Ersin Doğer – Roma Heykeltıraşlığı

Roma sanatı, sadece öğrenciler için değil aynı zamanda sanat tarihçileri için özel bir sorun sergilemektedir. Herhangi bir öğrenci bile Hellen heykellerinin stillerine bakarak onları tam bir kesinlikle tarihlendirip dönemlere ayırmasını becerebilir. Bu çoğumuza doğal gibi görünen bir yaklaşımdır, ama Roma sanatında bu tür bir kronolojik sıralamanın geçerliliği yoktur. Roma sanatı farklıdır. Uzmanlar bu farklılığı Roma sanatının temel bir öğesi olarak algılarlar. Roma sanatının herhangi bir döneminde herhangi bir antik sanat kültüründen çok daha fazla değişiklik bulunur. Ama aynı zamanda bir Roma sanatında çelişkili stillere de rastlamak mümkün olabilmektedir. Roma sanatında bu stil çoğulculuğunun nedeni sorgulanabilir. Bir Roma anıtını incelerken sorulacak en önemli soru bunun parasını kimin verdiği ve yaptıranın bunu yaptırmadaki amacının ne olduğudur. Genellikle değişik sınıflardan gelen sponsorlar değişik amaçlarla anıtlar yaptırmışlar. Çoğulculuk ve sponsorluk sorunları tek ve basit bir Roma anıtını bile incelerken dikkate alınmalıdırlar. Roma sanatı bu çoğulculuk, yani sanatçılara sunulmuş olan farklı stilistik seçenekler bulunması durumu nedeniyle ilk “modern sanat” olarak adlandırılmıştır. Roma sanatı başka yönlerden de ilk modern sanattır. sponsorlar imparatorlardan azatlı kölelere kadar sanat talep eden herkesi kapsamaktadır. Bugün de sürmekte olan bu durumun Romalılardan önce örneği yoktur.


Sponsorlar ve Sanat Severler (Kimler Sipariş V eriyorlardı?) Antik Hellen Dünyasında heykeltıraşlık eserleri için sipariş verenler yüzyıllar içinde bir miktar çeşitlenmiş olmasına karşın hiçbir zaman Roma dönemindeki çeşitliliğe ulaşamamıştır. Bu durum Hellen kent devletlerinin ve dinsel kurumların zenginlikleriyle doğru orantılıdır. Hellenistik dönemde ise krallıkların ortaya çıkması sponsorların sayısını arttırmıştır; ancak bu krallıklardan hiçbiri Roma imparatorluğunun büyüklüğüne ve zenginliğine ulaşamamıştır. Roma devleti ve onu oluşturan aristokrat kesim bu konuda başlangıçtan beri daha bilinçli bir ideolojiye ve kararlı bir politikaya sahip olmuş gibi görünmektedir. Özellikle egemen sınıf mensubu Romalılar kendilerinin propagandaları ve imajları konusuna başlangıçtan beri kafa yormuşlardır. Roma’da sosyo-ekonomik yapılanma yüzyıllar içinde giderek yumuşamasına karşın Cumhuriyet döneminin başlangıcında kesin çizgilerle belirlenmişti. Bir kimsenin toprağı ne denli büyükse toplum içindeki konumu da o k ad ar yüksekti. Toprağa sahip Patriciler Roma’nın en ayrıcalıklı sınıfını oluşturuyorlardı. Bu sülalelerin erkek üyeleri yasama ve yürütme kurumlarında senatör veya yüksek dereceli memur olarak, başrahip (Pontifex maximus) veya daha alt seviyedeki dini kurumlarda rahip olarak ya da orduda süvari olarak görev yapıyorlardı. Kent Patricilerin önderliğinde İ.Ö.6.yüzyılın son yıllarında – belki 470 gibi daha geç bir tarihte – son Etrüsk kökenli kralını kovalamış ve cumhuriyeti kurmuştu. Patricilerin daha cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren heykeltıraşlık eserleri sipariş vermek için çok nedenleri vardı; yeter ki siparişleri karşılayabilecek yetenek ve beceride sanatçı bulunsun. Bronz “Brutus Başı”, bronz “Arringatore” heykellerini hatırlayalım.

Kuşkusuz bu siparişleri verenler yani sponsorlar patrici kökenli olmalıdırlar. Zaten atalara ait portrelerin evlerde raflara yerleştirilme izni (Ius imaginum) de sadece soylulara (Nobilitas) verilmişti. Bu hak, günümüze kadar ulaşamayan balmumu v.s malzemelerden yapılan büstlerden mermer portrelere kadar binlerce siparişe yol açmış olmalıdır. Kuruluşundan çöküşüne kadar genişlemek ve yayılmak için sürekli savaşan bir toplumun en değerli üyelerinin yöneticiler ve askerler olmaları kaçınılmazdır. Bu nedenden dolayı büyük devlet adamlarının ve generallerin onursal portreleri, heykelleri, kamu alanlarını süslemiş, işgal edilen eyaletleri simgeleyen heykeller ve onların fatihlerinin heykel ve büstleri tiyatrolarda, kamu binalarında, hatta onların özel konutlarında sergilenmiştir. Bu nedenden dolayı sponsorlar arasında askerleri ve devlet adamlarını unutmamak gerekmektedir. İlk imparator ve Roma tarihinin en büyük sponsoru Augustus’la birlikte sanat ve ideoloji ayrılmaz biçimde birleşmiştir. İmparatorun politik ve askeri girişimlerini, sosyal politikalarını ve bizzat kendisi ile ailesinin kalıcı imajı için verdiği sipariş ürünleri hemen hemen imparatorluğun her yerine dağıtılmış ve her alanda sergilenmiştir. Yarattığı bu gelenek sonraki imparatorların hemen hemen tümü tarafından da devam ettirilip Konstantinus dönemine kadar sürmüştür. Sponsorlar ve sanat destekleyicileri sadece başkentte konuşlanmamaktaydılar. Bazı durumlarda imparatorluğun valilerinin yönettiği Roma eyaletlerinde de sosyal hiyerarşi vardı ve buralarda yaşayanlar da Roma vatandaşlığı alabiliyorlardı; bu yolla gelecek kuşaklar süvari sınıfına veya senatoya girme şansı elde edebiliyorlardı. Zamanla ordu, eyaletlerden gelen yükselmiş kişilere de açıldı. Örneğin 3.yüzyılda birçok asker doğdukları eyaletlerde terfi ettikleri askeri hiyerarşi içinden imparatorluk makamına kadar yükseldiler.

İmparatorluk tarihi boyunca eyaletlerde yaptırılan eserlerin banileri Roma’da olduğundan çok daha değişik kesimlerden gelmekteydi. Bunlar arasında, o yörede adına anıt yaptırılan veya yaptırmış olan imparator veya bir aile üyesi de yer alabilirdi. Örnek olarak Susa’daki Augustus zafer takı imparatorla bölgenin kralı arasında imzalanan bir antlaşmayı simgeler. Adamklissi’deki Traianus anıtı ise imparatorun Dacia seferinin tanığı gibidir. Bazı durumlarda eyaletlerde yabancı aristokratlar da onurlandırılmıştır. Tahttan indirilen Kommagene kralının varisi konsül Gaius Julius Antiokhos Philopappos böyle biridir. Kız kardeşi Balbilla onun öldüğü yer olan Atina’da Musaion tepesinde bir mezar yaptırmış ve süslemesine onun senatoya alındığı günü gösteren sahneyi eklettirmiştir. Galya’daki Caesar’ın ordusunun kıdemli askerlerinin St. Remy’deki anıt mezarda onurlandırıldıkları unutulmamalıdır. Heykeltıraşlık alanında daha alçakgönüllü bir biçimde de olsa diğer bir sponsor grubu köle kökenli iş adamları, zanaatçılar v.b. meslek sahipleridir. Bunlar İ.Ö.2.

yüzyıldan başlayarak Roma’ya tutsak olarak getirilmiş serbest bırakılan kölelerdi. İtalya’ya getirildiklerinde bunlar iki grupta toplanmışlardır; “familia urbana” ve “familia rusticd” (bunlar evlerde ve tarım alanlarında kullanılacak köleler anlamına gelir) ev kölelerinin çoğu Yunanlı doğu eyaletlerinden gelmiş, görece iyi eğitimli ve aranan niteliklere sahiptiler. En sonunda bunlar sahipleri tarafından iyi çalışmaları, bağlılıkları ve sağladıkları ekonomik çıkarlara karşılık ödül olarak azat edilirlerdi. Köleler Roma toplumu içinde en hızlı yükselen grubu oluşturmuşlardır; çünkü bunlar Roma’ya tutsak olarak getirilen doktorlar, avukatlar ve öğretmenler gibi nitelikli profesyonellerdi. Azatlı köleler genel anlamıyla aristokratlardan daha aşağıda ve bazı yasaklamalarla da karşı karşıya idiler. Örneğin atalara ait portrelerin evlerde raflara yerleştirilme izni (Ius imaginum) sadece soylulara (Nobilitas) verilmişti. Buna karşın fırıncı Marcus Vergilius gibi kimseler zengin olup paralarının bir kısmını kendi mesleğine ait ve cenaze töreni figürlerinin süslediği harika mezarlar yaptırmakta kullanabiliyorlardı. Aslında günümüze kalmış azatlı kölelerin yaptırdıkları eserlerin çoğu mezar ile ilişkilidir. H eykeltıraşlar (Romalılar H eykeltıraşlarını Nerede ve Nasıl Buldular?) Kuşkusuz bu soruya Roma tarihinin değişik dönemleri için farklı yanıtlar verilebilir. Örneğin Roma tarihinin başlangıçlarında özellikle Etrüsklü sanatçılar Romalıların resim, heykel ve kabartma ihtiyaçlarını tatmin edici bir şekilde karşılamış olmalıdırlar. Adı bilinen ilk heykeltıraş Etrüsk kenti Veii’de faaliyet gösteren Vulca’dır. Atölyesinden çıkan pişmiş toprak heykeller Roma’daki Jupiter Capitolinus tapınağını süslemiştir. Roma, İ.Ö.6.

yüzyıldan itibaren Etrüsklü sanatçıların yanında Orta İtalya’nın yerli sanatçıları ile Güney İtalya kıyılarında kurulu Hellen kolonilerinden gelenleri de kendine çekmeye başlamış olmalıdır. Nitekim yazılı kaynaklar da bu doğrudan ilişkiyi onaylamaktadırlar. Halikarnassoslu Dionysos’tan Roma’da İ.Ö.484 yılında inşa edilen Ceres tapınağının süslenmesi ile görevli iki Hellen sanatçı olan ressam Damophilos ile heykeltıraş Gorgasos’u tanımaktayız. Gorgasos, Ceres’in bronz heykelini yapan heykeltıraş olmalıdır. Romalılar İ.Ö.3.yüzyılın başlarından itibaren önce Güney İtalya ve Sicilya’daki Hellen kolonileri ile ardından Hellas’taki egemenlerle çatışma dönemi boyunca Hellen heykeltıraşlarının yaklaşık 200 yıldan beri yarattıkları ve kentleri süsleyen başeserlerle karşı karşıya geldiler. Bu karşılaşma henüz her bakımdan fakir Romalılarda kültürel şok etkisi yaratmış olmalıdır. Daha sonraları Yaşlı Plinius (örneğin Naturalis Historia’nın kimi bölümleri) gibi Latin yazarların Lysippos, Phidias, Polykleitos ve Praksiteles gibi heykeltıraşlar ve eserleri hakkında bilgi sahibi oldukları anlaşılmaktadır. Bu heykeltıraşların ve tanınmış eserlerinin ünü yüzyıllar boyunca unutulmamıştır. Marcus Porcius Cato gibi bir muhafazakar devlet adamı tarafından, Hellen eserlerine ve Hellen yaşam biçimlerine karşın bu denli ilgili olmaları nedeniyle eleştirilmiş olmalarına rağmen, Romalılar ^ <t r İ N f R ^ J P E IA e O IN’ACR* | = j] P*X11‘J L’S i c e İ P’XV — lP i m “C ü f ‘ J _ ‘ lUnM Şekil 3 bu eğilimlerinden hiç vazgeçmemişlerdir. Bunda İ.

Ö.3.yüzyıl sonlarında başlayan Hellen sanat harikalarının da aralarında bulunduğu savaş ganimetlerinin geçit törenlerinin ve Romalı üst sınıflar arasında yaygınlaşan koleksiyonculuğun büyük payı olmuştur. Bu savaş ganimetleri arasında sadece heykeller değil 300 yıllık bilgi birikimi ile donatılmış heykeltıraşlar da yer almıştır. Örneğin İ.Ö.188 yılında Aitolialıları yenen Fulvios Nobilior yanında savaş esiri olarak çok sayıda sanatçıyı Roma’ya getirmişti. Başlangıçta köle olan ve daha sonraları azat edilen bu heykeltıraşlar arasında C. Avianius Evander’in adını bilmekteyiz. Bu heykeltıraşı Atina’da tanımış olan Cicero İ.Ö.51 yılında ondan bir heykel satın almıştı. İ.Ö.36 yılından sonra Evander Marcus Antonius ile birlikte İskenderiye’ye gitmiş, İ.

Ö.30 yılından sonra savaş esiri olarak Roma’ya getirilmiş ve orada içinde eski ustaların eserlerinin de restorasyonu olmak üzere önemli işlere imza atmıştı. Orijinaller azalmaya başlayınca koleksiyoncuların bu doymak bilmeyen talebini karşılayabilmek için ortaya çıkan Hellen kökenli kopyacılar benzer heykeller ve bunların çeşitlemelerini yapmaya giriştiler. Polykleitos’un Doryphorosu’na ve Praksiteles’in Venüsü’ne olan inanılmaz talep çok çarpıcıdır. Başeserleri kopyalayanların sadece birkaçı dışında hemen hiçbirinin adları bilinmemektedir. Bu birkaçına Güney İtalyalı bir Hellen olan Pasiteles ve öğrencileri Stephanos ve Menelaos dahildir. Pasiteles’in kendisi çok yönlü ve eli her türlü sanat eserine yatkın bir sanatçıydı. Ayrıca sanatın değişik konuları üzerine de eserler vermişti. Muhtemelen Güney İtalyalı bir Hellen idi ve Toplumsal Savaş’tan sonra özgür olmuştu. Roma’da Hellen Ciddi Üslubu’nda birinci sınıf eserlerin kopyalanmasına dayanan uzmanlaşmış bir heykel okulunun temelini atmıştı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir