Haldun Taner – Bütün Hikayeleri 2

Bir Amerikalı fotügrafçı, makinesinin objektifini çıkarıp yerine bir at gözO takmak suretiyle, çeşitli resimler çekmiş. Bu resimlerden anlıyoruz ki, eşya ve insanlar. at retinasına, gerçekte olduklanndan yarım misli daha iri aksediyorlarmış. Gerçekte olduklanndan dedik, bize görOndOklerinden demek daha do�ru olur. ÇOnkO bizim de eşyayı gerçek bOyOkiOkleri ile görtip görmedi!1imiz ayn bir meseledir. Amerikalı foto�rafçının bu buluşuna dayanan bir Alman bilgini de çıkmış, ” İşte” diyor “Her şeyi böyle oldu�undan daha bOyOk görOş, hayvanda dolayısıyle bir aşa!1ılık duygusu yaratmış ve onu daha ilk ça!11ardan itibaren insanın hizmetkan derekesine indirmiştir.” Fotografçının denemeyi nasıl bir at gözO ile yaptı!1ını bilmiyoruz. Ama bana öyle gelir ki, Almanın hipotezi olsa olsa sOtçO, sucu, çöpçO beygirleri gibi proleter atlar için geçerli olsa gerektir. A!1a Han’ın o, Lord solaleleri gibi şecereleri tutulan, has ahırlarda bin bir itina ile yetiştirilen aristokrat atları, imkan var mı insanları oldu!1undan bOyOk görsUnler. BOyOkiO�O geçtik, tam ebatta bile göremezler. Onlar yOksek sosyete ile iyice haşır neşir olduklarından, insanları dOrbOnOn tersinden seyreder gibi, kOçOk, kOçOcUk görme!1e çoktan alışmışlardır. Her neyse, hii<Ayemizin kahramanı olan at, alelade bir çöpçO beygiri oldu!1undan, her şeyi yarım misli daha iri gören cinstendi. Yirmiyi bitirmiş yirmi birine yeni basmıştı -Atların yirmi yaşı insanların, aşa!1ı yu9 kan altmış, altmış beşi demektir- belediye temizlik işleri kadrosuna Muhittin beyin valiligi zamanında girdiginden hatta emekliye ayniması bile yaklaşmıştı. Ustelik adı da Kalender’di. Bu vasıflan ile her şeyi yanm degil, iki misli bOyOk görse kimsenin bir şey demege hakkı olamazdı.


Vaka, saat Oç sulannda. Kalender’in her gOnkO vazife bölgesi olan Şişhane’de geçiyor. Hamalın biri, sırtına koca bir ayna vurmuş götOrOyordu. İşte Kalender kendi hayalini bu aynada gördO. Tabii, bu hayali gerçekte oldugundan -yahut bizim gördogomozden- daha bOyOk olarak gördü. Ve K İ Ş N E D İ Burada iki ihtimal akla gelebilir: A) Kalender, aynada gördogo atın kendi hayali oldugunu anlamıştı. Ki bu takdirde kişneyişi, her şeyi bOyOk, kendini de dolayısıyle kOçOk görmege alışmış bir mahiOkun, nihayet kendini gerçek bOyOklogo ve öz degeri ile keşfetmiş olmasından ileri geliyordu. Ama böyle bir hükme varabiirnek için, Kalender’in kendini ewelce başka hiç bir yerde görmemiş olması şarttır. Halbuki Kalender, yirmi bir yıl gibi uzun bir hayat sOresi boyunca ve hele İstanbul gibi bOyOk bir şehrin içinde, kendini evvelce hiç bir yerde görmemiş olamazdı. Aynada olmasa bile, bir çeşme yalagında, bir su kenannda veya bir çamur birikintisinde muhakkak görmüştür. Hatta çöpçO çöpleri arabaya boşaltırken, o, çamur sathına vuran aksinin hafif bir rOzg�rla nasıl kınşıp Orperdigini, suya egilmiş başının, gökyüzündeki mavi fonla ve uçuşan beyaz bulutlarla ne tatlı bir ahenk teşkil ettigini sOzgOn gözleri ile uzun uzun seyredip oyalanmışbr. Fakat kendini bir su birikintisinde seyretmekle aynada görmek arasında hayli fark vardır. Su birikintileri. ister istemez düzlemesine durduklanndan, insan, oraya vuran aksini, bpkı yOksekçe bir kOrsade nutuk çeken hatiplerin gazetedeki resimleri gibi, daima aşagıdan yukan bir perspektif yö10 nOnden görtir ki. bu çeşit aşagıdan çekilmiş resimlerin insanı -ve dolayısıyle atlan- daha bir heybetli gösterdigi de inkar olunamaz.

Halbuki ayna hep dikine durdugundan böyle dalkavukça optik oyunlanna başvurmaz. O, insanı nadan nadan, oldugu gibi gösterir. Şu halde. kendini daima kendi lehine, romantik ve artistik bir perspektiften görmege alışmış bir atın, gOnOn birinde aynanın buz gibi realitesi ile karşılaşması elbette ki. kuwetli bir şok yaratacaktı. Ve kişnemesi dahi bu hayal kırıklıgının çok tabii bir tepkisi sayılmak gerekirdi. At olalım, insan olalım, ihtiyarlıgı kolay kolay OstOmOze konduramayız. “Ben hep oyum” dersin. “Temizlik işleri kadrosuna ilk girdigim zamanki kıvrak kOheyJanım,” dersin. GOnler geçer, yıllar geçer. Şişhane’nin çöpleri bitmez, o dumanlı gençlik çagı duman misali erir biter. Gonon birinde talih bir ayna tutar yOzOne, aklın başından gider. “Ben bu muyum?”diye şaşarsın. “Bu kOIOstOr, bu kurada, bu solugan beygir Kalender ha? … ” Evet Kalender aynadaki hayalini tanıdı ise böyle düşOnmOş. bundan kişnemiş olabilirdi.

B) Yahut da. evet yahut da -polis, yolcular, dakkancılar filan daha ziyade bu ikinci tezi mOdafaa ediyorlar- hayvan, aynadaki halini başka bir at, kendi gibi bir çöp arabası çeken ve onu ezecekmiş gibi Uzerine yUrtiyen reel, yabancı ve dUşman bir at sanmış olabilir ki, bu takdirde kişneyişi gayet meşru bir kendini konıma içgOdOsOnOn ifadesi olarak kabul edilmek gerekir. Üstelik dUşman atı, yukarda anlattıgımız agrandisman meselesi yOzOnden, yanm misli daha bOyOk gördogo de unutulmasın. Ama hayır, doguştan beri bUtOn atlan hep bu iri ebatta görmege alışık oldugu dOşOnOIOrse, bunun pek de bOyOk bir rol oynarnadıgı anlaşılır. Mamafih ister birinci ister ikinci ihtimal varit olsun, bunun o kadar önemi yoktur. Hatta yukarda 11 uzun uzadıya sözUnO etti�imiz optik bozuklu�un da öneml yoktur. Asıl önemli olan bundan sonrası. Kalender K İ Ş N E D İ . Korkudan, şaşkınlıktan, hayal kınklı�ından, şuur altında saklı kalmış herhangi kanşık bir refule duygudan, şundan veya bundan. her nedense neden. kişnedi. Acı acı, sinirli sinirli kişnedi. Ve her Orken at gibi, gemi azıya alıp gerisin geri gitrne�e başladı. Sokak zaten yokuştu, yerler de ya�murdan kaygan … Araba o hızla gitti gitti, kaldınma çıkıp oradaki elektrikçi dok­ �nının vitrinini şangır şungur yere indirdi. Başka bir Amerikalı aklı ewel çıkıp da, atın kulak zanndan mikrofon yapmak suretiyle plak alma�ı akletmedi�i için, seslerin beygir kula�ına kaç misli kuwetli aksetti�ini henUz bilmiyoruz.

Fakat yine herhalde çok kuwetli aksediyor olmalı ki. Kalender bu şangırtıdan ve hele vitrinden yere dOşOp patlayan yOz mumluk bir ampu!On gOrOltOsOnden bOsbOtOn OrktO. Ve arabayı dörtnala ileri sOrdU. İşte asıl kaza da o anda oldu. Sao Paulo’daki firmanın yıldınm telgrafını alınca Artin Margusyan’ın aklı başından uçmuştu. Firma verdi�i teklif fiyatını son dakikada bir yüzde yirmi daha kırıyordu. Artin Margusyan şapkasız, paltosuz soka�a fırlamış, şoförOnO filan arama�a IOzum görmeden direksiyonun başına geçmişti. Şimdi hem arabayı sOrUyor hem dOşOnOyordu. Daha d�rusu buna dOşOnmek de denemezdi. Aklından son süratle birbirini tutmaz birtakım dOşOnceler geçiyordu. “Asvas barkevede Antranige acebarelov mezvnasi çımıt�ine”• diye söylendi. Antranik hem orta�ı. hem bacana�ı oluyordu. Kendisi Katolik. orta�ı Gregoryen olmakla beraber çok iyi anlaşırlardı.

Nitekim o gOn eksiltıneye kendi yerine onu yollamıştı. • Allah vere de Antranik acele edip bir halt karıştırmasa. 12 Tekrar altın krome saatine baktı. Daha henüz bir şey kayoolmuş sayılmazdı. Eksiitmenin başlamasına on beş dakika vardı. Ha gözOnO seveyim Antranik, sık dişini efladım. (İşaret memuru da tam durduracak zamanı bulmuştu. Saniyeler Artin Margusyan’a yıl kadar uzun geliyordu. Memur geç işareti verince gaza bastı ve virajı umduğundan güzel aldı.) Peki ama henttir nedir bu Lorenzo? Son takkede vingt pour cent fiyat kınlır? Kimbilir ne orostopoğluluk var bu oyunda … (Ön cama habire yağmur serpiştiriyordu.) Artin Margusyan ” İşte bir bu eksikti” diye homurdanarak, bir düğmeye bastı. Fakat ön camda bir değişiklik olmadı. ÇOnkO bastığı düğme arka fenerieli yakıyordu. Ehliyetini almasına daha birkaç hafta kalmış bir amatörün arabanın girdisini çıktısını meslekten bir şoför kadar bilmesi elbette beklenemezdi. Artin Margusyan ikinci bir düğmeye bastı.

Bu da aksi gibi yana sapış okunu kaldınyordu. Fakat Artin Margusyan sebat­ �r adamdı. Aslında piyasadaki mevkiini de geniş ölçüde bu meziyetine borçlu bulunuyordu. Bundan ötürO, bir üçüneO düğmeye bastı. Hele şOkOr, sonunda muradına ermişti. Deminden beli bana mısın demeyen o iki cam silici demir şimdi bir metronom temposuyle sağa sola gitmeğe, hamarat hamarat camı sıvaılamağa başladılar. Margusyan Tepebaşı virajını, işte bu kOçUk başansının sevinci ve güpegündOz yaktığı arka çamurluk fenerieli ile döndü. “Peki ama pourcentage üzelinden bu işte sen içerdesin oğlum … İ lk prix üzelinden ne komisyon alacağdık? Trois fois quatre, douze milles eder, sept fois douze, huit cent quarente. Si le prix d’achat est abaisse de vingt pour cent, le benetice en diminuera d’autant” -Artin Margusyan heyecanlı olduğu zamanlar Türkçe, Ermenice. Fransızca olarak Oç lisan üzelinden dOşünOrdü. Gerçi az buçuk İngilizce biliyordu ama, ne hikmetse. İngilizce tel�katı yalnız puro içtiği zamanlar açılırdı.- GOiümsedi “kendin kendine güvey giroorsun oğlum? Sankim ilk pıix üzerinden eksiitme senin Ozelin13 de kalacağıdı? Halbuki şimdi karanti bizdedir. Kimbilir Antranik beni görOnce ne şaşacak. Sade o mu? Ali Tomar, �mil’in adamları .

Anesti… Kevork Kavafyan … Na ili.” “Baylar” deyi, bir plaisanterie de yapabilirim. T elgrafı baryak gibi havada saliaya rak, “baylar derim, vaktinizi boşuna zayetmeyin. Bu fiyata kayfe şimdiye kadar hiç bir yerde teklif edilmedi. ” İşte tam böyle duşonayordu ki, iki demirin hamarat hamarat temizlediği direksiyon camının, o en temiz ve buğusuz yerinde, yeşil Uzerine beyazla yazılmış kocaman bir 515 rakamı, Foks Jumal’in sonundaki objektifin bOytimesi gibi bOyOdO, bOyOdO, bOyOdO … Sonra korkunç bir şangırtı ile her şey bir anda karanlığa gömOlOverdi. Vatman: “Ok gibi yola fırladı hayvan” diyordu. “Hemen el frenine asılıp kazayı önledim. Arkadan geleni ben nerden göreyim. Bre Allahın ökOzO, ne girersin arabanın dibine.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir