Heinz Kohut – Kendiliğin Yeniden Yapılanması

Kendiliğin Yeııideıı Yapılanması hem psikanaliz tarihinde hem de Kohut’un eserinde önemli bir kopuş noktasıdır. Çünkü bu eser kuramın yeni bazı bulgulan da ifade edecek, açıklayacak şekilde yeniden kurgulanması gerektiğini göstermekle kalmamış, aynı zamanda analitik tedavide hangi sonuçlann hedeflenmesi gerektiği sorusunu da yeniden tartışmaya açmıştır. Kohut’un daha önceki kuramsal yaklaşımı bilinmeden bu kitabın anlaşılması güçtür. Eski kuramsal yaklaşım gene bu diziden çıkan Kendiliğin Çözümlenmesi’nde ele alınmış ve Kohut’un yeni bulgularını elverdiğince klasik Freudcu yaklaşıma yakın bir çizgide ifade etmeye çalışmasına rağmen büyük bir tepki almıştı. Şimdi artık bu çizgi de terk edilmiş, eski kuram “Dar anlamıyla kendilik psikolojisi” olarak nitelenmeye başlanmıştır. Bu kitap ilk bakışta düzensiz bir şekilde kaleme alınmış görünebilir. Oysa ki mantığı oldukça basittir. Kohut kitabın başında kendisini yeni bir kuramsal ifade bulmaya sevk eden bulguları sergilemekte ve bu bulguların neden eski kuramsal çerçevelerde ifade edilemeyeceğini anlatmaya çalışmakta, giderek bu yeni bulguları ifade edecek yeni kuramı ileri sürmektedir. Bu basit mantığa rağmen gidiş tabii ki bu kadar basit değildir. Kohut yeni kuram oluşturan herkesin karşılaştığı iki tipik epistemolojik güçlüğü gözönüne almak zorundadır. Bu güçlüklerden ilki, eğer doğa bilimi eğretilemesi ile düşünmeme izin verilirse deneyleme koşullan ile ilgilidir. Bir bakıma psikanalizin deneyleme ortamı psikanalitik prosedürdür. İşte Kohut daha ilk eserinden beri bazı klinik sezgileri ve yeni kuramsal varsayımları çerçevesinde bu standart prosedürü değiştirmeye koyulmuştur. Bu durumda ortaya çıkan yeni bulguları ne ölçüde psikanaliz çerçevesinde kabul edebiliriz? Elbette vereceğimiz yanıt psikanalizi nasıl tanımlamamız gerektiği ile ilgili olarak değişe- KENDILli’.ilN YENiDEN YAPILANMASI 1 8 cektir.


Bu durumda Kohut kaçınılmaz olarak psikanalizin ne olduğunu, nasıl tanımlanması gerektiğini tartışmak zorunda kalmış ve klasik psikanalizi de açıklayan yeni bir meta-kuram ileri sürmek zorunda kalmıştır. Bu ikincil gibi görünen nokta kitabın tartışma zenginliğini artırırken konuya uzak bir okurda gereksiz ayrıntılarla uğraşılıyormuş izlenimini doğurmaktadır. Söz konusu epistemolojik sorun tüm “epistemolojik kopuşlar” için geçerlidir. Söz gelimi Einstein, Newton kuramından koparken kaçınılmaz olarak fiziğin temellerini yeniden tanımlamak ve eski kuramı kendi sistemi içinde yeniden tanımlayıp açıklamak zorunda kalmıştı. Kohut da aynı şeyi Freu<l kilramına yapmak durumundadır kaçınılmaz olarak. “Epistemolojik kopuş”Iarın kaderidir bu. İkinci epistemolojik güçlük benzer fakat biraz daha farklı bir kaynaktan gelmektedir. Bu güçlük “deneysel” bulguların kaçınılmaz olarak kuram-bağlı olması ile ilgilidir. Kısa bir ifade ile önce kuramdan bağlantısız olgular ortaya çıkıp da sonra bunları açıklayacak varsayımlar, dizgeler kurgulanmaz. Olguyu olgu kılan daha baştan kuramdır. Mesela basitçe şöyle düşünürsek kavrayabiliriz bu süreci. Düşünülecek en basit fiziksel olay bile aslında çok yönlü bir karmaşa arz eder. Bu olayda fizik bilminin konu edinmesi gereken yönler ancak önceden tanımlanmış bir fiziksel kavramlar dizgesi sayesinde ayırt edilebilir. Buradan bakınca kuram bir bakıma deneyden önce geliyor gibi durmaktadır. Ancak söz konusu olan bir totoloji değil diyalektik bir bütünlüktür; olgu-kuram diyalektiği.

İşte Kohut bu kitapta temel bir kuramsal kopuş gerçekleştiren bütün bilim adamlarının çözmesi gereken bu epistemolojik güçlüğü de aşmaya; olgu-kuram diyalektiğinin hakkını vermeye çalışmaktadır. Kitabın kaçınılmaz karmaşıklığının bu sebebi de anlaşılırsa, Kohut’un hangi aşamada hangi sorunu çözmeye çalıştığı iyi sezilirse okuma kolaylaşacaktır diye düşünüyorum. Psikanaliz tarihinde önemli bir “epistemolojik kopuş” gerçekleştiren, dolayısıyla böyle bir bilimsel kopuşun tüm epistemolojik zorluklarını da ifade edip aşmaya çalışan bu kitabın karmaşıklığı gülün dikenidir kanısındayım. Sunuş Yavuz Erten Elinizde tuttuğunuz kitabın yazarı, insanlığın en büyük düşünsel oluşumlarından biri olan psikanalitik öğretinin yüzyıllık serüveninin en can alıcı aktörlerinden biri: Heinz Kohut. Bu yüzyıl psikanalizi nereden nereye getirdi? 1896’dan Freud’un 1939’daki ölümüne kadar geçen süre de dahil olmak üzere, psikanalitik öğreti, sürekli bir evrim içerisinde oldu. Medeniyet tarihinde pek az öğretinin böyle bir dinamizm ve değişme cesareti gösterdiğine tanık oluruz. Psikanalizi geçirdiği ölümcül krizlerin ardından, bugün yine önder psikiyatrik ve psikoterapötik kuram yapan özellik de budur. Kendiliğin Yeniden Yapılanması bu evrimin en güzel örneklerinden biri. Seksenli yıllarda yaşama gözlerini yuman Kohut, gençliğini ve erken orta yaşlarını Freud’un klasik psikanaliziyle yaşadı. Geç orta yaşlar ve yaşlılıkta, Freud-sonrası oluşumlar olan ben (ego) psikolojisi ve nesne ilişkileri ekollerini gördü, onlarla halleşti. Yaşlılığın bilgelik, umutsuz hastalık ve ölümle buluşması ise, onu kendi kuramını yaratmaya itti. Yaşamı boyunca bünyesinde bütün yakıcılığıyla yaşadığı; izlerini acılar, umutlar, hayalkınklıkları, yanılgılar ve gururlar olarak harmanladığı psikanalizi -eski bir sevgiliyi tam da vedalaşma anı ve mekanında, yeni ve tüm çıplaklığıyla gönne huzur, kabul ve yalınlığında-yeniden tanımladı. Bu öyle bir tanımlamaydı ki, aynı zamanda diğeri’ni (psikanalizi), o andan itibaren, artık eskisi gibi olamayacağı bir ilişkisel belaya da bulaştırdı. Kohut kuramı psikanalitik düşüncenin bir yüzyıla yakın deneyiminin ürünü olarak Freud metapsikolojisine getirilen yeni bir bakış açısı, -zaman zaman da- büyük bir eleştiridır. Seksenli ve doksanlı yıllarda Kohut’un geliştirdiği kuramsal oluşumun “Kendilik Psikolojisi” adı altında ekolleştiğini görürüz.

Diğer üç ekol olan, Freud’un dürtü/savunma modeli; Anna Freud, Hartmann ve Rapaport’un “Ben Psikolojisi” ve özellikle Otto Kernberg’in yaz- KENDILl<‘.ilN YENiDEN YAPILANMASI 1 10 dıklarıyla etkisi iyice artan ve genişleyen “Nesne İlişkileri” öğretisi, kendi aralarında birbirlerini dışlamadan tamamlama gibi bir özelliğe sahiptirler. Oysa, Kendilik Psikolojisi, getirdiği devrimci yeniliklerle, üç ekolün bakış açılarını ya farklı bakış açılarıyla yorumlar, ya da bütünsel olarak eleştirir ve yok sayar. Kohut’un özellikle Kendiliğin Yeniden Yapılanması ile açtığı çığır bütün ABD’de Stolorow, Atwood, Brandchaft, Lachman, Lichtenberg gibi isimler tarafından radikal bir çizgiye çekilmektedir. Kohut, Freud’un kuramını toptan reddetme noktasına hiçbir zaman gelmemiştir, hatta uyumlu bir “birlikte yaşama” için düşünsel manevralar bile yapmıştır, oysa yukarıda isimleri belirtilen takipçiler, teknik olarak klasik psikanalizi ve kuramsal olarak Freud metapsikolojisini külliyen reddetme yolundadırlar. Yeni ekolün bu özelliği, psikanalitik öğretinin içindeki geleneksel ve muhafazakar çevreler için korkutucu ve rahatsız edicidir. Özellikle Kıta A vrupası ‘nda hala varlığını ve üstünlüğünü sürdüren bu çevreler, psikanalizin ABD’de Kohut ve takipçileri tarafından saptırıldığı ve soysuzlaştırıldığını, buna kendi topraklarında izin vermeyeceklerini iddia etmektedirler (Stem, 1996, Kişisel iletişim). Peki, nedir Kohut’un yarattığı devrim? Bu değişimin kuramsal ve teknik ifadeleri nelerdir? Bu soruların yanıtlarını bir önsöz yazısında vermeye çalışmak haddini aşmaktır diye düşünüyorum. Düşünsenize, New York Filarmoni konserinin başlamasına beş-on dakika kala, önünüzdeki sıradan bir adam size doğru dönüyor ve ıslığıyla, sıralara vuran parmaklarıyla birazdan ne çalınacağını canlandırmaya çalışıyor. Kibarlıktan söylemeseniz bile, içinizden “Kes be adam!” cümlesi geçer. Ben bu cümleyi kendime söylüyorum ve haddimi biliyorum, ancak bir tek şeyi ifade etmeye kendimi mecbur hissediyorum. Kohutçu öğretiyi farklı ve üstün yapan Kohut’un şu özelliğidir: Kuramsal uyanışını anlatırken dile getirdiği gibi, Kohut psikanalistler arasında hastanın her zaman haklı olduğunu duyan ilk kişidir. Kohut’tan sonra, hastanın her söylediğini, yaptığını, aktarım, direnme ve dışavurum diye değerlendirip, kendisine, “Ben bu ilişkide ne yapıyorum? Ben bu etkileri nasıl uyandırıyorum?” sorularını sormayan yüzleri maskeli analistler bile, kendi öznelJiklerine, hasta ile aralarındaki ilişkinin gerçeklerine dönüp onları araştırmak zorunda kalmışlardır. Bu eser süreci ve sonucuyla “psikanalizin yeniden yapılanması” dır. SUNUŞ 1 11 Bu eşsiz eseri dilimize kazandıran Oğuz Cebeci ve böyle bir diziyi toplumun her kesimi yoğun gereksinim içindeyken Kohut’u da dahil ederek oluşturan ve yayımlayan Metis Yayınları ve Dr.

Saffet Murat Tura, büyük bir hizmet gerçekleştirmişlerdir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir