Honore De Balzac – Gizli Basyapit

Gizli Başyapıt’ın 1 girişini az çok andıran bir tümceyle başlarsak: “1993 yılının sonlarına doğru soğuk bir Aralık sabahı, oldukça sıkı giyinmiş, orta yaşlı iki adam, Paris’teki Grands-Augustins Sokağı’ nda bir evin kapısı önünde dolaşıyorlardı.” Enis Batur’la ikimizdik bu iki aylak; sokağın ortalarında yükselen eski bir yapının görkemli kütlesini seyrediyor, avlu kapısından içeriyi, avluya bakan asıl cepheyi görmeye çalışıyorduk. Beni oraya Enis götürmüş ve şimdilerde sanat eğitimiyle ilgili bir kurumun yerleştiği evin kapısında bir fotoğrafını çekmemi istemişti (çektiğim fotoğraflardan birini, bir kitabının arka kapağında kullandı; aşağıda aktaracağım bilgileri de çoğunlukla onun bana ulaştırdığı kaynaklardan derledim). Sonradan adının Brière de Bretteville Konağı olduğunu öğrendiğim yapı, eski Paris’in birkaç katlı, avludan girişli, ağır taş yapılarından biriydi ve kemerli, üçgen alınlıklı avlu kapısında okuduğum mermer levha, ağzımı şaşkınlıktan bir karış açık bırakmıştı: “Picasso, 1936’dan 1955’e kadar burada yaşamış ve Guernica’yı 1937’ de bu atölyede yapmıştır. Öte yandan Balzac da Le Chef-d’œuvre inconnu adlı öyküsündeki olayın burada geçtiğini söyler.” Paris’te yapıların duvarlarında zaman zaman insanı heyecanlandıran levhalara, sevdiğiniz sanatçıların, yazarların adlarına rastlarsınız ama böyle bir ikili kolay bulunur şey değildi. Üstelik Jacques Rivette’in Gizli Başyapıt uyarlaması La Belle Noiseuse filmini kısa bir süre önce görmüştük ve Frenhofer’in cinnetiyle Rivette’in konuya bakışı, Enis’le o sıralar sık dönüp geldiğimiz sohbet konularımızdan biriydi. Enis, birkaç yıl sonra, bu konuyu kuşatan Frenhofer Olmak, Balzac’ın Meçhul Şaheser’i İçin Picasso’nun XIX+I İllüstrasyonu ve Tahribat Sanatı Üzerine Söyleni adlı o güzel kitabını yayımladı. Benim o sıralar aklıma düşen, bu Meçhul Şaheser’in yeni bir çevirisini yapma tasarısı da, ne yapalım ki, ancak on iki yıl sonra gerçekleşebildi. Yeni bir çeviri diyorum; çünkü yapıtın Nahit Ulvi Akgün tarafından Bilinmeyen Şaheser adıyla yapılmış ve kırklı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmış bir çevirisi vardı. Ama o dönemin bütün çevirileri gibi dili epeyce eskimiş bir çeviriydi bu. Önemli bir yazın adamının elinden çıkmış, yetkin ve usta işi bir çeviri olmasına karşın, artık kullanmadığımız sözcüklerle dolu, okunması zorlaşmış bir metindi. Bu yüzden yeni bir çeviriyi hak ediyordu. Öte yandan beni heyecanlandıran, coşturan ya da zorlayan metinleri her zaman çevirmek istemişimdir. Çünkü çeviri, sanırım en iyi, en derin, en ayrıntılı okuma biçimidir.


Sevdiğiniz bir metni çevirirken, belirli bir dilde kurulmuş bir söz ve anlam yapısına başka bir dilde karşılık ararken alınan tat, hiçbir şeye benzemez! Balzac’ın Gizli Başyapıt’ı özellikle sanat dünyasını çok ilgilendirmiş bir metindir. Çünkü tepeden tırnağa resmin, sanatın, yaratının sorularıyla örülüdür. Yazıldığı dönemden başlayarak ressamları, sanatçıları, sanat tarihçilerini şaşırtmış, düşündürmüş, heyecanlandırmıştır. Bunların ilki, belki de en önemlisi Cézanne’dır. Kendini Frenhofer’le özdeşleştirdiği söylenir ki, hiç de yadırgatıcı değildir bu. O da Frenhofer gibi tam bir tutku ve çile adamıdır. Emile Bernard’ın anılarında aktardığı bir sahne, her şeyden önce sessizliğiyle, çok heyecan verici geliyor bana: “Bir akşam ona Balzac’ın Gizli Başyapıt’ından ve öykünün kahramanı Frenhofer’den söz açtım; masadan kalktı, gelip önüme dikildi ve işaretparmağını göğsüne bastırarak –ağzından tek sözcük çıkmadan ve bu hareketi art arda yineleyerek– öyküdeki kişinin kendisi olduğunu belirtti. Öyle heyecanlanmıştı ki, gözleri yaşlarla dolmuştu.” “Başyapıt”la tutkulu bir ilişki kuran bir başka büyük ressam da Picasso’dur. Önce 1927 yılında Ambroise Vollard’ın yayımladığı “şık” bir Gizli Başyapıt baskısını resimlemiş (çok az sayıda basılan ve hemen bir koleksiyon parçası haline gelen bu kitap, bugün Avrupa piyasalarında otuz-kırk bin euro’ya alıcı buluyor), dokuz yıl sonra da bu öykünün geçtiği söylenen evi 2 kiralayıp yirmi yıla yakın oturmuştur. Gerçi Balzac, öykünün yalnızca baş tarafını Grands Augustins Sokağı’na yerleştirir; evin önündeki tabela da bu yüzden biraz yanıltıcıdır. Balzac için burası, François Porbus’ün evi ve atölyesidir; asıl mekân, yani çılgın Frenhofer’in eviyse Saint-Michel Köprüsü’ne doğru başka bir yerdedir. Bu yanılgıya Frenhofer Olmak’ta Enis Batur da düştü; onu uyardığımda çok geç olmuş, kitap basılmıştı. Şu işe bakın ki, Enis de Balzac’ın Frenhofer için verdiği yaklaşık adrese çok yakın bir yerde –tam aynı yer değilse eğer– altı ay kadar oturdu. Üstelik oturduğu 17.

yüzyıl yapısının üst katını, bir süre Matisse’in atölye olarak kullandığı söyleniyordu. Paris böyledir işte; bu büyülü kentte gerçek ve kurgu kişilerle hayaletler, aynı sokaklarda, aynı evlerde dolaşıp birbirlerinin düşlerine girerler. Gizli Başyapıt “mitosu” üstüne kapsamlı bir inceleme 3 yayımlayan Amerikalı sanat tarihçisi Dore Ashton, Picasso’nun metnin bütününü okumamış bile olabileceğini ama Frenhofer tipinin, tıpkı Cézanne gibi onu da çok etkilediğini söylüyor. Picasso’nun bu kitap için hazırladığı baskıların dökümü de epeyce ilginç: Ressam ve Modeli başlıklı “metin dışı” on iki asitli baskı (burada Picasso’nun takıntılarından biriyle Balzac’ın metni, sanki karşılıklı birbirlerini aydınlatıyorlar; ama “ressam”, ufak tefek ve yaşlı Frenhofer’den çok, güçlü kuvvetli, saçlı sakallı bir adama, belki de Picasso’ya benziyor; sanki burada da üstü kapalı bir özdeşleşme arayışı var); elliye yakın kübist esinli “metin içi” tahtabaskı ve Frenhofer’in başyapıtını simgeleyen on altı gizemli, soyut, tuhaf çizim. Anlamı belirsiz birtakım yuvarlakları birbirine bağlayan rasgele çizgiler var, bu desenlerde (Frenhofer Olmak’ta hepsini bulabilirsiniz). Rasgele değil elbette; metin katında bir “yapıt” imgesinin, büyük bir ressam tarafından görüntü katına aktarılması çabası bu. Aslında Balzac, öykünün sonuna doğru, gizli başyapıtı iki ressamın gözünden oldukça ayrıntılı bir biçimde betimliyor; anlattığı da, yüz yıl öncesinden, tam bir “soyut” resim. Picasso’nun Ressam ve Modeli dizisindeki baskılarda, ressamla model arasında bu betimi andıran tuvaller görüyoruz. Ama asıl çizimler, betimlenen resme hiç benzemiyor; dahası önümüzde tek değil, on altı “yeniden canlandırma denemesi” var – bu tuhaf biçimler böyle tanımlanabilir mi, bunu da pek kestiremiyorum. Ama öyle ya da böyle, aşkın bir “resimleme” çabası karşısında olduğumuz kesin. 20. yüzyılda bu öyküyle ilgilenmiş, bu konuda denemeler kaleme almış yazarlar arasında Michel Leiris, Hubert Damisch, Michel Serres, Georges Didi-Huberman gibi ünlülerin yer aldığını görüyoruz. Fransız yönetmen Jacques Rivette’in çektiği ve iki farklı biçimde kurguladığı La Belle Noiseuse filminden başta söz etmiştim. Bu filmin, çok heyecan verici bir Gizli Başyapıt uyarlaması olduğunu, Balzac’ın öyküsünü, çağımıza taşıyarak ve biraz değiştirerek yeniden anlattığını, konuya da yeni estetik ve düşünsel boyutlar getirdiğini eklemeliyim.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir