görüldüğü gibi hiç değil. Çünkü “yaşayan bir lümpen” yaşamayan bir aydından çok daha hayat dolu ve üstelik gerçekçidir. İşte, 47 yıllık yaşamının bü¬ yük bir bölümü “mapushane damlan” altında geçen Yılmaz Gü¬ ney, özel yaşamındaki “duygusal yanlışlıkları” bir yana, Türk sinemasının “belkemiği”ni oluşturan organlardan biridir. Me¬ tin Erksan ve Lütfi Akad’la birlikte üzerinde durulması gereken “üç sinema adamı “ndan biridir de ayrıca. İSYANKAR, AMA SAYGILIYDI DA Türk sinemasının, gölgesi yüzüne vuran dolma burunlu, kav¬ ruk yüzlü “hırçın çocuk”u Yılmaz Güney’le olan dostluğumun günlüğünü tutmadığım için şimdi çok hayıflanıyorum. Çünkü 1 963 yıllarında ‘ ‘ İkisi de Cesurdu ‘ ‘yla oyunculuğunu benim keş¬ fettiğim, 1968’lerde ise Sinematek Derneği’nin yönetmenliğini Seyyit Han’la keşfettiği Yılmaz Güney için, bu büyük bir eksik¬ lik belki… Silaha ve kumara tutkun, isyankâr; ama bu kusurla¬ rının yanı sıra önünüzde düğme ilikleyecek kadar da saygılı, ki¬ bar ve duyarlı bir kişiliğin sahibi olan Güney’i inkâr etmek, ya¬ şamdan dışlamak da elbette mümkün değil. Çünkü halkın bağ8 nnda yaşayıp efsaneleşen bir sinemacının kusurları bir ölçüde Agâh Özgüç, Yılmaz Güney’le. bağışlanabilir.

Hele Türk sinemasını tüm dünyaya tanıtan bu kişi Yılmaz Güney olursa… İşte, 20 yıllık bir dostluğun ve bu süre” içinde meydan? gelen kavgaların, aşkların, çeşitli olayların üzerine kurulu hareketli bir öykü izleyeceksiniz bu anılarda. Son derece yalın bir Yılmaz Gü¬ ney gelecek gözlerinizin önüne. Her şey, nasıl yaşadıysa, öy¬ le… Yani, kesinlikle abartının tuzağına düşmeden anlatmaya ça¬ lıştığım “Ölümsüz” bir “ölü”nün öyküsü bu. Agâh Özgüç, Yılmaz Güney’le. bağışlanabilir. Hele Türk sinemasını tüm dünyaya tanıtan bu kişi Yılmaz Güney olursa… İşte, 20 yıllık bir dostluğun ve bu süre” içinde meydan? gelen kavgaların, aşkların, çeşitli olayların üzerine kurulu hareketli bir öykü izleyeceksiniz bu anılarda. Son derece yalın bir Yılmaz Gü¬ ney gelecek gözlerinizin önüne. Her şey, nasıl yaşadıysa, öy¬ le… Yani, kesinlikle abartının tuzağına düşmeden anlatmaya ça¬ lıştığım “Ölümsüz” bir “ölü”nün öyküsü bu. **m -% Arkadaşım YILMAZ GÜNEY Yılmaz Güney’le arkadaşlığımız 1963 yıllarında başlar… Elbette Adanalı Yılmaz Pütün’ün oyuncu olarak sinemaya adımlarını attığı tarih, bu değildir. Gerçek soyadı Pütün’ü, 1958 yıllarında sinema oyunculuğuna başladığında Güney olarak değiştirmiştir. Onu, – 1 958’lerde daha çok Atıf Yılmaz’la Halit Refiğ tanır.Çünkü Güney, ilk filmini Bu Vatanın Çocukları adıyla Atıf Yılmaz’ın yönetiminde çe¬ virmişti. Bu ilk başrol oynadığı filmdir. Aynı zamanda senaryoya da katkıları olmuş, hattâ Atıf Yılmaz’la birlikte yazmışlardır. Daha sonra gene Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ala Geyik’te hem başrol oynamış, hem de bu kez sinema eleştirmeni Halit Refiğ ‘le filmin senaryosunu yaz¬ mıştır.

Aynı üçlü çalışmaya, Bu Vatanın Çocuklarıma devam eder. Atıf Yılmaz yönetir, Halit Refiğ asistanlık yaparken, Güney’le bera¬ ber yine senaryo çalışmalarına katılırlar… Gruba, yıllar sonra yönet¬ men olan dekoratör Duygu Sağıroğlu da belli bir süre için katılacak¬ tır… İşte, Yılmaz Güneyin Yeşilçam macerası böyle başlar… KİMSENİN HATIRLAYAMADIĞI BİR İŞÇİ ÇOCUK Ama, bu “başlangıç”ın bir öncesi daha vardır ki, Yılmaz Güney’- in sinemaya olan sevgisi, asıl o günlerde yeşerir ve giderek Çukuro¬ va ‘daki ekinler gibi boy atar. Güney; And Film, Kemal Film ve Dar Film şirketlerinin Adana’daki şubelerinde çalışır. Depoculuk yapar. Teneke film kutularını çelimsiz vücuduyla sırtlayıp sinema sinema do- 11 Arkadaşım YILMAZ GÜNEY Yılmaz Güney’le arkadaşlığımız 1963 yıllarında başlar… Elbette Adanalı Yılmaz Pütün’ün oyuncu olarak sinemaya adımlarını attığı tarih, bu değildir. Gerçek soyadı Pütün’ü, 1958 yıllarında sinema oyunculuğuna başladığında Güney olarak değiştirmiştir. Onu, – 1 958’lerde daha çok Atıf Yılmaz’la Halit Refiğ tanır.Çünkü Güney, ilk filmini Bu Vatanın Çocukları adıyla Atıf Yılmaz’ın yönetiminde çe¬ virmişti. Bu ilk başrol oynadığı filmdir. Aynı zamanda senaryoya da katkıları olmuş, hattâ Atıf Yılmaz’la birlikte yazmışlardır. Daha sonra gene Atıf Yılmaz’ın yönettiği Ala Geyik’te hem başrol oynamış, hem de bu kez sinema eleştirmeni Halit Refiğ ‘le filmin senaryosunu yaz¬ mıştır. Aynı üçlü çalışmaya, Bu Vatanın Çocuklarıma devam eder. Atıf Yılmaz yönetir, Halit Refiğ asistanlık yaparken, Güney’le bera¬ ber yine senaryo çalışmalarına katılırlar… Gruba, yıllar sonra yönet¬ men olan dekoratör Duygu Sağıroğlu da belli bir süre için katılacak¬ tır… İşte, Yılmaz Güneyin Yeşilçam macerası böyle başlar… KİMSENİN HATIRLAYAMADIĞI BİR İŞÇİ ÇOCUK Ama, bu “başlangıç”ın bir öncesi daha vardır ki, Yılmaz Güney’- in sinemaya olan sevgisi, asıl o günlerde yeşerir ve giderek Çukuro¬ va ‘daki ekinler gibi boy atar. Güney; And Film, Kemal Film ve Dar Film şirketlerinin Adana’daki şubelerinde çalışır. Depoculuk yapar.

Teneke film kutularını çelimsiz vücuduyla sırtlayıp sinema sinema do- 11 Sırtında film kutularını taşıdığı yıllarda, sinema tutkunu bir delikanlı… 12 (aştırır. Adana sinemalarında oynayan filmlerin ayrıca koca panola¬ rını omuzlayarak sokaklarda, caddelerde çığırtkanlık yapan Güney, bu işler için sekiz lira yevmiye alır. Güney’in o günlerde panosunu sırtında taşıyıp unutamadığı filmlerden biri, Ayhan Işık’ın başrolünü oynadığı Kanun Namına ‘dır. Ve ünlü bir sanatçı olduktan sonra, Ke¬ mal Film şirketi sahibi Osman Seden’e yazıhanelerinde çalıştığını söy¬ lediği zaman, o boynu bükük, içine kapanık, ezik çocuğu Seden hatırlayamaz. Yılmaz Güney; Fikret Hakan gibi Türk sinemasının eli kalem tutan oyuncularından biridir. Ne garip, Anadolu’da yayimlanan bölgesel edebiyat dergilerinde Güney’in Yılmaz Pütün adıyla öyküleri yer alır¬ ken, ben de 1 958’li yıllarda aynı dergilere şiirler yazıyordum. Ve bir¬ birimizi tanımadan Adana’da Salkım ve izmir’e bağlı Seferhisar’da çıkan Nasır dergilerinde imzalarımız, sanıyorum ki yan yana düşmüşSırtında film kutularını taşıdığı yıllarda, sinema tutkunu bir delikanlı… 12 (aştırır. Adana sinemalarında oynayan filmlerin ayrıca koca panola¬ rını omuzlayarak sokaklarda, caddelerde çığırtkanlık yapan Güney, bu işler için sekiz lira yevmiye alır. Güney’in o günlerde panosunu sırtında taşıyıp unutamadığı filmlerden biri, Ayhan Işık’ın başrolünü oynadığı Kanun Namına ‘dır. Ve ünlü bir sanatçı olduktan sonra, Ke¬ mal Film şirketi sahibi Osman Seden’e yazıhanelerinde çalıştığını söy¬ lediği zaman, o boynu bükük, içine kapanık, ezik çocuğu Seden hatırlayamaz. Yılmaz Güney; Fikret Hakan gibi Türk sinemasının eli kalem tutan oyuncularından biridir. Ne garip, Anadolu’da yayimlanan bölgesel edebiyat dergilerinde Güney’in Yılmaz Pütün adıyla öyküleri yer alır¬ ken, ben de 1 958’li yıllarda aynı dergilere şiirler yazıyordum. Ve bir¬ birimizi tanımadan Adana’da Salkım ve izmir’e bağlı Seferhisar’da çıkan Nasır dergilerinde imzalarımız, sanıyorum ki yan yana düşmüş- tû. O yıllarda biz, şiiri Attilâ İlhan’la sevmiştik… Gençlik yıllarında hep onun etkisinde kaldık… Gazeteciliğe başladığımız yıllarda, şim¬ di film yapımcısı olan Kadri Yurdatap’ın yayımladığı Sinema Dergisi’nde Türkân Şoray’la, Leyla Sayar’la yaptığımız röportajlar hep Attilâ İlhan kokardı. O şiirsel anlatım biçimleriyle, röportaj değil, sanki öy¬ kü denemeleri yapıyorduk…

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir