Duygu Asena – Ask Gidiyorum Demez

İkisi de benim arkadaşım Güler Ben onları tanıyorum elbette… Bir rastlantı diyelim isterseniz, dördünü de tanıyorum. Aslında Demet ve Selin’le arkadaşlık ediyorum, ama bilirsiniz kadınlar çabucak öyle bir sırdaş olurlar ki birbirleriyle, Sinan ve Bora hakkında da çok şey öğrendim o yüzden. Zaman zaman ben de onlara kendimle ilgili küçük öyküler aktarıyorum ama çok küçük. Sanırım ben ketum biriyim. Hem niye gencecik kadınlar benim sırlarımı merak etsinler ki, onlar hep kendilerini anlatmanın telaşı içindeler. Ben de hiç sıkılmadan dinliyor da dinliyorum. Zaten onların öyküsünü size aktaracağıma göre, çok fazla şeyi bilmeliyim diye düşünüyorum. Bilmediklerimi de öğrenmeliyim. Doğru mu yapıyorum bilemiyorum, ama Demet Şelin’i tanıdığımı bilmiyor, Selin de Demet’i tanıdığımı. Bilseler rahatsız olurlar gibi geliyor bana. En azından boşu boşuna kuşkulanırlar benden. Duyduklarımı, bildiklerimi birbirlerine aktaracağımı düşünürler. Asla… Bildiğim hiçbir şeyi onlara aktamuyorum. Böyle yapsam kendimden utanırdım. Demet’i geçen seçimlerde aday adayı olduğum zaman, bir TV programında tanımıştım.


O zaman bir sabah programı sunucu-suydu ve biz de birkaç aday adayı kadın, eşantiyonlar gibi, politikadaki yerimiz, neden parlamentoda kadın sayısı çok az falan gibi, yıllardır bitip tükenmek bilmeyen ve hiçbir sonuca ulaşamayan gevezelikleri yapıyorduk. Sonra kokteyller, paneller gibi birkaç yerde daha karşılaştık ve arkadaş olduk. Ben aday bile olamadım, üniversiteye, derslerime geri döndüm, ama Demet amacına ulaştı ve haber spikeri oldu. Henüz başspiker değil, yani hafta içi haberlerini değil, hafta sonu haberlerini okuyor ve halinden memnun görünüyor. Onda bu hırs varken, esas kadın da olur, eminim. Güzel kız, ince, uzun boylu, kocaman gözleri var… Sık sık buluşuyoruz. Selin bankacı… Bu yıl portföy yöneticisi oldu. Banka müşterilerinin eli ayağı sanki, öyle ciddi, öyle güvenilir bir kız ki. En azından benim için öyle. Kiracı parayı hâlâ yatırmamış mı, vadesizdeki paramla dolar mı alsam repoya mı koysam, hazine bonosu şu anda daha mı uygun?. Üç kuruş paramı bile takip edemiyorum ve hiç anlamıyorum bütün bunlardan. Selin benim için karar veriyor, yapıyor. Fazladan bir para gelse bile bana sormadan o parayı bir yerlere yatırıyor. Ona o kadar güveniyorum ki, paramın yarısını çekip şu kadar var dese kesinlikle inanırım. Çarşıya gittiğim zaman mutlaka ona uğrarım.

Çünkü artık arkadaşız onunla. O da karşısında akıllı ve güvenilir bir kadın bulunca, sınırsızca içini dökenlerden. Hiç sansür tanımıyor. Onunla da ayda üç beş kez buluşuyoruz. Ufak tefek, zayıf, cıvıl cıvıl bir kız. Kız kıza konuşmaları bilirsiniz… Birbirlerini sevdiler mi hiç sınır kalmaz aralarında. Yaş baş, dil sının da olmaz. Her şeyi anlatırız birbirimize. Anlatıyor onlar da. O yüzden Demet’in nişanlısı bilgisayar uzmanı Sinan ile Selin’in kocası gazete spor müdürü Bora’yı da çok iyi tanıyorum. Yani neredeyse, anatomik yapılarına kadar biliyorum. Otuzuna gelmemiş kızlar, kırkını geçmiş kadına, önüne geçilmez bir arzuyla anlatıyor da anlatıyorlar. Aramızda on bir-on iki yaş var, ama hem bana çok büyük biriymişim gibi davranıyor hem de çok içten olabiliyorlar. Selin bana Güler Abla diyor, Demet adımla sesleniyor. Dediğim gibi ben onlara bir şey anlatmıyorum pek.

Ne anlatacağım ki zaten? On yıl önceki trafik kazasını mı? Otuz dört yaşındaki kocamın felç olduğunu mu ? Tam sekiz yıl ona nasıl baktığımı mı ? Bir çocuk gibi mamasını yedirdiğimi, altını temizlediğimi mi ? Neyi anlatacağım ? “Bırak” demişlerdi bana, “bırak, hayatın kaydı, bırak artık ona ailesi baksın, mahvoldun, bittin, ölmeden mezara girdin…” Şimdi itiraf etmek bile yüreğimi yakıyor, ama ilk başlarda benim de aklımdan geçmiyor değildi bunlar. Hele yatay lak halinden bir daha asla kurtulamayacağını duyduğumda, o koca basketçi adamın tüm bakımı bana kaldığında, o çaresizliğini gördüğümde, beyninin çalışmasının da azaldığını, iyice çocuklaş-tığını anladığımda… “Ondan kurtulayım, annesine vereyim, bakımevine yatırayım, yoksa ben öleceğim, biteceğim” demiştim. Hele hastabakıcının haber bile vermeden aniden çekip gittiği ve ayırdığım paraya yeni birini bulamadığım o günlerde, kakasını temizlediğim o ilk gün. Elime bulaşık eldivenlerimi geçirmiştim… İçimden geçmişti… Kim suçlayabilirdi ki bir doksan boyunda, doksan beş kilo ağırlığında çocuklaşmış bir erkeği bırakan otuz iki yaşındaki bir kadını? Kim? Belki de suçlayan çıkardı… Ne bileyim ben… •%”•”* Hem benim amacım size kendimi anlatmak değil… Yemin ederim anlatmayacağım… 2 Ben güzel miyim? Demet-Sinan – Neden bu kadar sinirlisin, yüzünden düşen bin parça, dedi Sinan. – Nihayet fark ettin, dedi Demet. – Hiçbir şey anlatmıyorsun ki bana. – Sormuyorsun ki. Tuvalet masasının önündeki minik tabureye oturdu. Göz kalemini eline aldı, sonra vazgeçti. Nasıl olsa televizyona çıkarken haddinden fazla makyaj yapılıyordu. Yine de her zaman evden çıkmadan önce gözüne incecik bir kalem çeker, dudağına da parlatıcısını sürerdi. Birkaç kez makyajsız çıktığında duyduğu, “A, o siz misiniz, hiç benzemiyorsunuz, ekranda farklı görünüyorsunuz” laflarına sinir olmuştu. “Nasıl yani farklı, daha mı iyi, daha mı çirkin, nasıl ?” diye soramamıştı. Ne tuhaftı insanlar. Neden bir haber spikerinin sesiyle, duruşuyla değil de görüntüsüyle ilgileniyorlardı ? Aslında fondüteniyle, pudrasıyla, kırmızı nu’uyla öyle bir makyaj yapılıyordu ki, makyajsız halini kendisi bile yadırgamaya başlamıştı.

Oysa her haliyle güzeldi. Güzel miydi? Uzun uzun aynaya baktı… – Ben hâlâ güzel miyim Sinan? dedi. Sinan kahkahalarla gülmeye başladı. – Hâlâ da ne demek, otuz yaşındasın, böyle soru sorulur mu? Bir şeylere kızmışsın sen bu sabah, neyi kafana taktm çözemedim. İsrar etti Demet: – Peki, ben güzel bir kadın mıyım ? Sinan biraz sıkılmış bir tonlamayla: – Güzelsin, diye yanıtladı. 1 1 – Esra mı güzel, ben mi güzelim? diye sordu bu kez. – Esra da kim? dedi Sinan. – Hafta arası öğlen haberlerini isminin anonsuyla, logosuyla birlikte okuyan kız. – Hadi canım sen de, ben öyle boya sarışını, aşın beyaz kadınlardan hoşlanmam. – Neden peki benim ismimi kullanmıyorlar da onunkini kullanıyorlar? Diksiyonu mu, sesi mi, nesi benden daha iyi de ona özel birisiymiş gibi haber okutuyorlar? – Anlaşıldı sinirinin sebebi, boş ver yahu, onunla bununla kı-rıştırmıştır, müdürün altına yatmıştır, bu işler böyle yürümüyor mu? Demet tuvalet masasının önünden hışımla kalktı, o güne dek Sinan’a hiç bağırmadığı kadar, avaz avaz bağırmaya başladı: – Utanmıyor musun pis herifler gibi böyle şeyler söylemeye, utanmıyor musun ? Yarın öyle bir görevi bana da verseler, başkaları da böyle mi düşünecek? Hiç sana yakışıyor mu ayılar gibi… Hızını alamayarak, bir de omzuna yumruk patlattı. – Ben tanımıyor muyum sanıyorsun o dünyayı. Bilgisayarlarını kurana dek günlerce içlerinde yaşadım onların. O kırıtan kızları, iltifatlar yağdınp babacan tavırlarla onları mıncıklayan, saçlarını okşayan kart zampara şefleri gözümle gördüm. Ne diyorsun kızım sen? Otuz yaşına geldin öğren artık bımlan. Hem ne oluyor sana sabah sabah.

Bu yumruk ciddi değil herhalde. Ayağını denk al, benim de sana vurma hakkım doğar sonra. Bağırmasını artırarak sürdürdü Demet. Çok, ama çok kızmıştı. Özellikle bu dünyada, yani kendi yaşadığı beyaz cam âleminde, bir başarı elde eden kadınlara böyle yaklaşılması onu deli ediyordu. Bu tür ilişkilerle bir şeyler kapan kadınların var olduğunu bilmesine rağmen, içtenlikle sinirleniyordu bu imalara. En azından kendisinin bu taraklarda bezi yoktu, buna emin olması bile yetiyordu tepki göstermesine. – Ben daha otuz yaşına gelmedim, bu bir. tki, vurma sözünün şakasını bile yapamazsın bana anlıyor musun, şakasını bile yaptırtmam ben adama. 1 ü Gülmeye başladı Sinan: – E sen vurdun ama. – O vurmak sayılmaz, hem ben kadınım, ikimizin vurması bir mi, uzatma bu vurma konusunu, bak çok fena olacak! Sinan da kızmışa benziyordu artık, aceleyle ceketini giydi, kapıya yürüdü: – Kahve içmeyeceğim, teşekkür ederim, dedi ve hemen ekledi, bu akşam buluşanlayız, işim var. – Her akşam buluşuyor muyuz ki şimdi bunu söylüyorsun! Sinan kapıyı biraz sert kapattı. Kapının ardından Demet’in cırlayan sesini duydu: – Hem sana kahve yapmak zorunda da değilim! Kedi, yumruk yemişe benzeyen suratı, hain hain bakışlarıyla, mırıldanarak Demet’in bacağına sürtündü. – Çekil surdan, dedi, bir kedisi bile olmamalı insanın. Gözünü boyamaya başladı.

Boyadı, boyadı, boyadı. Siyah kalem, üzerine açık pembe, daha üzerine koyu pembe, biraz kahverengi… Üstlerinden şöyle bir fırça geçirdi ki tonlar karışsın birbirine. Gözünün içine de iyice siyah bir hat çekti. “Kedi gibi oldun” der hep Sinan. Kedi gibi oldu. Kendini güzel görünce içini huzur kapladı. Derin bir soluk aldı, gevşedi minik taburenin üstünde. Boy aynasının karşısına geçti, külotunu, tişörtünü çıkarttı. “Bu ayna insanı ince gösteriyor” diye düşündü, gitti, banyodaki aynanın karşısında durdu. Yine kendini ince buldu, beğendi, iki eliyle memelerini tuttu, hafifçe yukarı doğru kaldırdı, bıraktı. Annesinin sözü aklına geldi: “Altına bir kalem koyduğunda düşmezse, sarktı demektir.” “Kalemi koyacak yer bile yok” diye mutlu oldu. Uçlarını sıktı, baktı, bunu hep yapıyor, her seferinde de ödü patlıyordu, “Ya elime bir sıvı gelirse, ya kanser olduğumu bir anda arılarsam, diye. Neyse, kontrol sonuçlan iyiydi. Tekrar uçlarını sıktı, bu kez hoşuna gitti.

Yine yaptı çok hoşuna gitti. Kendisiyle göz göze geldi, bir sır paylaşıyormuş gibi gizemli güldü. “Sinan küçük göğüs sevmiyor herhalde, yoksa erkekler kadın memesine çok meraklıdır” dedi kendi kendine. Sinan’dan öncekiyle, bir keresinde sadece meme uçları öpülerek doyuma ulaştığını anımsadı. Ama ne öpülmek… Ne öpmekti o. O adamla yalnızca sevişmek için bile birlikte olunabilirdi. Bir meslekti sanki adam için sevişmek. Bir görev, bir misyon, bir tören… Daha ilk seferinde anlamıştı Demet ne istiyor, neden hoşlanıyor, kendini onu mutlu etmeye adamıştı sanki… Dizkapağından zevk alabilir mi insan? Öyle bir dokunurdu ki dizlerine, Demet’in içi giderdi. Yalancılığına dayanamayıp, çekip gitmişti bir gün Demet. Ve adam, “Beni her istediğinde arayabilirsin” demişti, istiyordu işte… Şimdi, hemen… Canı sevişmek istiyordu. Son kez okşadı memelerini… “Yapsam mı acaba” diye düşündü. Üşendi. 3 Neden evlenmiyorsun? Demet Ablanı kocasıyla çok mutlu, birbirlerini gerçekten çok seviyorlar, ama geçen gün, on beş yıldır bir kez bile cinsel doyuma ulaşmadığını söyledi bana. Yani evlendiğinden bu yana… Hiç, ama hiç olmamış. Bir seferinde bir şeyler olmuş sanki.

Eniştem sertliğini uzun süre koruyup, inatla içinde gidip geldiğinde, nefesi kesilmiş, oralarında hoş bir şeyler hissetmiş, adamı kalçalarından bastırmış, hiç gitmesin istemiş, ama bir daha bu kadannı bile yaşaya-mayınca, anlayamamış o duydukları gerçek bir doyum mu ? yoksa başka bir şey mi ? “Oralarında, vajinanda yani, hızlı hızlı ritmik kasılmalar hissettin mi, omuzlarından itibaren sarsıldın mı, klitorisin böyle şey oldu mu, nasıl desem, hani üşüyünce birden şöyle bir titrersin ya, seyirme gibi, öyle ani, güçlü bir şeyler hissettin mi, için vıcık vıcık ıslandı mı, bitince de gözlerin baygınlaşıp kocana sarılmak istedin mi ?” Bu peş peşe sorularımdan hem utandı hem meraklandı, ama net bir yanıt veremedi. “Hepsi bir arada olmamıştı sanırım” dedi. “Abla nasıl olur, nasıl olur, bir insan orgazm olmadan bir erkekle on beş yıl nasıl yaşar? Hiç düşünmüyor musun, nedenlerini konuşmuyor musun, o ne diyor bu duruma?” diyordum durmadan, neredeyse ağlayacaktım. Kızdı o da, “Abartma canım, ne var, işte sapasağlam ayaktayım. Gayet mutluyum.” “Kendi kendine de olamıyor musun?” diye üsteledim. Utanarak, hatta biraz da yüzü pembeleşerek, “O zaman her şey tamam” dedi. “E sorun ne peki, eniştemde eksik olan ne?” diye sordum. Sevdiği adamın kusurunu açıklamak istemedi önce, şöyle bir dudaklarını gerdi, yaramaz çocuk gibi sağa sola baktı, “Biraz çabuk geliyor galiba” dedi. “Galiba diyorsun, çünkü başka erkek tanımıyorsun, hiçbir şey bilmiyorsun, erkek yatakta nasıl iyi olur haberin yok, boşalmamak için kendini tutan bir erkeği görmemişsin, o da angut bir adam olmasa, başka bir şekilde de seni doyuma ulaştırmayı becerebilirdi. Marifet miydi önüne ilk çıkan yakışıklıyla evlenmek!” dedim ona… Üzmüştüm o gün ablamı… “Ne yapalım Demet” dedi bana, “sen bile hayran olmamış miydin ilk tanıştığımızda, ünlü playboy değil miydi o, etrafı kız kay-namıyor muydu, elimden kaçırmamak için hemen evlenmek istediğimde, siz de onaylamamış mıydınız. Yabancı gibi konuşuyorsun. Sanki bilmiyorsun.” “Evet ama bu durumu bilmiyordum, bilseydim hemen boşatırdım seni ondan, keşke bir süre cinselliği yaşayıp sonra evlenseydin. Ben olsam buna dayanamam, hemen boşanırım, cinsellikte mutluluk ne kadar önemli anlamıyor musun” dediğimde, dalgın dalgın, “ilk başta böyle değildi sanki, hatırlamıyorum aslında, saçmalama Allah aşkına, çocuklar ne olacak, soranlara orgazm olamadığım için boşandım mı diyeceğim.

Kaç kadın orgazm olabiliyor acaba!” diye tepki gösterdi. Ben de orgazm olamadığı için kocasından boşanmasını istediğim ablama son darbeyi vurdum, “Zaten o da seninle çocuk yapmak için evlenmiş belli. Hâlâ playboy unvanı sürüyor, çünkü bir efsane gibi.” Ve anlayamamıştım, mutlu mu, mutsuz mu; bu duruma aldınyor mu, aldırmıyor mu ? Yanında yakışıklı, herkesin çapkın bildiği bir erkekle dolaşıyor, kadınlar onu kıskanıyor, hatta kocasına kur bile yapıyorlar, ama o adam seninle sevişmeye başladıktan iki dakika sonra boşalıyor. Ve hiçbir şey olmamış gibi sırtını dönüp ya da sarılıp -ne fark eder ki- uyuyor. Kara mizah… Felaket… On beş yıl boyunca doyuma ulaşamadığı sırrını benden saklamayı başarmış ablam, “Peki sen” dedi bana… “Benim hiçbir problemim yok” dedim. “Neden evlenmiyorsun o zaman Sinan’la?” diye sordu pat diye sanki bilmiyormuş gibi… “Bilmiyor musun?” dedim. “Yoo, bilmiyorum, neden?” dedi. Neden… Neden… Bu kadar sıradan bir soru karşısında, karşıdan karşıya geçerken, önce sağa, sonra sola, sunra tekrar sağa baktığım halde, hızla gelen bir otomobille burun buruna gelmiş kadar şaşırmıştım. “Acelemiz yok, evleneceğiz, işleri biraz daha yoluna girsin…” “Borçlarını ödedi mi?” diye sordu ablam. “Ödemeye başladı” dedim. Gelecek soruyu tahmin ediyor, geriliyordum, “Sana olan borçlarını ödedi mi peki?.” Hani hiç düşünmek istemediğin şeyleri gerçekten düşünmediğini ve aldırmadığını sanırsın da, ya densiz biri yüzünden ya da okuduğun şeydeki hiç ilgisiz satır aralarında hatırlarsın ya… İşte ruhsuz ablam, intikamını alıyordu benden, zararsız bir intikam, bir çeşit rövanş. “Herhalde benimkileri sona ayırmıştır yalanız diye, bu mantıklı değil mi sence” dedim. Aslında memnun da olmuştum bu borç konusunun açıldığına, çünkü orgazm konusu güme gitmişti böylece.

Belki de kendime bile itiraf edemediğim, kendimi kandırdığım konu…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir