Bağdat’ta Dicle Otelinin holünde bir hemşire oturmuş mektup yazıyordu. Dolma kalemi kâğıdın üzerinde hızla kaymaktaydı. «… İşte şekerim, bütün haberler bunlar. Doğrusu dünyayı dolaşıp görmek hakikaten hoş oluyor. Fakat Bağdat’ın Binbirgece masallarmdaki gibi romantik bir yer olduğunu sanma. Tabiî nehrin kenarı pek hoş. Binbaşı Kelsey beni çarşıya da götürdü. Orası hakikaten pek ilgi çekici bir yer. Dr. Reilly’nin bahsettiği işten bir netice çıkarsa bunu sana yazarım. Doktor, o Amerikalı beyin bu ara Bağ-dat.ta olduğunu ve bu akşam üzeri gelip beni göreceğini söyledi. Onun karısına bakacağım ben. Dr. Reilly’nin söylediğine göre kadının bazı ‘evhamları’ varmış.
Dr. Reilly, başka bilgi vermedi. Tabiî ben bu ‘evhamların’ ne mânâya geldiğini anladım. (Ama bunlara alkolizmin sebep olmadığını umarım!) Tabii Dr. Reilly bu konuda bir şey söylemedi ama yüzünde acayip bir ifade vardı. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi? Bu Dr. Leidner bir arkeolog. Amerikan müzelerinden birinin adına çölde bir yerde kazılar yapıyor. Eh, artık mektubumu sona erdiriyorum. Gözlerinden öperim. Sevgiler. Amy Heran.» Amy Heran, mektubu zarfa koydu. Bunun üzerine Londradaki hastahanelerden birinin adresini yazdı. Hemşire, dolma kaleminin kapağını kapatırken yerli garsonlardan biri yanına yaklaştı.
— «Dr. Leidner adında bir bey sizi görmek istiyor.» Hemşire Heran, döndü. Biraz üeride omuzları hafifçe düşük, orta boylu, kahverengi sakallı, yorgun, müşfik: bakışlı bir adam duruyordu. Dr. Leidner’di bu. Arkeolog da dikkatle hemşireyi süzüyordu. Amy Heran otuz beş yaşlarında, dimdik, kendinden emin tavırlı, uysal yüzlü, hafifçe patlak mavi gözlü, parlak kahverengi saçlı bir kadındı. Dr. Leidner, «Tam sinirli bir kadına bakacak bir hemşire,» diye düşündü. «Neşeli, sağlam, zekî ve sakin. Evet, Heran hemşire, bu işe uygun…» ? amy heran olanları anlatıyor Ben yazar olduğumu, edebiyattan anladığımı iddia edecek değilim. Bu işi Dr. Reilly istediği için yazıyorum. Nedense Dr.
Reilly sizden bir şey istediği zaman onu red edemiyorsunuz. Bu konu açıldığı zaman kendisine, «Fakat doktor,» dedim. «Benim edebiyatla” hiç bir ilgim yoktur.» Dr. Reilly, «Saçma,» diye cevap verdi. «Bir hastalık hakkında rapor yazdığınızı farzedersiniz, olur biter.» Evet, insan olaylara bu gözle de bakabilirdi. Dr. Reilly sözlerine devam etti. «Tel Yarımca olayıyla ilgili hakikatlerin olduğu gibi açıklanması şart. Eğer 2 bunu, olayla ilgisi olanlardan biri yazarsa, buna kimse pek inanmaz. Onun şu veya bu bakımdan taraf tuttuğu iddia edilir.» Tabii bu da doğruydu. Ben olaya karışmış olmakla beraber aslında bir yabancıydım. Dr.
Reilly’e sordum. «Bu işi neden kendiniz yapmıyorsunuz, doktor?» — «Ben kampta değildim. Halbuki siz oradaydınız.» İçini çekti. «Zaten kızım da olanları yazmam için izin vermiyor.» Doğrusu doktorun o küçücük kıza boyun eğmesi pek ayıptı. Az kalsın bunu da söyleyecektim. Sonra Dr. Reilly’-nin gözlerindeki muzipçe pırıltıyı farkettim. Doktorun en kötü tarafı da buydu işte. İnsan onun ne zaman şaka ettiğini, ne zaman etmediğini bir türlü anlıyamıyordu. Daima ağır ağır, âdeta hüzünlü bir tavırla konuşuyordu ama bazan gözlerinde o muzip ifade beliriveriyordu. Tereddütle mırıldandım. «Şey… Her halde bu işi yapabilirim.» — «Tabii yapabilirsiniz.
» — «Fakat buna nereden başlıyacağımı da bilmiyorum.» «Bunun için önünüzde bir sürü örnek var. Başından başlayın, sona erişince de yazıyı kesin.» Yine tereddütle, «Fakat ben olayın nereden ve nasıl başladığını da pek bilmiyorum…» — «Bana inanın Heran hemşire. Asıl başlarken değil, kitabı sona erdirirken güçlük çekeceksiniz. Daha doğrusu ben bir konuşma yapacağım zaman daima bu güçlükle karşılaşırım. Sonunda biri İrağımın kuyruğundan çektiği gibi beni yerime oturtur.» — «Şaka ediyorsunuz, doktor.» — «Bilâkis çok ciddiyim. E, teklifime ne diyorsu1UZ? Beni endişelendiren bir şey daha vardı. Bir iki daki2 — İtidüşündükten Bonra, ı¦’.«ı*.«i <i<ıklor,» dedim. «Bazan— … (jııhsiyotc dökebilirim. «Il.
ıy Allah! İşi ne kadar şahsiyete dökerseniz, o ktdtlı iyi«mı Bu insanlarla ilgili bir hikâye, kuklalarla ı. ;il İşi ;.ılısiyete dökün, — taraf tutun, — şunu bunu ¦ ¦ı.ıin -m. istediğinizi yapın. Olanları kendi görüşünüze ¦ ¦Myazın.Daha sonra hakaret davası açılmasına sebepolabilecek kısımları atarız. Siz olayı yazmanıza bakın. Aklı başında bir kadınsınız. Olanları da makûl bir şekilde anlatacağınızdan eminim.» Bunun üzerine ben de elimden geleni yapacağıma dair söz verdim. işte şimdi de hikâyeye başlıyorum. Ama doktora da söylediğim gibi yazıya nereden başlanması lâzım geldiğini bilmek hiç de kolay değil. Her halde önce kendimden bahsetmem lâzım. Adım Amy Heran, otuz iki yaşındayım.
Hemşireyim. İngiltere’de muhtelif hastahanelerde çalıştıktan sonra Mrs. Kelsey adında biriyle Irak’a geldim. Genç kadına çocuğunu dünyaya getirdiği sırada bakmıştım. Mrs. Kelsey, kocasıyla birlikte Bağdat’a gidiyordu. Oradaki ahbaplarının yanında çalışan bir dadıyı da tutmuştu. Genç kadın, biraz zayıf nahifti. Öyle küçücük bir bebekle yolculuğa çıkacağı için de çok endişeleniyordu. Bu yüzden Binbaşı Kelsey beni tuttu. Mrs. Kelsey’le birlikte Bağdat’a kadar gidecek, yolda hem çocuğa hem ona bakacaktım. Dönüş yolu için hemşire arayan birini bulamadığımız takdirde, biletimi de yine onlar alacaklardı. Burada Kelsey’leri anlatmama lüzum yok. Çocuk, pek şirin bir şeydi.
Mrs. Kelsey ise her şeyi kendisine dert eden tiplerden olmakla birlikte hayli iyi bir kadındı. Yolculuk pek hoşuma gitti. O zamana kadar böyle uzun bir seyahate çıkmamıştım. Dr. Reilly’de vapurdaydı. Siyah saçlı, uzun yüzlü bir 3 — adamdı o. Hüzünlü bir tavırla dünyanın en komik şeylerini söylemeye meraklıydı. Zannedersem doktor bana takılmaktan hoşlanıyor, — inanıp inanmayacağımı anlamak için dünyanın en olmayacak şeylerim anlatıyordu. Kendisi Bağdat’tan bir buçuk günlük mesafedeki Hasaniye’de operatörlük yapmaktaydı. Bağdat’a geldikten bir hafta sonra Dr. Reilly’e tekrar rastladım. Bana Kelsey’lerin yanından ne zaman ayrılacağımı sordu. «Heran hemşire,» dedi. «Size uygun bir iş buldum.
» — «Bir hasta mı ?» Düşünceli bir tavırla yüzünü buruşturdu. «Ona pek de hasta denemez. Biraz — ‘evhamlı’ bir kadına bakacaksınız.» — «Ya…» dedim. İnsan bunun ne mânâya geldiğini bilü. Fazla içen veya uyuşturucu maddeler kullanan kimselerden bahsedilirken böyle denilir. Dr. Reilly, fazla bügi vermedi. Bir hayli ağzı sıkı bir adamdı o. «Evet… Kadının adı Mrs. Leidner. Kocası Amerikalı, isveç asıllı bir Amerikalı. Amerikan arkeoloji heyetinin de başı. Gruptakiler Ninovaya benzeyen bir Asur şehrinin kalıntılarını ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Heyetin kaldığı yer Hasaniye’ye yakın.
Fakat orası bir hayli tenha. Dr. Leidner de bir kaç zamandan beril karısının sıhhati yüzünden endişe ediyor. Adam bu konuda belirli bir bilgi vermedi. Fakat anladığıma göre Mrs. Leidner zaman zaman, sinir krizleri geçiriyor ve şiddetli korkulara kapıhyormuş.» Sordum. «Kadın bütün gün yerlilerin arasında yalnız başına mı oturuyor?» — «Ne münasebet. Grup bir hayli büyük. Yedi sekiz kişi var sanırını. Mrs. Leidner’in evde yalnız kaldığını sanmıyorum. Fakat kadının smirlerinin iyice bozulmuş olduğumuhakkak. Leidner’in işi başından aşkm. Fakat adam 3 karısını çok seviyor.
Onun bu hali de kendisini çok endişelendiriyor. Mrs. Leidner’in yanında bilgili, işinin ehli biri bulunduğu takdirde içi rahat edecek.» — «Peki, Mrs. Leidner’in kendisi bu durum hakkında ne düşünüyor?» Dr. Reilly, ciddi bir tavırla cevap verdi. «Mrs! Leidner çok güzel bir kadın. Hemen her gün fikir değiştiriyor. Fakat genel olarak böyle birinin tutulmasına o da taraftar.» İlâve etti. «Acayip bir kadın, Mrs. Leidner. Onun bir hayli rol yaptığını ve durmadan yalan söylediğini sanıyorum. Fakat Dr. Leidner samimî olarak karısının dehşete kapılmış olduğuna inanıyor.
» — «Mrs. Leidner size ne söyledi, doktor?» — «O bu konuyu benimle konuşmadı ki. Zaten kadın benden hiç hoşlanmıyor. Bunun da bir kaç sebebi var… Bana bu plânı Dr. Leidner açıkladı. E, Heran hemşire, ne diyorsunuz? îngiltereye dönmeden önce memleketi biraz görmüş olursunuz. Kazılar daha iki ay devam edecek. Çok da ilgi çekici bir iş bu.» Bir an düşündüm. Sonra da, «Pekâlâ,» dedim. «Bu işi bir deneyeyim.» Dr. Reilly, gülümsedi. «Aferin… Dr. Leidner şimdi Bağdat’ta.
Ona gelip sizinle konuşmasını söyliyeyim. Aranızda anlaşırsınız.» Dr. Leidner o gün akşam üzeri otele geldi. Orta yaşlı, çekingen tavırlı bir adamdı. Müşfik, nazik ve biraz da âciz bir hali vardı. Karısını çok sevdiği belliydi ama durumu da açıkça izah etmedi. «Anlıyacağmız, karımın sinirleri çok bozuk,» dedi. Bir taraftan da şaşkın şaşkın sakalını çekiştirip duruyordu. Daha sonra bu hareketi sık sık yaptığına şahit oldum. O — onun için çok endişeleniyorum.» — «Fakat karınızın aslında sıhhati yerinde değil mi?» diye sordum. — «Evet, —¦ ah, evet, öyle sanıyorum. Fiziki bakımdan sağlığında bir şey yok zannederim. Fakat o — onun bazı evhamları var.
» — «Ne gibi?» diye sordum. Fakat o bu sorumu açık açık cevaplandırmayarak, şaşkın bir tavırla mırıldandı. «Ortada sebep yokken heyecanîamveriyor… Doğrusu bence ortada korkulacak bir şey. yok.». — «Karınız neden korkuyor, Dr. Leidner?» Adam, mırıldandı. «Sinir bozukluğunun sebep olduğu korkular taunlar.» — «Kadın, muhakkak uyuşturucu madde müptelâsı,» diye düşündüm. «Ama adamcağız bunun farkında değil. Bir çok erkek böyledir. Hepsi de karılarının neden o kadar sinirli olduğunu ve durup dururken somurttuklarını kendi kendilerine sorarlar.» Sonra, «Mrs. Leidner bir hemşire tutulması fikrini beğeniyor mu?» Yüzü aydmlanıverdi. «Evet… Doğrusu buna da şaştım.
Hem şaştım, hem de sevindim. Karım bunun fevkalâde bir fikir olduğunu söyledi. O zaman kendisini daha emniyette hissedeceğini açıkladı.» Bu sözler acayibime gitti… Kadın, kendisini daha emniyette hissedeceğinden bahsetmişti. Yavaş yavaş Mrs. Leidner’in bir ruh hastası olduğuna inanmaya başlıyordum. Dr. Leidner, çocuksu bir heyecanla sözlerine devam etti. «Karımla iyi anlaşacağınızdan eminim. Aslında o pek hoş ve şirin bir kadındır.» Sevimli bir tavırla gülümsedi. «Yanında olduğunuz takdirde içinin rahat edeceğini söyledi. Ben de sizi görür görmez aynı şeyi düşündüm. O kadar sıhhatli ve makul bir haliniz var ki. Tam karım Lou-ise’in istediği gibi bir insan olduğunuzdan eminim.
» Neşeyle, «Bir deneyelim bakalım. Dr. Leidner,» diye cevap verdim. «Karınıza yardımım dokunacağını umarım. Belki de o yerlilerden ve zencilerden korkuyor.» Dr. Leidner, neşeyle başını salladı. «Ne münasebeti.” Karım Araplardan çok hoşlanır. Onların sadeliklerine ve neşelerine hayrandır. Bu Louise’in burada geçirdiği ikinci mevsim. Onunla evleneli yakında iki yıl olacak. Fakat karım Arapça konuşmayı öğrendi bile.» Bir an durdum. Sonra da bir deneme daha yaptım.
«Karınızın neden korktuğunu bana anlatamaz mısınız,. Dr. Leidner?» Adam, bir an tereddüt etti. Sonra da ağır ağır, «Bunu size kendisinin söyleyeceğini umarım,» dedi. Ondan daha fazla bir şey öğrenemedim. ? /// dedikodular Ertesi hafta Tel Yarımca’ya gitmem kararlaştırıldı. O sırada Mrs. Kelsey, Alviya’da tuttukları eve yerleşmeye çalışıyordu. Ona memnunlukla yardım ettim. O arada Leidner’in kazısından da iki defa bahsedildiğini işittim. Benim Mrs. Leidner’in yanma gideceğimi duyan Mrs. Kelsey’in ahbaplarından genç bir subay, hayretle, «Güzel Louise,» diye bağırdı. «Demek onun son rolü de bu?» Bana izah etti. «Biz ona bu adı taktık, Hemşire.
Mrs. Leidner’den aramızda ‘Güzel Louise’ diye bahsederiz.» — «Demek Mrs. Leidner bu kadar güzel?» dedim. — «Kendisi öyle düşünüyor…» Mrs. Kelsey, atıldı. «Hınzırlık etme, John. Yalnız; Mrs. Leidner’in öyle düşünmediğini sen de biliyorsun. Bir sürü adam kadına hayran.» —¦ «Belki haklısın… Kadının dişleri biraz uzunca ama bazı bakımlardan da hakikaten hoş.» Mrs. Kelsey, güldü. «Ona sen de hayrandın.» Genç subay, kıpkırmızı kesildi.
«Güzel Louise insanın başım döndürmesini iyi biliyor… Dr. Leidner’e gelince, adam karısına tapıyor âdeta. Bu yüzden diğerleri de Lou-ise’e çok hayranmış gibi davranıyorlar. Çünkü buna mecburlar.» Sordum, «Arkeoloji heyetinde kaç kişi var?» Subay, neşeyle, «Grupta her milletten insan olduğunu söyleyebilirim, Heran Hemşire,» diye cevap verdi. «Bir İngiliz mimar… Bir Fransız rahip… Adam levhalardaki yazıları okuyor… Sonra Miss Johnson… O da İngüiz… Kazılarda çıkan şeyleri temizliyor… Şişman, Amerikalı bir fotoğrafçı… Sonra Mercado’lar. Onların hangi milletten oldukları belli değil. İtalyan veya İspanyol olabilirler. Mrs. Mercado bir hayli genç, — ince bir kadın. Güzel Louise’den de müthiş nefret ediyordu. Ayrıca grupta bir kaç genç de var. Hepsi bu kadar. Heyettekilerin bazıları biraz garip insanlar ama çoğu dost canlısı ve iyi. Öyle değil mi, Pennyman?» Subay, gözlüğünü dalgın dalgın elinde çeviren yaşlıca bir adama doğru dönmüştü.
Adam, «Evet, evet hakikaten iyi insanlar onlar.» dedi. «Tabiî Mercado biraz acayip—» Mrs. Kelsey, tekrar atıldı. «Adamın sakalı öyle garip ki… Acayip, cansız bir sakal…» Pennyman, genç kadım duymamış gibiydi. «Gençlerin ikisi, de dürüst çocuklar. Amerikalı olanı fazla konuşmuyor. İngiliz delikanlısı ise biraz geveze. Ne tuhaf değil mi ? Ekseri bunun tersi olur. Leidner’in kendisi de hoş bir adamdır. Gayet mütevazıdır. Ukalalık etmez. Fakat — onları son görüşümde bana bir acayiplik varmış gibi geldi. öleceksin Ölmelisin — F : 2 4 — Bunun ne olduğunu da bilmiyorum… Fakat hiç biri de öyle normal bir şekilde hareket etmiyorlardı. Nasıl anlatayım bilmem ki ?.
Açıkçası birbirlerine karşı haddinden fazla naziktiler.» — «Bazan,» dedim. «Uzun zaman bir arada oturan kimseler birbirlerinin sinirine dokunmaya başlarlar.» Fikirlerimi açıklamaktan pek hoşlanmadığım için biraz kızarmıştım. Binbaşı Kelsey, < Orası doğru,» dedi. «Fakat henüz mevsimin başındayız. Daha birbirlerinin sinirine dokunacak kadar zaman geçmedi.» Pennyman. mırıldandı. «Bir arkeoloji heyeti burada sürdüğümüz hayatın bir minyatürü âdeta… Onların aralarında da gruplaşmalar, kıskançlıklar ve rekabetler oluyor…» Binbaşı Kelsey, «Bu yıl bir sürü yeni kimse var sanırım,» diye başını salladı. — «Durun bakayım…» Genç subay, parmaklarıyla saydı. «Genç Coleman yeni. Beiter’da öyle. Emmott geçen yıl gelmişti, Mercado’lar da. Rahip Sevigny de yenilerden.
O, hastalandığı için bu yıl gelemeyen Dr. Byrd’in yerini almış. Tabiî Garey eskilerden. O kazılar başladığından beri, yani beş yıldır geliyor. Miss Johnson da onun gibi…» Binbaşı Kelsey, «Ben Tel Yarımca’dakilerin çok iyi geçindiklerini sanıyordum,» dedi. «Mesut bir aileden farksızdı onlar.» Pennyman, «Fakat bu sefer işin içinde bir iş var sanırım,» diye cevap verdi. «Leidner, müşfik, mütevazı bir adam. Herkesi idare etmesini de iyi biliyor. Fakat geçen gün havanın bir hayli gergin olduğunu farkettinı.» Mrs. Kelsey, bir kahkaha attı. «Ve bunu izah edemedin öyle mi? Halbuki mesele meydanda.» — «Ne demek istiyorsun?» 5 — — «Her şey Mrs. Leidner’in başının altından çıkıyor tabiî.
» Kocası, «Yapma, canım,» dedi. «Louise Leidner, hoş bir kadındır. Öyle kavgacı bir mahlûk da değildir.» — «Onun kavgası olduğunu söylemedim. Fakat kadın kavgalara sebep oluyor.» — «Nasıl? Neden?» — «Neden? Neden? Louise, Leidner’in canı sıkılıyor da ondan. Kendisi bir arkeolog değil. Sadece bir arkeolog’-un karısı. Eğlenebileceği hiç bir şey yok. Onun için herkesi birbirine katarak hoşça vakit geçirmeye çalışıyor.» — «Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorsun. Sadece sana öyle geliyor.» — «Tabiî bana öyle geliyor ama çok geçmeden haklı olduğumu da anlayacaksın. Güzel Louise’in o Mona Lisa tavırlarını takınmasının sebebi var. Belki kadının niyeti kötü değil ama neler olabileceğini anlamaya çalışıyor.
» — «Louise, Leidner’a çok bağlı.» — «Ondan eminim. Zaten benim kasdettiğim de bayağı maceralar değildi. Fakat o kadın baş döndürücü bir ‘vamp’ rolünde.» Binbaşı Kelsey, usulca gülümsedi, «Şu kadınlar da birbirlerini ne kadar severler.» — «Evet. Siz erkekler kadınların birbirini çekemediklerini söylersiniz. Fakat biz, hemcinslerimiz hakkında hüküm verirken hiç yanılmayız.» Pennyman düşünceli bir tavırla mırıldandı. «Ne olursa olsun… Mrs. Kelsey’in tahmini doğruysa, o zaman o acayip, gergin havanın sebebini bulmuş oluruz. Orada fırtınadan önceki anları hatırlatan bir şeyler var. Bana sanki fırtına neredeyse kopacakmış gibi geldi.» Mrs. Kelsey, güldü.
«Heran hemşireyi korkutmayın bakayım. Kendisi üç gün sonra oraya gidecek. Böyle söylerseniz bu işten vaz geçebilir.» 5 — Ben de gülümsedim. «Korktuğum yok…» Buna rağmen söylenenleri uzun uzun düşündüm. Ayrıca Mrs. Louise Leidner’in ben geldiğim takdirde kendisini emniyette sayacağını söylediğini de unutmamıştım. Kendi kendime, «Bekleyelim bakalım.» dedim. «Elbet anlarız…» ? ıv hasaniye’ye erişiyorum Üç gün sonra Bağdat’tan ayrıldım. Beni istasyona Binbaşı Kelsey götürdü. Ertesi sabah Kerkük’te olacaktım. Beni orada biri karşılayacaktı. O gece rahat uyuyamadım. Trenlerde beni pek uyku tutmaz zaten.
Fakat ertesi sabah pencereden baktığım zaman havanın pek güzel olduğunu farkettim. Keyfim de yerine gelmişti. Göreceğim kimseleri bayağı merak etmeye başlamıştım. İstasyonda »urmuş, tereddütle etrafıma bakınırken genç bir adamın bana doğru geldiğini gördüm. Yusyuvarlak, pespembe bir yüzü vardı. — «Merhabaaa!» dedi. «Siz Heran hemşire misiniz? Yani hemşire olmanız lâzım. Bu belli. Hah hah! Benim adım Coleman. Beni Dr. Leidner yolladı. Nasılsınız? Yolculuk sizi yordu mu? Ben bu trenleri bilirim. Kahvaltı ettiniz mi? Bu çanta sizin mi? Ne kadar mütevazısımz. Mrs. Louise Leidner’in dört bavulu ve bir sandığı var.
Şapka kutuları, yastıklar da cabası. Çok mu konuşuyorum. Gelin de bizim eski arabaya binelim.» Dışarıda bir pikap bekliyordu. Mr. Coleman, binmeme yardım etti. O arada şoförün yanında oturduğum tak5 — dirde daha az sarsılacağımı söylemeyi de unutmadı. Yol boyunca da gevezelik edip durdu. Nehri aşarken de öyle. Hasaniye’ye dört saat sonra eriştik. Oldukça büyük bir yerdi burası. Minareleri ve beyaz binalarıyla hakikaten hoşa gidecek gibiydi. Mr. Coleman, beni Dr. Reilly’nin evine götürdü.
Söylediğine göre doktor beni öğle yemeğine bekliyordu.
Agatha Christie – Gece Gelen Olüm
PDF Kitap İndir |