Holly Bourne – Sen Benim Diğer Yarımsın

Güneşin doğuşuyla diğer günlerden farksız bir gün başlamıştı yine. Sanırım ne zaman birinin başına olağanüstü bir durum gelecek olsa o gün, hep huzursuzca uyanmakla başlar. Bu ister bir ölüm kalım tecrübesi olsun ister ömrünüzün geri kalanını geçirmek istediğiniz insanla tanışmanız… Hepsi güneşin doğuşu, saatinizin alarmının çalışı ve o huzursuzlukla yorganın altından çıkışınızla başlar. Ne sıkıcı. Ne sıradan. Hayatımın değiştiği gün de pek farklı değildi. Tek kişilik yatağımda, pikenin altında, perdelerimden süzülüp bacaklarıma düşen güneş ışığına bakarak açtım gözlerimi. Bu sırada nefes egzersizlerime de başlamıştım. Ellerimi karnımın altına yerleştirerek her nefeste nasıl da şişip indiğine odaklandım. On dakika boyunca bunu tekrarladım. Günlerden cumartesiydi ve hiçbir işim olmadığı için aslında hemen kalkmam gerekmiyordu. Ama kalkıp perdeleri sonuna kadar açtım ve gün ışığı bir anda odamın her köşesini doldurdu. Sonra pencerenin önündeki boşluğa oturup bacaklarımı toplayarak dışarıya bakmaya başladım. Adım Poppy Lawson ve yaşadığım yeri sevmiyorum. On yedi yaşında olup yaşadığınız yeri sevmemek tam bir ergen klişesi olsa da gerçek bu.


Aslında benim hayatımın sıradan olmayan hiçbir yanı yok. Londra’ya kısa bir gidiş geliş mesafesindeki küçük bir kasabada yaşıyorum. Burada her sabah saat tam altı buçukta, takım elbiseli erkekler düzgün bir sıra hâlinde tren istasyonuna doğru yola çıkarlar. Eşleri ise evde kalıp çocuklarını özel okullarına göndermek üzere bir hazırlığa girişirler. Kâseler dolusu organik müsli yendikten sonra da okula gitmek üzere dört çarpı dörtlerine binerler. Burası, her evin bir ön bahçesi olan; herkesin sizi, sizin de herkesi tanıdığınız mekânlara sahip bir yerdir. Tüm ailenin başarısı, sadece çocuklarının lakros oyunundaki başarılarıyla ölçülüyormuşçasına bir dünya sosyal aktiviteye zorlandığınız bir kasabadır. Kısacası tam anlamıyla kocaman bir klişedir ve ben de bundan nefret ediyorum. Ama sanırım bu durum da oldukça tahmin edilebilir bir klişeden başka bir şey değil. Düşüncelerim çalan cep telefonumun sesiyle bir anda bölündü. Ekrana bakıp gülümsedim. Arayan Lizzie’ydi. “Saat ne kadar erken farkında mısın? Hâlâ uyuyor olabilirdim/’ dedim telefonu açıp. “Kapa çeneni. Saat on buçuk oldu ve benim sana verecek haberlerim var.

” “Pekâlâ, dökül o hâlde.” Bacaklarımı pencerenin önünde uzattım. “Bu geceyle ilgili. Muhteşem olacak/’ Lizzie olayları abartmaya bayılırdı. Hedefi bir gazeteci olmak olduğundan zamanının çoğunu buna hazırlanarak geçiriyordu. Arkadaş grupları arasında dedikodu transferini gerçekleştirir, en sıkıcı ev partisini bile ertesi gün ilginçleştirebilirdi. Ve elbeĴe herkes hakkında ansiklopedik bilgiye sahipti. Sır saklamasının fiziksel olarak imkânsız olduğunu öğrenmiş olsam da yine de onu seviyordum. Burayı ve yaşamlarımızı daha heyecanlı gösteriyordu. Monotonluğa renk katıyordu. Bir iç çektim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir