Holly Seddon – Nefesini Tut

Müzik, Amy’nin bedeninde gümbürdedi ve kalbini sıkıştırdı. Müzik sesi o kadar yüksekti ki kulakları çınlıyor, kuş yavrusu gibi olan kaburgaları takırdıyordu. Müzik her şeydi. Yani, neredeyse her şey. Daha sonraları gazeteler, on beş yaşındaki Amy Stevenson’ı, “yaşamak için her şeye” sahip olan bir “güneş ışını” olarak adlandıracaktı. Çantası sırtından sarkar vaziyette, eve olan upuzun yolu ağır adımlarla yürürken kulaklıkları Britpop ezgileriyle uğulduyordu. Amy’nin, Jake isminde bir erkek arkadaşı vardı. Jake ondan, o da Jake’ten hoşlanıyordu. İkisi neredeyse sekiz aydır birlikteydiler; okulda teneffüs zamanlarında, sıcacık elleri kenetlenmiş, hızla çarpan yürekleri eş zamanlı atarken, aşk yolunun “en üst bahçesinde” birlikte yürüyorlardı. Amy’nin iki yakın dostu vardı: Jenny ve Becky. Bu üçlü, filmlerde ve kitaplardaki karakterlerin hikâyelerinden, çekişmelerden ve dedikodulardan oluşan durmak bilmez bir anafor içerisinde dans edip dururlardı. Sarhoş geçen her cumartesi gecesinin sonunda, “o şöyle dedi-sonra diğeri böyle dedi” tarzı muhabbetlerin baş döndürücü izlerinin ardından pişmanlık ve hıçkırıklarla dolu kucaklaşmalar gelirdi. Dışarı çıkılan akşamlar, genelde kabristanların bulunduğu parkta içilen limonlu Hooch likörü ya da beş yaşın8 daki bir çocuğa bile kimliğinin sorulmayacağı The Sleeper adlı barda içilen Archers likörü ile limonatadan ibaret olurdu. Okul akşamlan onun için, ucuz tarifenin başladığı, saat altı telefon görüşmeleri demekti. Amy konuşmaya devam ederdi, ta ki üvey babası Bob yemek salonuna gelip ona o anlamlı bakışı atana dek: Akşam yemeği vakti geldi, telefonumu rahat bırak.


Perşembe akşamlan Amy için, Top of the Pop s* ve Eastenders”, cuma akşamlan da Friends*** ve The Word’m demekti. Amy’nin Kickers marka çantası, attığı her bir adımla daha da ağırlaşıyordu sanki. Genç kız çantasını beceriksizce diğer omzuna astı, bu sırada kulaklıklarının kabloları birbirine kanştı, tek kulaklığı kulağından çıktı ve gerçek dünyanın sesleri kulağına akın etti. Amy evine uzun yoldan gidiyordu. Önceki gün eve erken gitmiş ve mutfakta en sevdiği fincana süt tozu dökmekte olan Bob’u ürkütmüştü. Bob önce gülümseyerek ona sarılmak için kollarım açmış, daha sonra Amy’nin göz açıp kapaymcaya dek geri döndüğünü ve açık araziye çıktığını fark etmişti. Amy yanm saat boyunca Bob’un, onca yol arasından güvenli yoldan geçerek eve gelmesi gerektiğine dair çılgınca konuşmalarını dinlemek zorunda kalmıştı: “Bunu seni sevdiğim için söylüyorum Ames, ikimiz de seni seviyoruz ve sadece senin güvende olmanı istiyoruz.” Amy onu dinlemiş, oturduğu yerde kıpırdanmış ve esnemelerini bastırmıştı. Bob sonunda sözlerini bitirdiğinde * 1964-2006 yılları arasında yayınlanan ve İngiliz müzik listelerinin yer aldığı program, -yhn ** 1985 yılında yayınlanmaya başlayan ve günümüzde yayını devam eden, birçok televizyon ödülü kazanmış popüler pembe dizi, -yhtı *** 1994-2004 yılları arasmda yayınlanan, New York’ta yaşayan altı arkadaşı konu edinen ABD komedi dizisi, -yhn **** 1990-I995 yılları arasmda yayınlanan İngiliz magazin programı, -yhn 9 ayaklarını yere vura vura yukarı çıkmış, kendini yatağına atmış ve kendine öfke dolu bir şarkı derlemesi yaparken CD kılıflarım öteye beriye atmıştı. RageAgaitıst ihe Machine, Hole ve Faith No More. Amy önceki gün Bob’u şaşırttığında, onun çoktan eve gelmiş olabileceğini biliyordu. Onu yakalamak ve yine eleştiriye başlamak üzere bekliyor olacaktı. Uzun yürüyüşler özellikle salı günleri ona tatsız gelmesine rağmen, onunla tartışmaya girmeye değmezdi. Salı günleri Fransızca ve tarih dersleri bir aradaydı ve ikisinin de aptalca, devasa ders kitapları olduğu için çantası hep çok ağır olurdu. Amy, Fransızca öğrenmekten büyük bir tutkuyla nefret ediyordu; öğretmeni tam bir pislikti ve kim pencereyi cinsiyetiyle nitelemek isterdi ki? Fakat bu dili öğrenme fikri hoşuna gidiyordu.

Fransızca seksi bir dildi. Kendini, kulağına Fransızca bir şeyler fısıldayarak, Jake’ten biraz daha sofistike birini baştan çıkarırken hayal ediyordu. Jake’ten daha yaşlı birini baştan çıkarabilirdi. Çok daha yaşlı birini. Amy elbette Jake’i seviyordu, bunu söylerken son derece ciddiydi. Jake’in ismini çantasının üzerine itinalı bir şekilde Tippexle yazmıştı ve geleceği hayal ederken Jake de bu geleceğin içinde yer alıyordu. Fakat son birkaç haftadır Amy, aralarındaki farkları giderek daha çok görmeye başlamıştı. Kocaman gülümsemesi ve koyu kahverengi, yavru köpeğinkini anımsatan gözleriyle Jake, vakit geçirmesi çok kolay ve çok nazik biriydi. Fakat çıktıkları süre boyunca, elini Amy’nin okul gömleğinin içine sokma konusunda bile cesaretini zar zor toplayabilmişti. Koskoca öğle aralarım okulun üst bahçesinde öpüşerek geçiriyorlardı ve bir keresinde Jake, Amy’nin üstüne çıkmıştı ama bacağı uyuşan Amy geri çekilmek zorunda kalmıştı. Jake bunun üzerine o kadar telaşa kapılmıştı ki günün geri kalanı boyunca neredeyse hiç konuşmamıştı. 10 Aradan aylar geçmişti ve Amy hâlâ bakireydi. Artık bu iş giderek utanç verici bir hale gelmeye başlıyordu. Amy en sona kalma fikrinden, herhangi bir konuda kaybeden olmaktan nefret ederdi. Hayal kırıklıkları bir yana Amy, Jake’in judo kulübünü ekip onunla buluşacağını ummuştu.

Jake ve küçük kardeşi Tom her gün okuldan eve arabayla dönerlerdi çünkü kibirli anneleri okul sekreteri olarak çalışıyordu. Jake’in ailesi, Royal Bulvarı’ndaki çift cepheli evlerden birinde yaşıyordu. Jake her zaman evine, Amy’nin Bob ve annesi Jo’yla birlikte yaşadığı, Warlingham Yolu’ndaki çift yatak odalı sıralı binalardaki evine ulaşmadan evvel dönmüş olurdu. Jake’in annesi Sue, Amy’den hoşlanmıyordu. Amy’yi, değerli bebeğini yoldan çıkaracak biri olarak görüyor gibiydi. Amy, kötü kadm olarak görülme fikrinden çok hoşlanıyordu. Herhangi bir şekilde kadın olarak görülme fikri hoşuna gidiyordu. Amy Stevenson’ın bir sırrı vardı. Midesinin büzülmesine ve kalbinin deli gibi çarpmasına neden olan bir sırdı bu. Amy’nin arkadaşlarından hiçbiri sırrını bilmiyordu ve Jake’in de kesinlikle hiçbir fikri yoktu. Jake bunu asla bilemezdi. Kınayan bakışlarıyla Jake’in annesi bile bunu asla tahmin edemezdi. Amy’nin sırrı çok daha yetişkindi. Kesin ve kati suretle bir erkekti. Omuzlan Jake’in omuzlarından daha genişti, sesi daha alçaktı ve kaba sözler sarf ettiğinde bunlar, bu sözleri dile getirme hakkını kazanmış dudaklardan çıkıyordu.

Uzun boyluydu ve asla acele etmeden, kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Tıraş losyonu kullanıyordu ve bu losyonun markası Lynx değildi; aynca bisiklet yerine araba kullanıyordu. Jake’in gözlerinin önünü kapatan kum sarısı saçlarının aksine, onun gür, koyu renk saçları vardı. Erkek kesimi saçlar. 11 Amy gömleğinin arasından, göğsünün orta yerinde koyu renk kıllardan oluşan sığ bir çukurun bulunduğunu görmüştü. Amy’nin sırrının upuzun, kapkara bir gölgesi vardı. Amy onu düşündüğü zaman sinirleri infilak ediyor ve zihni, diğer hisleri susturan parlak beyaz bir sesle doluyordu. Sırrı onun beline, bir erkeğin bir kadına dokunduğu gibi dokunuyordu. Sınıfındaki, zil çaldığında tilt makinesindeki gümüş toplar gibi koridorlara fırlayan çocukların aksine o Amy için kapıları açıyordu. Annesi de onu “uzun boylu, koyu tenli ve yakışıklı” olarak tanımlardı. Gösteriş yapmaya, böbürlenmeye ihtiyacı yoktu. Okuldaki en güzel kızlar bile onunla herhangi bir şansları olduğunu düşünmezlerdi. Hiçbiri, Amy’nin bir şanstan daha fazlasına sahip olduğunu bilmiyordu. Çok daha fazlasına. Amy onun bir sır olarak kalması ve kısa ömürlü olması gerektiğini biliyordu.

Yalnızca hayat hikâyesine atılacak bir virgüldü, daha fazlası değil. Tüm bunları bir kutu içerisinde kilitli tutması gerektiğini biliyordu; mükemmel, tastamam, özel, hayatının diğer fon müziklerinden tamamen ayrı bir yerde. Gerçekten de yaşadıkları şimdiden bir anı halini almıştı. Bundan aylar sonra yine öğle yemeği arasmda Jakele öpüşüyor, arkadaşlarıyla münakaşa ediyor, geciktirdiği ödevleri için bahaneler bulmaya çalışıyor, her gece RadioOne kanalında Mark ve Lard’ı dinliyor olacaktı. Bunu biliyordu. Kendi kendine, bunun sorun olmayacağını söylüyordu. O, kalçasına dokunduğunda ya da yüzüne düşen saçlarını geri ittiğinde Amy kendini elektrik çarpmış gibi hissediyordu. Yalnızca parmak uçlarının teması teninin, dünyadaki diğer her şeyi bastıracak şekilde şarkılar söylemesine neden oluyordu. Ona yapacağı, kendine yapmasını 12 isteyebilecekleri konusunda hem heyecanlanıyor hem de korkuyordu. Bu şansı hiç yakalayabilecekler miydi? Yakaladıkları takdirde ne yapması gerektiğini bilecek miydi? Dışarıdan gelen diğer sesler eşliğinde mutfaktaki o öpücük. Elleri onun yüzünde, kirli sakalın neden olduğu, daha önceden hiç hissetmediği o kaşıntı hissi. Amy’nin tüm gece uyanık kalmasına neden olan o küçücük öpücük. Amy, VVarlingham Yolu’na döndü ve ritüel başladı. Çantasını, yüzeyi ufalanan beton duvarm üzerine koydu. Yukarı kıvrılmış eteğinin kemerini çözüp aşağıya indirdi.

Çantasının içindekileri boşalttı, Impulse Chic vücut spreyini ve kiraz aromalı dudak parlatıcısını buldu. Amy spreyi salladı ve tatlı kokudan yayılan kısacık bir püskürtünün havaya yayılmasına izin verdi. Ardından çekingen bir ifadeyle etrafına bakındıktan sonra, tıpkı annesinin kulüpte geçireceği bir gecenin öncesinde yaptığı gibi, parfüm kokusundan oluşan bulutun içine adımım attı. Dudak parlatıcısını önce alt, sonra üstdudağma sürdü ve dudaklarım birbirine sürttükten sonra hırkasına hafifçe sürterek parlaklığı aldı. Jake’in kendisini bekliyor olması halinde hazır olmak istiyor, fakat bunun için uğraştığını da belli etmek istemiyordu. Amy’nin walkmaninden yükselen sesler kulaklarını doldurmaya devam ediyordu. Pulp’m Do You Remember The First Time? şarkısı başladı ve Amy gülümsedi. Amy her şeyi tekrar çantasma yerleştirip çantayı diğer omzuna taktığı ve yoldan aşağı inmeye devam ettiği sırada Jarvis Cocker’ zihninde sırıtıyor ve ona göz kırpıyordu. Yolda Bob’un kamyonetini gördü. O sırada Amy evden on iki kapı ötedeydi. Gözlerini kısarken kendisine doğru gelmekte olan figürü seçebiliyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir