İbn-i Kayyim El-Cevziyye – Şeytanın Tuzakları

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…. Ey Rabbimiz, bizlere tarafından büyük bir rahmet ihsan eyle… işlerimizi kolaylaştır ve hakikate yönelt! Bizleri doğruluk ve iyilikten ayırma… Efendimiz Muhammed’e ve O’nun ev halkına salât ve selamlar eyle… Sonsuz hamd ü senalar olsun O yüce Allah’a ki, evliyasına (dostlarına) celal ve cemal sıfatlarıyla zuhur edip kendi zatı ve sıfatları hakkında onların kalblerini aydınlatmış, kemal sıfatlarının müşaha-desiyle onları .kemale erdirip bahtiyar etmiştir. Aynı zamanda Kendisini onlara nice nimet ve lütuflarıyla tanıtmış, kulları içinde o dostlarını ilim ve marifetle seçkin kullar kılmıştır. Böylece onlar da O’nu, eşi ve benzeri olmayan, hiçbir eksiği ve ihtiyacı bulunmayan bir Zat olarak tanımışlar, O’nu zatında, sıfat-larında ve fiillerinde ortakdan tenzih edip birlemişler; O’nu O’nun istediği ve Kitab’mda emredip öğrettiği şekilde tevhid etmişlerdir. Her ne kadar O, haddi zatında Zat’mm künhü ve özü itibariyle hakkıyla bilinemese de, Zat’ma ait sıfatları ve fiilleri hakkında kendi dostlarını haberdar kılıp onları mümtaz (seçkin) eylemiş ve bu en mühim konuda ifrad ve tefride düşmekten (sağa-sola sapmaktan) korumuştur. Şüphesiz ki kullardan hiç biri, hakkıyla Allah’ı bilip tanıyamaz. Hiç bir kul hakkıyla O’na kulluk edemez! Allah kendisinin bildiği ve Övdüğü gibidir. Nitekim bütün kullara kulluğun kılavuzu olarak gönderilen ve bütün Allah elçilerinin en keremlisi ve en şereflisi kılman efendimizin mübarek lisanından çıkan’ bir mübarek sözde de böyle ifade edilmiştir. Ancak bu; O’nu zatıyla, zatının künhü ve özüyle tanımak bakımındandır. Yoksa Zatına ait sıfatlar ve fiiller itibarıyla O’nu, O’nun enbiyası ve evliyası tanımakta ve bu tanıyış ile seçkin kılınmış bulunmaktadırlar, îşte bu tanıyış iledir-ki, başkalarına tanıtmanın kılavuzluğunu da yapmış bulunmaktadırlar. Nitekim Efendimiz’in en büyük ve ebedi mucizesi bulunan yüce kitabımızın nice ayetleri bunun açık delili ve beyanı olduğu gibi, Efendimiz’in hadislerinde de bunun örnekleri çoktur… tşte O’ndan rivayet edilen sahih bir hadise göre, şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım, sen evvelsin, senden evvel bir şey yoktur! Sen ahirsin, senden ahir bir şey yoktur! Sen zahirsin, senden zahir bir şey yoktur! Sen batınsın, senden daha yakın bir şey yoktur.”1[1] îşte biz, bu ve benzeri dini tabirlere dayanarak inanıyor ve diyoruz ki: Allah evveldir, öyle bir evveldir ki, O’ndan evvel bir şey yoktur; Allah ahirdir, Öyle bir ahirdir ki, O’ndan ahir hiç bir şey yoktur; Allah zahirdir, O’ndan daha zahir hiç bir şey yoktur; Allah batındır, öyle bir batındır ki, O’ndan daha batın, bize ve bütün eşyaya O’ndan daha yakın hiçbir varlık yoktur. İnanıyor ve diyoruz ki: Allah her şeyi bilir ve hiçbir şey O’na gizlih, kalamaz… Allah Hayy u Kayyûm’dur: (Diri ve kendiliğinden var olandır.) Kendi Zatına ait ezelî bir hayatla diri olup varlığı kendisiyle kaimdir ve diğer bütün varlıkları ayakta tutan da ‘O’dur… Ezelî olduğu gibi Ebedîdir de… O’ndan başka ezelî bir varlık bulunmadığı gibi, O’nun yaratmasıyla varlığa kavuşan yaratıklardan Ebedî ve Bakî olan da yoktur.


Her mahluk mutlaka ölümü tadıcı ve zevale ericidir (yok olucudur.) Evet biz, sünnet ve cemaat ehli müslümanları olarak inanıyor ve biliyoruz ki: Allah aynı zamanda işitici ve görücüdür. Kullarının ihtiyaçları muhtelif ve dilekleri çeşitli olduğu halde O, her bir kulunun her bir ihtiyacını bilmekte, dilek ve duasını işitmektedir. O’nun nez-dinde hiç bir şey, hiç bir şeye perde olmaz. O’na niyaz edenlerin sesleri ve dilekleri asla birbiriyle karışmaz. O, kullarının ısrarla kendisinden istemelerinden asla usanmaz… O; bütün bunları bilen ve işiten bir Zat olduğu gibi, aynı zamanda karanlık bir gecede mermer bir kaya üzerinde yürümekte bulunan kara karıncanın ayak seslerini de işiten ve görendir. Şüphesiz bundan daha gizli ve güzel olanı da O’nun, bir kulunun kalbinin en küçük hareketini dahi bilmesi ve görmesidir. Kulu, kalben O’na en küçük bir meyil gösterse, O da kuluna güzel kabul yüzünü gösterir. Kulu kalben “Rabbim…” dese, O da hemen “buyur kulum” diyerek karşılar. Kulu şayet O’na arka çevirse, kulunu hemen 1[1] Ahmed. Müslim. Ebu Davud. Tirmizi rivayet etmişlerdir. (Sünen-i Tirmizi, 5/ 518 hadis no 3481) düşmanına havale etmez ve kolay kolay kulunu terketmez. Aksine kuluna son derece merhametli davranır.

Zaten kulunun O’na en küçük bir meyil göstermesi, O’nun kuluna olan ikbal ve merhameti neticesinde-dir. O’nun kuluna olan ikbal ve merhameti o kadar büyüktür ki, çok şefkatli bir annenin büyük bir şefkat ve merhametle büyütmeye ve korumaya çalıştığı yavrusuna karşı duyduğu merhametten, kıyas edilemeyecek derecede daha çok ve daha fazladır. O’na arka çeviren ve O’nun emrine aykırı giden bir kulu, bu kusuruna pişman olup da tevbe ettiği zaman kulunun bu tevbesinden o kadar sevinir, o kadar razı olur ki; O’nun bu sevinci ve rızası yanında, korkunç bir çölde her şeyini üzerine yüklediği binitini kaybedip de bulamayınca helak olacağına kesin gözüyle bakan bir yolcunun, ölmek üzere uzandığı yerde, bir ara gözünü açtığında kaybettiği binitini başucunda bulunca duyduğu sevinç bir zerre bile değildir… Elbette kuluna bu derece yakın olan, bu kadar onun iyiliğini isteyen ve kolay kolay kulunu bırakmayan yüce Allah’ın emir ve yasaklarına hiç aldırmayan, Allah’a olan isyan ve tuğyanında ısrar edip hiçbir pişmanlık duymayan ve hiç bir şekilde O’nun rahmet ve rızasına vesile olacak şeylere yanaşmayan, Allah’ın düşmanı olan şeytanla tam bir sulh ve barış içinde bulunan bir kul da, tam helak olmayı haketmiş olur. Allah’ın kullarına olan rahmet ve ikbalinin böylesine büyüklüğü ve sonsuzluğu karşısında illa da şeytana olan dostluğunda sonuna kadar ısrar eden bir kulun, bu tutum ve anlayışı karşısında bütün insanlar hayretler içinde kalsalar, elbette yeridir. Zaten böylelerinden başka helak olanlar da yoktur. Doğrusu ben, Allah’ın bütün bu kullarına olan lütuf ve ihsanını, ikbal ve merhametini ruhumun ta derinliğinden duyarak, O’na olan iman ve teslimiyetimi, yine O’nun bana olan müstesna bir nimeti sayarım. O’nun her nevi lütuf ve ihsanlarına karşı acizane O’na hamdler ederim. O’na olan iman ve şahadetimin islamî bir ifadesi bulunan ke-lime-i şehadetimizi tekrarlayarak iman ve irfanımı tazeler ve yenilerim. Ben şehadet ederim ki: “Allah’tan başka hiç bir ilah yoktur! Allah birdir, O’nun hiç bir ortağı yoktur! Ö, her bakımdan bir ve eşsizdir! O’nun hiç bir dengi ve benzeri bulunmamaktadır. O, eh a d ve samed’dir. Her şey O’na muhtaç, fakat O hiç bir şeye muhtaç değildir.” Ben Allah’ı hem ehadiyet’le (birliğiyle), hem de samediyetle (hiç bir şeye muhtaçsızlığıyla) tevhid ederim. Bir dileğim olduğunda veya başım darda kaldığında, hep O’na yönelir, O’ndan yardım isterim. O’nu bırakıp da haşa mahluklardan herhangi birine teveccüh etmem. Kalbim ve ruhumla, O’ndan başkasına asla sığınmam.

O ortağı, eşi, benzeri, misli, niddi ve zıddı bulunmayan yüceler yücesi Rabbime; hiç bir eş ve ortak koşmam. O’nu daima bütün ortaklardan, kusur ve eksikliklerden münezzeh ve mukaddes bilirim. Hep böyle inanır, böyle derim. Amel ve fiillerimde de hep böyle davranır, böyle hareket etmeye dikkat ve gayret gösteririm. Kıldığım namazlarda, ettiğim niyazlarda da hep beni bunda muvaffak kılmasını O’ndan isterim. Yalnız kendi adıma değil, bütün tevhid ehli kulları adına bunu O’ndan ister, samimi ve şuurlu bir şekilde: “Ey bütün alemlerin Rabbı, Rahman ve Rahîm olan, din gününün yegane Malik’i ve Hakim’i bulunan yüce Allah; bizler ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz. Bizleri doğru yol üzerinde sabit ve daim eyle…” diyerek O’na yalvarıp yakarırım. Hiç şüphesiz, O’nun sevgilisinin ifadesiyle: “Onun verdiğini geri çevirebilecek olan yoktur. O’nun vermediği bir şeyi te’mine güç yetirecek olan da yoktur. Hiç bir kimse O’nun emrine karşı duramaz ve hiç bir varlık O’nun hükmünü geçersiz kılamaz.” Mealen gördüğümüz bu hadis-i şerifte ifadesini bulan bu yüce iman hakikatinin, bir ayet-i celilede de yine gayet açık bir şekilde ifadesini bulmuş olduğunu görüyor ve bütün bunlarla islamî iman ve tevhidi- . mizi yeniliyoruz. İşte o ayetin meali de şöyledir: “…Allah bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek olan yoktur! Zaten bütün kulların, O’ndan başka koruyup kollayanları da yoktur.”2[2] Ben yine bütün varlığımla inanır ve derim ki: “Hz. Muhammed (s.

a.v.) Allah’ın kulu ve rasulüdür.” İlahi emirlerin ve haklana yerine getirilmesinin kaimi, davetçisi ve eminidir. Allah’ın yarattığı kulların da en hayırlısıdır. Allah onu alemlere rahmet olarak göndermiş, Allah’a karşı saygılı olanların önderi kılmıştır. Kafirler ise O’nu kendilerîne düşman edinmiş, O’nun getirdiği nuru söndürmek için durmadan çalışıp didinmiştir. Fakat asla O’nun nurunu söndürememişlerdir. Hz. Muhammed ise küfrün ve şirkin kalelerini yıkmış, bütün alemlere hak ve hakkaniyetin, güzelim islamiyetin kahramanı ve hücceti olmuştur. 2[2] Kur’an-ı Kerim, Ra’d Suresi: 11. Evet, bir fetret devresi sonrasında son peygamber olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.v.

), insanları yolun en doğrusu ve en açığına davet edip kavuşturmuştur. O, Allah’ın elçisi olduğundan Allah O’nun candan sevilmesini, O’na can ü gönülden itaat edilmesini, O’nu büyükleyip haklarına riayette bulunmayı kulları üzerine farz kılmıştır. Cennete giden bütün yolları da O’nun yolundan geçirmiştir. Eğer herhangi bir yol O’nun yoluna uğramadan devam edip gidiyorsa, kesinlikle bilinsin ki o yol çıkmaz yoldur ve asla cennete uğramayacaktır. Yolcularına da hiç bir iyilik ve saadet getirmeyecektir. Hz. Muhammed, öyle bir Allah elçisidir ki, Allah yüce Kur’an’mdâki “elem neşrah leke” suresini O’nun hakkında indirmiştir. Gerçekten O’nun göğsünü açıp genişletmiş, arkasındaki yükünü indirmiş, O’nun adını ve şanını çok yüce kılmıştır. O’na karşı çıkıp muhalefet edenleri ise alabildiğine alçaltmıştır. Evet, O öyle bir Allah elçisidir ki, yüce Allah O’nun hakkında: “Ey Rastılüm, senin ömrüne andolsun ki onlar, kendi sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!”3[3] buyurarak and içmiştir. O’nun adını kendi adına yaklaştırıp Kendisi anıldıkça onu da andır-mıştır. Nitekim kelime-i şehadetlerde, hutbelerde ve ezanlarda bu hep böyledir. Sevgili ve şanlı peygamberimiz de, Allah’ın elçisi sıfatıyla Allah yolunda öylesine çalışmış, öylesine mücadele etmiştir ki, hiçbir kimse ve hiçbir kuvvet kendisini bu yoldan çevirememiştir. İnsanlar fevc fevc İslama girip hidayete erinceye, alemler O’nun nuruyla doluncaya kadar mücadelesine devam etmiştir. Sonra daveti tamam olunca da yüce Allah (c.

c.) O’nu dünyasından göçürüp yanına almıştır. O da her fanî gibi Allah’ın rahmetine kavuşmuş, Allah’ın kendisi için hazırladığı ilahi lütuf ve nimetlere ermiştir. Kısaca özetlemek gerekirse O; elçilik görevini yerine getirmiş, emaneti eda etmiş, insanlara tebliğ ve nasi-hatta bulunmuş, Allah yolunda hakkıyla mücahede ederek bütün mücahidlere hakkıyla imam ve önder olmuştur. Neticede Allah’ın dinini hakim kılıp dimdik ayakta tutmuştur. Ahirete göçmezden önce bütün müslüman-ları, gecesi gündüz gibi aydınlık bulunan bir yola ve dine kavuştur-muştur. Gayet haklı olarak, yüce Kur’an’ımızm da haber verdiği gibi, bu hususta şöyle buyurmuştur: “İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah’a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar işte hep böyleyizdir. Allah’ı tenzih ve takdis ederim. Ben asla Allah’a ortak 3[3] Kur’an-ı Kerim, Hicr Suresi: 72. koşanlardan değilim!”4[4]. Ben bütün bunlara inanan ve şehadet getiren biri olarak tam bu noktada diyorum ki: Yüceler yücesi Allah, kullarını yaratıp da başıboş bırakmış değildir. Bilakis onları sorumlu ve yükümlü kılmıştır. Onlara emretmiş ve nehyetmiş, emir ve nehiylerini yanhşsız ve eksiksiz olarak anlamalarını ve uygulamalarını onlardan istemiştir. Neticede kimi kazanmış, kimi de kaybetmiştir.

Kullarına güzel ve yeterli bir istidat vermiş, ilmin ve amelin imkan ve iktidarını onlara bahşetmiş; kalb, akıl, göz ve kulak gibi uzuvlarla kendilerini donatmıştır. Bütün bunlar, O’nun kullarına olan büyük nimet ve lütuflandır. Kuluna ise, bu nimetleri veren yüce Rabbine şükür ve kulluk etmek gerekir. İmdi her kim Allah’ın verdiği nimet ve imkanları Allah’a itaat yolunda kullanır, kulluğunun özü ve cevheri ile Allah’ı tanımak ve O’na O’nun kendisini tanıttığı şekilde arif ve alim olmak istikametinde ilerlerse; hem Rabbine şükretmiş, hem de O’nun rızasını kazanmış olur.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir