Chris Rojek – Şöhret

Günümüzde şöhretlere genellikle Tanrı’ya yakıştırılan özellikler atfedilse de; aslında şöhret sözcüğünün modern anlamı, tanrıların gözden düşüşünden ve ardından da demokratik yönetimlerle seküler toplumların yükselişinden kaynaklanır. Bu bir rastlantı değildir. Gündelik hayatta topluma sunulan yüzün öneminin giderek artması, kişisel tarzı biçimsel demokratik eşitliğin panzehiri olarak geliştiren bir toplum olan kamusal toplumun yükselişinin bir sonucudur. Sözcüğün Latince kökü, hem “ün” hem de “kalabalıklaşma” yananlamlarına sahip “celebrem”dir. Ayrıca “çabuk/kısa ömürlü” (swift) anlamına gelen İngilizce “celerity” sözcüğünün türediği bir başka Latince sözlük olan “ce/ere” ile de bağlantısı vardır. Sözcüğün Latince’deki kökleri, sahip olduğu farklılıkla öne çıkan bir kill şi ve şöhretin belirleyici özelliğinin gelip geçicilik olduğu bir toplumsal yapı arasındaki ilişkiye işaret eder. Fransızca’daki “toplumda çok tanınan” anlamına gelen celebre sözcüğü de benzer yananlamlar taşır. B unlara ek olarak bu Fransızca sözcük, dinin ve Saray toplumunun sınırlan ötesinde ortaya çıkan şöhret temsillerini de akla getirir. Tek kelimeyle şöhreti, topluma bağlar, insan duygulan söz konusu olduğunda piyasanın gelgeç, değişken bir niteliği olduğunu doğrülar. Tüm bunlar, çağdaş toplum kuramında öne çıkan konulardır. Gerçekten de modernlik, genellikle bir yandan kültürde parçalı, anonim ilişkilerin yayılmasıyla ve diğer yandan da toplumsal ve ekonomik yaşamdaki değişimin git gide artan hızıyla tanımlanan bir durum olarak anlaşılır. Bu kitapta şöhreti, bir bireye kamusal alanda göz alıcılık veya kötü şöhretlilik statüsünün atfedilmesi olarak ele alıyorum. Bu tanıma yanlış anlamayı engelleyecek birkaç uyarı eklenmeli. İlk olarak, kötü şöhret ile göz alıcılık, genellikle oluşturdukları tezat açısından düşünülür. Brezilyalı manken Gisele Bundchen göz alıcıdır; Okialıoma bombacısı Timothy McVeigh ise kötü şöhretlidir.


Göz alıcılık, toplumda tercih edilen bir tanınmışlıkla bağdaştırılır. Kötü şöhret ise kabul edilemez özelliklerle tanınmaktır. Kötü şöhret, şöhret kültürünün bir alt dalıdır; ve tartışmaya açık olmakla birlikte, önemi gittikçe artan bir dalıdır. Ahlaki düşünceler bir kenara bırakılırsa, Bundchen ile McVeigh’i birbirine bağlayan, kültürel etkileridir. Bunu kabul edilebilecek ölçüde kabaca bir denkleme indirgeyebiliriz: Şöhret eşittir toplum bilinci üzerindeki etki. İleride bu denklemde birtakım değişiklikler yapmamız gerekecek elbette, ancak bir başlangıç noktası olarak tartışmamızı, yerinde bir betimlemeyle günümüzde halkın şöhrete bağımlılığı denilen şey üzerine odaklamamız bize yardımcı olacak. Neden pek çoğumuz kendi değerimizi ölçmek için hiç görmediğimiz kişileri kıstas alıyoruz? Şöhret için duyulan arzu sıradan insanlar arasında neden bu kadar yaygın? Yanıtlar, toplumsal yaşamın yapılanış tarzıyla ilgilidir. İçerik, politik ve ideolojik bir alışveriş meselesi olarak kalırken bunun ifade edilişini medya tayin eder. Duyguların programlanması, benliğin kişilerarası ilişkilerde sunuluşu ve toplumda bırakılacak izle12 nimi yönetme teknikleri, ki bunların insanileştirilmesi ve dramatize edilmesi için medya şöhretlerinden yararlanılır, sıradan toplumsal ilişkilere nüfuz eder. İkinci olarak, şöhret statüsünü kimin atfettiği meselesi de tartışmaya açıktır. Şöhretler, kültürel mamüllerdir. Şöhretlerin toplum üzerindeki etkileri, derin ve kendiliğindenmiş gibi görünebilir. Gerçekte, cazibe zincirleri olarak adlandırılabilecek kişiler şöhretlere özenle aracılık yaparlar. Bugün hiçbir şöhret yok ki toplumun takdirini, onun toplumun gözünde şöhret olması için gereken sahne yönetimi işlerini yürüten kültür aracılannın yardımı olmaksızın kazanmış olsun. “Kültürel aracılar,” ajanslann, halkla ilişkiler uzmanlannın, pazarlama personelinin, reklamcılann, fotoğrafçılann, form koruma çalıştırıcılannın, kostüm görevlilerinin, kozmetik uzmanları ve kişisel asistanların ortak adı.

Görevleri, şöhretli kişilerin, hayran topluluklarının gözünde sürekli bir çekicilik yaratacak biçimde topluma sunumlarını tertiplemek. Bu, kötü şöhretlerin topluma sunuluşları için de geçerli. James Ellroy ve Jake Amott’un kurmaca yapıtları, Lee Harvey Oswald, Sam Giancino, Reggie ve Ronnie Kray gibi kötü şöhretli tarihsel figürlerin etrafında bir cazibe perdesi örüyor. Quentin Tarantina ve şimdi Madonna’nın eşi olan Guy Ritchie gibi yönetmenler de 1990’larda Reservoir Dogs (Rezervuar Köpekleri), Pulp Fiction (Ucuz Roman), Jackie Brown, Lock Stock & Two Smokin Barre/s (Ateşten Kalbe Akıldan Dumana), Snatch (Kapışma) gibi filmlerle Yeraltı dünyasını çekici hale getirdiler. Üçüncü olarak, şöhret statüsü, kişinin özel benliğiyle topluma sunulan benliği arasında bir yarılma anlamını da örtük olarak içeriyor. Sosyal psikolog George Herbert Mead, en azından eski zamanlardan bu yana Batı dünyasında, gerçek Benle başkalannın gördüğü Ben arasındaki yanlmanın; insanlık durumu olduğunu ileri sürmüştür.1 Benliğin topluma sunuluşu her zaman bir salıneleme etkinliğidir; bu etkinlikte insan oyuncu, ötekilere bir “cephe” ya da • Bu ifade metnin orijinalinde ‘1he split between 1 (the “veridical” seli) and Me (the seli as seen others)” şeklindedir. Ancak ingilizcedeki “/’ ve “Me” arasındaki ayrım Türkçe’de bulunmadığından her ikisi de “Ben” olarak çevrilmiştir. (y.h.n.) 1. G.H. Mead, Mind, Self and Society (Chicago, 1 934).

13 “yüz” gösterirken, benliğinin önemli bir kısmını kendine saklar. Şöhret için ise bu iki Ben arasındaki yarılma çoğu zaman rahatsız edicidir. Öyle ki şöhretler sık sık kimlik karmaşası yaşamaktan, topluma sunulan yüzün gerçek benliklerini sömürgeleştimıesinden yakınırlar. Cary Grant, izleyicileri gibi kendisinin de Cary Grant gibi olmayı çok istediğini söyleyerek ironik biçimde bunun üstesinden geldi, böylece Grant, gerçek benliğiyle topluma sunulan yüzü arasındaki yarılmayı kendisinin bile kabul ettiğini söylemek istedi. Hastalık düzeyinde ya da henüz o düzeye gelmemiş kimlik yitiminden mustarip başka ünlüler de vardır. Örneğin Peter Sellers, bir filmdeki rolü sona erdiği anda “yok olduğu”ndan yakınmıştır. Bu, Seliers’in gerçek benlik duygusunun hemen hemen bütünüyle silinmiş olduğunu akla getirir. Tersine, gerçek benlik, topluma sunulan yüzün zorbalığını yenmek için giderek daha umarsız girişimlerde bulunabilir. Topluma sunulan yüz, gerçek benliğin duyduğu dehşete, utanca ve elini kolunu bağlayan çaresizliğe toplumun dikkatini çekmek için giderek daha abartılı girişimlerde bulunmaya başlar; bu da gerçek benle başkalarının gördüğü ben arasında hastalıklı bir kaymayla sonuçlanabilir. Who’nun eski bateristi Keith Moon ve artık yaşamayan film yıldızı Oliver Reed, kronik kimlik kaymalarının örnekleridir. Bu hastalıklı bir durum olarak görülebilir, çünkü her iki ünlünün de topluma sunulan yüzleri alkole ve Moon vakasında bir de uyuşturucuya giderek daha fazla bağımlı hale gelmiştir. Elbette, gerçek benliği aşma arzusu şöhret statüsüne ulaşmak için verilen savaşımın ardındaki başlıca güdüdür. Johnny Depp’in, Sleepy Hollow filminin çekimleri sırasında (1999), Londra’da bir restoranda aniden içeriye dalan gazetecilere saldırdığını ve “Bu gece olmarnı istediğiniz kişi olmak istemiyorum” dediği yolunda haberler nakledilmişti. Şöhretin dikkate değer çelişkisi de şudur: Şöhret olma arzusu, ya topluma sunulan, gerçek benliğe yabancı olarak kabul edilen yüzün içinde yutulduğu duygusunu ya da, daha kötüsü, gerçek benliği “sahte” sayan başkalarına karşı kişiliğin yok edildiği duygusunu sık sık had safhaya vardırır. Dördüncü olarak, şöhret, kötü şöhret ve tanınma arasında bir ayrım yapılmalıdır.

Bu kitapta tanınmak, belirli bir toplumsal ağ 14 içerisinde bir bireye ötekilerden farklı oluşun gayriresmi bir biçimde atfedilmesi anlamında kullanılmaktadır. B u yüzden, her toplumsal grupta belirli bireyler, zeka, güzellik, cesaret, mükemmellik, başarı ya da inceliklerinden dolayı öne çıkarlar. Öyleyse tanınma, karşılıklı kişisel ya da doğrudan toplumsalsı ilişkiye (para-social contact) dayanır diyebiliriz. Bu bireyler parçası olduklan belirli bir sosyal topluluk içinde bir tür yerel üne sahiptirler. Aksine, şöhretin ünü ise her yere yayılmıştır. Şöhret kültürüne özgü gerilimlerin biri de, insanlarla dolaysız ve karşılıklı olarak kurulan kişisel ilişkiler olmamasına rağmen onlarda güçlü duygulann uyandınlmasıdır. Tanınma, sıradışılığı ya da benzersizliğiyle ötekilerden farklılaşan birey le kurulan kişisel ilişkiden doğarken, şöhret ya da kötü şöhret, saygınlık statüsüyle farklılaşan bireyin, sahne, ekran ya da benzeri eşdeğer bir iletişim ortamıyla izleyicilerden uzaklaştığı bir ilişkiyi varsayar. Toplumsal uzaklık, hem şöhretin hem de kötü şöhretin önkoşuludur. Bu önkoşul, şöhretlerle eşleri, çocukları ve akrabaları arasındaki kişilerarası ilişkilerin idaresinde genellikle sürtüşmelere yol açar. Toplumun takdirine ve arzusu na hükmeden bu kişiler, özel yaşamlannda onay görmediklerinde çoğunlukla dayanılmaz acılar çekerler. Elizabeth Taylor, Frank Sinatra, Jayne Mansfield, Ernest Hemingway, Richard Burton ve Judy Garland, hepsi de birkaç kez evlenip boşanmış ve görünüşe bakılırsa, dengeli bir ilişki kurmakta zorluklar yaşamışlardır. A. ŞÖHRET, KiTLE İLETiŞiM ARAÇLARI VE ŞÖHRETLEŞTiRİLME Şöhretlerin doğuştan sahip olduklan nitelikler ya da tipik özellikleri yerine, bu kişilere atfedilen özellikler ve mesafe üzerinde duruyorum, çünkü bence medya temsili, şöhret kültürünün biçimlenişinde anahtar ilkedir. Şöhretler bize çoğu zaman sihirli ya da insanüstü varlıklar gibi gelir. Ancak bunun nedeni, onların toplumun gözündeki mevcudiyetlerinin kapsamlı bir biçimde sahnelenmesidir.

Bunun en iyi örneklerinden biri, sinema çağının da ilk reklam 15 hünerlerinden biridir. Biograph Film Şirketi, 1910 Mart’ında en parlak yıldızlarından biri olan Florence Lawrence’ın trajik ve zamansız ölümünü duyurmuştu. Gerçekte Lawrence sapasağlaındı ve bu haberin ardından St. Louise’de ortaya çıkması film şirketinin görülmemiş bir biçimde tanınmasını sağlamıştı. Şöhretlerin toplumun zihnini meşgul eden kişiler olarak ortaya çıkmaları, birbiriyle ilişkili üç büyük tarihsel sürecin sonucudur. Bunların ilki, toplumların demokratikleşmesi, ikincisi, örgütlü dinin gerileyişi, üçüncüsü de gündelik yaşamın metalaşmasıdır. Bu konuların her biri daha sonraki bölümlerde ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Bu noktada, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Saray toplumunun gerileyişinin kendini yetiştirmiş erkeklere ve kadınlara kültürel sermaye aktanmını gerektirdiğini söylemek yeterlidir. Modern toplum geliştikçe, kralların tanrısal haklarına duyulan popüler inancın ortadan kalkmasından ve Tanrı’nın ölümünden doğan boşluğu şöhretler doldurmuşlardır. Amerikan Devrimi’nin amacı, yalnızca sömürgeciliğin kurumlarını değil, monarşik iktidar ideolojisini de devirmektir. Devrim bunların yerine bazı açılardan onlar kadar kusurlu ve fantastik olan bir başka ideolojiyi, sıradan insan ideolojisini koymuştur. Bu ideoloji, politik sistemi meşrulaştırmış, ticareti ve endüstriyi desteklemiş, böylece şöhretin metalaşmasına fevkalade katkıda bulunmuştur. Şöhretler, tanınma ve aidiyetin yeni simgeleri olarak monarşinin yerini almış, ve Tanrı’ya inanç zayıflarken şöhretler ölümsüz hale gelmişlerdir. Örneğin, Thomas Jefferson, George Washington, Gandhi ve Winston Churchill’ in çağdaş kültürde hala müthiş bir aurayı muhafaza etmeleri bundandır. Ölümünün üzerinden yirmi yılı aşkın zaman geçmiş olan John Wayne’in halkoylamalarında hala Amerika’da en çok tanınan film yıldızlarından biri seçilmesi; Rudolph Valentino, Elvis Presley, Marilyn Monroe, John F.

Kennedy, James Dean, John Lennon, Jim Morrison, Tupac Shakur ve Kurt Cobain’in tapılan kült idoller olarak kalmaları da bundandır. Politik ve kültürel olarak, sıradan insan ideolojisi, olağan dışı kişiliğin ve geliştirilen tarzın kişiye farklılık kazandırarak herkesin dikkatini çekmesini sağladığı par excellence’ • par excel/ence: (Lat.) Mükemmel, fevkalade. (y.h.n.) 16 arena olarak kamusal alanı yüceltmiştir. O derece ki şöhret kültürü, seküler toplumda önemli bir birleştirici işlev sağlar. Aynı zamanda, şöhret kültürü tarafından harekete geçirilen arzu soyuttur. Kapitalist birikim mantığı, tüketicil erin aralarında isteklerini devamlı olarak değiş-tokuş etmelerini gerektirir. Endüstri kültüründeki huzursuzluk ve çatışma, kısmen, kapitalist sistemin sürekli malların ve yeni markaların piyasaya sürülmesini gerektirmesinden ileri gelir. Bu koşullar altında arzu yabancı/aşmaya eğilimlidir, devredilebilir, çünkü istekler pazardaki gelişmelere karşılık devamlı değiştirilmelidir. Pazar, şöhretin topluma sunulan yüzünü kaçınılmaz olarak bir metaya dönüştürür. Şöhret kültürüyle meta kültürünün değişmez biçimde birbirine bağlı olduğunu kabul etmediğimiz sürece, günümüzde şöhretlerin üzerimizde kurduğu kendine özgü egemenliği anlayamayız. Bunun içerdiği anlamları Beşinci Bölüm’de ele alacağım.

Ne var ki tüketiciler, sırf ticari mallar pazarının bir parçası değil, aynı zamanda duygular pazarının da parçasıdırlar. Kapitalist örgütlenme, insanların hem arzulayan nesneler, hem de arzu nesneleri olmalarını gerektirir. Çünkü ekonomik büyüme meta tüketimine, kültürel bütünleşme de toplumsal cazibe bağlarının yenilenmesine bağlıdır. Şöhretler, meta tüketimi sürecini insanileştirirler. Şöhret kültürü, insan duyguları pazarını yapılandırmanın başlıca düzeneği olarak ortaya çıkmıştır. Şöhretler, tüketicileTin onlara sahip olma arzusu duymaları anlamında metadırlar. İlginçtir ki bu, kötü şöhretli kişileri de kapsar. Ian Brady, Myra Hindley, Rosemary West, Jeffrey Dahmer, Ted Bundy, Harold S hipman ve Timothy McVeigh gibi seri katillerin hepsine hapisteyken hayranlarından mektup yağdı. ll Haziran 2001 ‘de idam edilen McVeigh, dört kişiden evleome teklifi almıştı. Kötü şöhretliler bile yerden yere vurulup toplum dışına itilmek yerine, toplumun dikkate değer tabakaları tarafından halk şeytanları olarak baş tacı edilir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir