Bedii Faik – Pablonun Gulusu

Part i başkanı Pablo, güneş batıncaya kadar tarlalarındaki işçilerin başındaydı. «— Ha aslanım. Ha yiğidim…» durmadan dürtükledi durdu onları. Aslında hepsinden çok iş yapardı. Güdü mü güçlü, becerikli mi becerikli… Ama bayılırdı elbirliğine. Etrafında adamlar olsun, hem çalışsın, hem de onları coştursun ve gülüş ahenk iş görülsün!. Pontino köyüne tepeden baktınız mı; Pablo’nun tarlaları böyle bir çalışmanın mahsulü olduklarını da hemen anlatırlar doğrusu!. Ekinler kıkırdar, meyve ağaçlan rüzgârda âdeta salına salına şarkı söylerler… Ve çitlerde, hendeklerde, öylesine bir intizam ve keskinlik görülür ki, bütün bu yeşermenin, fışkırmanın, kılı kırk yaran bir hak dikkati içinde sınırlandığı bellidir. 9 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ Pablo, bir zeytin dalının dahi komşu tarlaya sarkmasına gönül yatıramıyacak kadar mülkiyet titizidir. Nasıl ki, bir tek eriğin, kendi sınırından içeri düşmüş olmasını da hoş görmez. Neden mi yirmi yıldır Pontino’da itibarlı? İşte bundan!. Pontino’da herkes bilir ki, Pablo hak yemez!. Ve gene bilmiyenlerin pek çoğu, onun bir yaba gibi ellerinden bizzat yedikleri sopalarla öğrenmişlerdir ki, zırnık kadar hakkını da kimselere yedirmez!.


Ve işte gene bundan dolayıdır ki, tam on yıldır O, Tekelonya’nın en güçlü partisinin Pontino köyündeki başkanıdır. Tabiî böyle bir partinin iktidarda olduğunu söylemek artık yersizdir. Daha doğrusu, yersizdi. Zira hikâyemizin başladığı o güne kadar, tam on yıldır, Tekelonya’da ne zaman seçim yapılsa halk oyunun en büyük dilimini, rakiplerini hasetten çatlatan bir rahatlık içinde alıveren «Özgürlük Partisi» tam o gün, yani Paplo, işçilerinin başında her şeyden habersiz, şarkılar söyleyip söyletir, her birini teker teker coşturup dürtüklerken, Tekelon radyosundan yükselen bir sesle ordu tarafından alaşağı edilmiş bulunuyordu. 10 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ Karısı, güzel gözlü Konçita, Pablo’nun başkanlığa seçildiği günden beri, ona sık sık, «şu transistor çağında bağa bahçeye giderken yanına bir küçük radyo almasını» doğrusu hep salık vermiştir. — Sen Başkansın, derdi ikide bir, tarladayken ne olup bittiğini bilmelisin. Bazan sabah çıkıp, taa akşam dönüyorsun, Telekonya bu. Bir de bakarsın pat!, bir mesele çıkmış. Pablo hep gülmüştür bu sözlere. Her seferinde de : — Geç onu derdi, toprakla uğraşırken olsun kafam dinç kalmalı. Senin radyo dediğin, bir alay kızıl puştun borazanı. Ondan öğreneceğim hiçbir şey yok benim!. Gerçekte pek de haksız sayılmazdı hani. Ve Tekelon radyosu hakkında böyle düşünmekte olanlar öylesine çoktu ki, halk nazarında Tekelonya’nın en itibarsız, en çok nefret duyulan kuruluşu olarak radyo başta sıralansa yeridir. Az mı radyo cihazı çalınmıştır yere!. Şu kendi hâlinde yaşıyan küçücük Pontino’da dahi, az radyo makinasını mı yakmışlardır!. Hattâ bir seferinde köylülerden biri, «Bayan Başkan» dedikleri Konçita’nın telkinlerine uyarak, Pablo ile birlikte çalışmaya giderken, yanma transistorlu radyosunu almış, ama tam öğle üzeri, ayçiçeklerinin karşısındaki çardakta hep beraber yemek yendiği sırada, onu açtığına açacağına bin pişman olmuştu.

Ajans haberi nâmı altında, nerede bir kızıl serkeşlik olmuşsa O, nerede bir kızı! topluluk itlik etmişse O, nerede bir kızıl velet ağzını açıp gözünü yummuşsa O veriliyordu. Ve zavallı Unos (radyoyu getiren köylünün adı buydu) en sonunda, arkadaşlarının hırstan çakmak çakmak ol11 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ muş bakışlarına dayanamıyarak önündeki el kadar aracı kaldırdığı gibi, ayçiçeklerinin içine öyle bir fırlattı ki… tarladan henüz dönmekte olanlar uçan kuş sandılar!. Bir yıl önce olmuştur bu. Ve o yıl ilk defadır ki, Pablo’nun ayçiçeği tarlaları, umulanın çok altında mahsûl verdi. Bir yıl boyunca da Pablo, bu yüzden Unos’a hep takıldı durdu : — Ulan o meretin düştüğü yerde bereket kalmıyacağını kestiremedîğin için, seni partinin disiplin kuruluna vermek lâzım ya, haydi neyse… Ve hemen arkasndan da eklerdi : — Oğlum Unos, radyo ancak bokçukururaa atılır bunu unutma!. Evet ama, Tekelon halkı, hele köylüler, radyodan böylesine nefret ededursunlar, Tekelon başkentinde hiç de azımsanmıyacak bir grup, eline geçirdiği bu silâhın etkisini biliyor ve halk kesiminde kaybedilmiş bu etkiye karşılık, kestirme yollardan iktidara gelme birsiyle yanıp tutuşan bütün yürekleri rahatlıkla oyabildiğin! iyice kavramış bulunuyordu. — Biz, derlerdi Tekelonya solcularının tümü, iktidardaki «Özgürlük Partisi» nin getirdiği özgürlükleri tepe tepe kullanacağız ama ille de onu tepelemek için!. Ve bu hava içinde, nereye isterlerse oraya saldırıyor, neyi gözlerine kestirmişlerse onu yıkıp ufalamak için yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Dokunamadıkları ve bir türlü korkutup kendilerine çekemedikleri tek varlık, yalnız halktı. Haa… unutmadan hemen söyliyelim, Tekelonya’- da tam bir demokrasi vardır ama, sadece iktidarda o12 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ lan «Özgürlük Partisi» ona bağlıdır. Diğerleri, ki sekiz tanedirler, ancak seçim arifelerinde ümitlenip demokrasi demokrasi diye hora teperler, ama seçim bitip de, her biri, aklını karpuz kabuğuna takıp anlanmış durmuş, ama sonra önünde ancak bir avuç kuru ot bulmuş eşeğe döndü mü, başlarlar çifteler atmağa ve koyulurlar kerih kerih anırmağa!. Tabiî anladınız, bu benzetme bizim değil, doğruca Tekelon köylülerinindir. Doğrusu ya, her seçim sonrasında, bu köylü yığını, öyle bir eğlenir, öyle bîr güler ki, komünistler için artık teşbihin bini bir paraya. Bütün o salkım saçak solcu, sağcı, partiler için benzetmenin daniskası hep tümen tümendir. Evet ama, yeryüzünün neresinde, tüm aydınlarının yarısı korkak, yarısı dangalak; partilerininse, pek çoğu avanak ve alçak bir toplum, demokrasi denen o çıtkırıldım nazenini, uzun süre koruyabilmiş, onu gelin edip nurtopu yavrular doğurmasını gerçekleştirebilmiştir ki, Tekelonya bunda istisna teşkil etsin!.

Aslında onunki gene de bal gibi kolay kırılmaz bir rekordu ve kendilerinden başka hiçbir toplumda demokrasi olacağına inanmamış Batılı devletlerin hayretten patlarcasına açılmış gözleri önünde yıllardır serilmiş yatıyordu. Hoş, gene hakçası istenirse, bu kadarı Tekelonya için talihsizlik de olmuştur ya… Temeli sapasağlam halka dayanan güçlü bir iktidar, demokrasiden çok önce çıkar peşinde olan Batı ülkelerinin nerede ve ne zaman işine gelmiştir ki… Güdü iktidar demek, çata çat pazarlık demektir, tartışma demektir. Dikbaş demektir. Ve kaynağını da halktan aldı mı, Batı devletiyle üstelik eşitlik demektir!. Yooo, bütün o gizli servislerin, bütün o çeşit çeşit sesli sessiz harflerle an13 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ latılmaktan çok saklanmağa çalışılan istihbarat örgütlerinin işi ve anlamı ne o zaman? Hep Batı üstünlüğünü yüreklere balık iğneleriyle sokmak ve hep bir eşitlik fikrini silip yoketmek değil mi bunların işleri güçleri?. O hâlde koyunuz bakalım şimdi bunları da, Tekelonya’daki bütün o hengâmenin, yani radyonun, aydın avanaklığının, hâkim korkaklığının, üniversite dangalaklığının ve Basın sarsaklığının üzerine!. Ne mi olur? Haydi gelin hikâyemize dönelim de, bakalım ne oluyor: 14 Pablo, son toprak bölümünü de, çapasını âdeta vınlatarak kabartıp, mıncıklanmış bir pasta yığınıma döndürdükten sonra, bağırdı : — Haydi bakalım, toplayın öteyi beriyi. Paydos, fyice karanlık inmeden dönelim. İşleyen eller şıp durdu… Kıç ceplerden çıkarılan koskocaman mendiller terden sırılsıklam yüzlerde gezdirildi. Destilerdeki son su kalıntıları havaya açılmış etli dudaklı, pırıl pırıl dişli, ama hepsi de hayli kocaman tipik Tekelon ağızlarından içeri boca edildi ve az sonra bütün kafile, deyme mangada bulunmaz bir çabukluk ve düzen içinde, asfalta çıkan patikada yürümeğe başladı. Tam 14 kişiydiler. Başta Pablo yürüyor, ardında Sanşez, Unos sonra ihtiyar Manuel, onıın arkasından da Pilar ananın kara saçlı ve iri kar * 15 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ gözlü oğiu Roberto, çilli Tores, paytak Antonio, sırık boylu Benito ve diğerleri geliyorlardı. Yorgundular ama olsun, mutluydular da. İyi iş görüyor, her biri bir. taraflara bir şeyler ayıracak kadar da kazanıyorlardı.

Karılarını Forbos suyunun en güçlü kaynaklarından biri olan Pontino deresi boyunda çamaşır yıkarken gözliyebilseniz, her birinin boynunda sallanan altın dizilerini, hemen görebilirsiniz. Ve bir akşam vakti yolunuz Pontino’ya düşse de konuk olabilseniz, çoğunun evinde, İsa’yı çarmıhta tasvir eden tahta heykelciklerin asıldıkları badanalı duvarların tam altında, meşeden yapılmış birer süslü sandık olduğunu farkedersiniz. Bu sandıklar Pontino’luların varlık kasalarıdır. Gümüşler, süslü bakırlar, çocuklar için ayrılmış ipekliler, sırma işlemeli örtüler ve bazan da karagün için kocalardan saklanmış biraz para… Hepsinde senetler de vardır ha… ve uçları kıvrık kıvrık olmuş, saklanmaktan sararmış tapular da… Hoş, bundan en az nasibini almış olanlar dahî Pablo’nun peşisıra yürüyen kafilemizde var olduğu hâlde, onlar da gene mutluydular ya… İşte paytak Antonio ve o sırık Benito, en canlı örnektirler buna. Başkana en çok takılan ve onun en fazla şakalaştıkları da onlardır ve kahkahalarını bir kilometre ötedeki asfalttan vızır vızır geçen kamyonlardan, kamyonetlerden, otomobillerden bile duyabilirler… Her çalışma günü bu böyle olduğu gibi Carlos babanın meyhanesinde de, önü sundurmalı, duvarları budaklı budaklı çam tahtasıyla kaplı o şipşirin parti merkezindeki tartışmalarda, sohbetlerde de böyledir… Pablo, gerçi arada bir şakanın dozunu kaçıran paytak’la sırık’a, o az rastlanır irilikteki ellerini masaya indirerek: 16 PABLO’NÜN GÜLÜŞÜ — Ulan… diye gürlerse de, ardından hemen gene kendi gülmeğe başlıyarak: — Hey gözünü sevdiğim demokrasi, diye ekler, ulan bir başkanla işte böyle rahat konuşuyorsanız, yalnız onun sayesinde ha!. Diktatoryalarda bu yoktur… Hele bir de kızılı oldu mu, bok’u avuçla yedin gitti… Nitekim o gün de, paytak Antonio, yola düzüldüklerinden az sonra, önde, yürüyen bir çınar gibi görünen başkan Pablo’ya seslendi : — Başkan be, şu komünistler… Pablo’nun dev gölgesi birden kasıldı : — Ne olmuş komonistlere gene? — Hiç canım, hani iktidara gelirlerse dedim, acaba senin yerine önümüze kimi katarlardı? — Ulan, dedi Pablo, kahpe dölü, millet istemedikten sonra, kızılların iktidara gelmesi de ne demekmiş? Millet bu, millet. Sen biliyo musun mîllet ne demek? 17 F. : 2 PABLO’NUN GÜLÜŞÜ Ve sonra dönüp birden gürledi : — Millet sensin arkadaş!. İstiyo musun gelsinler, sor bakalım önce kendine!. — Yok, dedi Antonio kayıtsızca, bana sorarsan, gene şu düzeni isterim. Nasırlı elleriyle de dar patikada çifterli tekeri i yürüyen arkadaşlarını gösteriyordu . — Yani istediğimiz gibi yürüyüp gidiyoruz işte. Yalnız benim diyeceğim, şayet öyle bişey olsa, acaba gene senin peşine mi takarlardı bizleri diye araştırmak… Ama madem milletin dediği olurmuş, yürü gitsin arkadaş, gene baştasın demektir. — Ne zannettin ya, dedi sırık Benito hemen içinden kıs kıs gülerek, ulan sen millet olduğunu bile başkan söylemese bilebilir miydin doğru söyle. — Yoo… bilirdim ya, dedi Antonio kalın perdeden, kaç kez öğrenmişimdir bunu.

Eskiden bilemezdik onu, eskiden yani siz çocuktunuz o günler. Şu parlak Röbertonun anası Piler bilir onu. Manuei bilir, ben bilirim. Carlos baba dikâlâsını bilir, eh bizim başkan da bilîr ya… Roberto adının geçmesinden hemen yararlanarak lâfa karıştı :

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir