Isaac Asimov – Vakif Kurulurken

“Çoğu okurlar için Isaac Asimov adı bilimkurgu demektir, ” der Joseph F. Patrouch 1974 yılında yayınladığı The Science Fiction of Isaac Asimov (Isaac Asimov’un Bilimkurgusu) adlı çalışmasında. Gerçekten de Asimov, eğer Robert A. Heinlein daha karizmatik ve ağır kişiliğiyle ondan hemen önce gelmemiş olsaydı, çağdaş bilimkurgunun babası sayılacaktı. Asimov 1920 yılında Rusya’da doğdu, 1923 yılında ailesiyle birlikte ABD’ye göç etti, 1928 yılında o ülkenin vatandaşlığına kabul edildi. Bilimkurguyla babasının şekerci dükkânında satılan dergiler aracılığıyla tanıştı. Isaac Asimov’un Vakıf Dizisi ışın tabancalarının ölüm kustuğu şiddet yüklü uzay operalarına bir tepki olarak doğmuştur. ‘Şiddet beceriksizlerin son sığınağıdır, ’ görüşünün yüceltildiği bir yapıttır. Asimov bir şahin değil, bir güvercin olmaya her zaman özen göstermiştir. Şiddet ve özellikle de nükleer silahlar onun yapıtlarında hep tiksinilecek son çareler, hatta çözümsüzlükler olarak sunulmuştur. Isaac Asimov yaşama çok geniş açılı bir merceğin ardından baktı. Ancak, yazıktır ki, en önemli yapıtı sayılan Vakıf Dizisi’nin çekirdek üçlüsü, bilimkurgu yazarlarının yapıtlarını birer kitap değil de, ucuz dergilerde yayınlanacak devamı var türü öyküler olarak gördükleri dönemin ürünü olmuştur. Eğer organik bir bütünlük içinde ele alınmış olsaydı Vakıf Dizisi gerçek ihtişamın ne olduğunu cümle aleme gösterecekti. Şu haliyle diziyi Astounding SF dergisi okurlarının Mayıs 1942 ile Ocak 1950 tarihleri arasında izledikleri biçimiyle düşünülmüş ve kâğıda dökülmüş olarak yargılamalıyız. Çekirdek üçlünün ilk kitabı Vakıf (ki bizim dizimizin ikinci kitabı olacaktır) [*] yazarın Black Friar of the Flame (Ateşin Kara Keşişi) adlı kısa öyküsünden yola çıkarak tek ciltte bitirilecek bir uzun öykü olarak düşünüldü ve 1941 yılının Ağustos ve Eylül aylarında kaleme alındı.


Asimov bu uzun öyküsünde Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü bilimkurgu temelinde tekrar yazmayı deniyordu. Astounding SF dergisi sahibi John Campbell öyküyü satın aldı ve onun ısrarıyla yapıt çok daha büyük ölçeklere zaman içinde ulaştırıldı. İlginçtir ki Campbell’ın dergisinde insandan üstün uzaylılar görmeyi kesinkes reddetmesi üzerine Asimov öyküsüne hiç uzaylı koymamaya karar vermiştir. Kitabın ilk sayfalarından itibaren, yerleşilmiş on milyonlarca gezegeni kapsayan Galaktik İmparatorluk’un tembellik ve boşvermişlik nedeniyle çökmekte olduğu muazzam bir çevrintinin içine atılırız. Aynı nedenlerden ötürü birden fazla imparatorluğu batırmış bir ırkın evlatları olarak konu bizi hemen cezbeder. Bir grup bilim adamı Vakıf adını verdikleri bir örgütle insanlığın bilgi birikimini korumaya ve böylece çökmekte olan karanlık çağların süresini anlamlı ölçüde kısaltmaya çalışmaktadırlar. Asimov bu basit temel üzerine dev bir bina inşa eder. Ama, temelde üç-beş tane çürük tuğla da yok değildir. Teknolojinin çok, ama çok ileri olduğu bir çağda, yerleşilmiş on milyonlarca gezegeni kapsayan, hem de feodal örnekte merkeziyetçi siyasal bir yapı olabilir mi? Kuşkusuz ki olamaz. Teknolojinin çok ama çok ileri olduğu bir çağda, insanoğlunun yüzyıllar boyunca gerçekleştirdiği bilgi birikimi, on milyonlarca gezegende birden çökebilir mi? Kuşkusuz ki çökemez. Neredeyse sonsuz sayıda insandan oluşmuş bir yığının hareketleri, kuantum Łziğinin insana uygulanmasıyla, istatistiksel olarak öngörülebilir mi? Çok zor, belki de olanaksız. Bu denli muazzam bir yapılanmada tek tek bireylerin rolü (Hari Seldon gibi) ne kadar önemli olabilir? Çok az. Bilim her zaman bireyin önünde gitmiştir, bireyler sadece uygun yerde ve uygun zamanda olduklarında tarih sahnesine çıkarlar. Bunları bilimkurgunun bilimsel değil de kurgusal esprisi içinde hoş gördüğümüzde ortaya öyle bir yapıt çıkıyor ki karşısında şapka çıkarmaktan başka çare kalmıyor. Büyük usta Asimov, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü örnek alan öyküsünde bize hristiyanlık yerine daha laik bir seçeneğin yükselişini anlatmaktadır.

Onun evreninde uygarlığı kurtaran din değil, iki vakıf tarafından korunan bilimdir. Yayınladığı yaklaşık 500 astronomi, kimya, tarih, arkeoloji, dedektiłik ve bilimkurgu kitabıyla uygarlığı korumada ve gelecek nesillere ulaştırmakta o da en az üçüncü bir vakıf kadar etkili olan büyük ustayı en önemli yapıtıyla ve saygıyla anıyoruz. Dr. Sönmez GÜVEN Ekim 2004,İstanbul Dünyanın en iyi ve en çalışkan editörü, Jennifer Brehl’e. 1. KISIM MATEMATİKÇİ CLEON I — … Entun hanedanından gelen son Galaksi İmparatoru. Galaktik Çağ’ın 11,988’inci yılında, yani Hari Seldon’la aynı yılda doğdu. (Seldon’ın, kimilerince epey tartışmalı bulunan doğum gününün, Trantor’a gelişinden kısa bir süre sonra karşılaştığı sanılan Cleon’un doğum günüyle aynı tarihe denk düşürülmüş olabileceği düşünülmektedir.) İmparatorluk tahtına 12,010 yılında, yirmi iki yaşındayken çıkan Cleon I’in hükümdarlığı, o çalkantılı günlerde pek rastlanmayan bir sükûnet dönemi olmuştu. Bu durum, hiç kuşku yoktur ki, kendini kamuoyunun gözlerinden saklamaya öylesine özen gösterdiği için hakkında elimizde pek fazla bilgi bulunmayan Kurmay Başkanı Eto Demerzel’in becerileri sayesinde gerçekleşmişti. Cleon kendisi… GALAKTİK ANSİKLOPEDİ 1 HaŁf bir esnemeyi bastıran Cleon, “Demerzel, ” dedi, “Hari Seldon adında birini duymuş olabilir misin?” Cleon imparator olalı on yıldan biraz daha fazla geçmişti ve arada bir, devlet törenlerinde, kraliyet giysileri ve takıları içindeyken, gerçekten de görkemli görünmeyi başarabiliyordu. Örneğin, hemen arkasında, duvardaki bir girintide asılı duran holografında da öyle görünüyordu. Holograf, atalarına ait diğer birkaç holografa tepeden bakacak tarzda yerleştirilmişti. Ancak görüntüsü gerçeği tam olarak yansıtmıyordu; gerçi Cleon’un saçları hem resimde, hem de gerçekte açık kahverengiydi, ama holografta saçları biraz daha gürdü. Aslında yüzü açıkça görülebilen bir asimetriye sahipti, üst dudağının sol tarafı sağa göre biraz daha yukarıdaydı, ama bu simetri eksikliği holografta her nasılsa ortadan kaybolmuştu.

Eğer ayağa kalkıp holografının yanına dikilseydi, resimdeki 1.83’lük görüntüden iki santim daha kısa ve belki biraz da topluca olduğu fark edilecekti. Holograf resmi taç giyme tören portresiydi elbette ve Cleon o zamanlar daha gençti. Şimdi de hâlâ genç görünüyordu, yakışıklı bile sayılabilirdi ve resmi törenlerin acımasız pençesine düşmediği zamanlarda, yumuşak bir huyun izlerini yüz hatlarından belirsizce de olsa okuyabilirdiniz. Demerzel, sesine özenle işlediği bir saygıyla, “Hari Seldon mu?” dedi. “Bu isim pek tanıdık gelmedi bana, Majesteleri. Tanımam mı gerekiyordu?” “Dün akşam Bilim Bakanı bahsetti ondan. Senin de tanıyabileceğini düşünmüştüm.” Demerzel kaşlarını haŁfçe çattı, ama çok haŁfçe, çünkü İmparator’un huzurunda kişinin kaşlarını çatmaması gerekirdi. “Majesteleri, Bilim Bakanı bu adamdan Kurmay Başkanı olarak önce bana bahsetmeliydi. Eğer her aklına esen size bir şeyler anlatmaya kalkacak olursa…” Cleon elini kaldırdı ve Demerzel derhal sustu. “Lütfen, Demerzel, insan sürekli resmiyete pek katlanamıyor. Dün geceki kabul töreninde bakanın yanından geçerken bir iki kelime sohbet edeyim dedim, ama bakan kendini biraz fazla kaptırdı. Bırakıp gidemedim, ama dinlediğime de memnun oldum, çünkü çok ilginçti.” “Hangi açıdan ilginçti, Majesteleri?” “Ah, bugünlerde bilim ve matematik eskisi kadar rağbet görmüyor artık.

Bunların modaları biraz geçti sanki… belki yapılabilecek bütün keşiłerin yapılmış olmasındandır, sen ne dersin? Ancak, anlaşıldığı kadarıyla, ilginç şeyler hâlâ olabiliyor. En azından dün bana böyle söylendi.” “Bilim Bakanı’nca mı, Majesteleri?” “Evet. Dediğine göre, şu Hari Seldon matematikçilerin burada, Trantor’da yaptıkları bir toplantıya katılmış —bir nedenden dolayı bunu her on yılda bir yaparlarmış— ve yine dediğine göre, Seldon geleceğin matematiksel olarak önceden tahmin edilebileceğini kanıtlamış.” Demerzel bıyık altından gülümsedi haŁfçe, “Ya pek zeki bir adam olduğunu söyleyemeyeceğim Bilim Bakanı yanılmış olmalı, ya da matematikçi. Geleceği tahmin edebilmek çocukların büyülü düşlerine ait bir şeydir, öyle değil mi?” “Öyle midir, Demerzel? İnsanlar böyle şeylere inanıyorlar.” “İnsanlar pek çok şeye inanıyor, Majesteleri.” “Ama böyle şeylere de inanıyorlar. Dolayısıyla, geleceği tahmin etmenin doğru olup olmamasının hiçbir önemi yok. Eğer bir matematikçi benim uzun ve mutlu bir saltanat süreceğimi ve saltanatımın İmparatorluk için bir huzur ve refah dönemi olacağını tahmin etse… Eh, bu iyi bir şey olmaz mı?” “Bunu duymak hoş olacaktır, elbette, ama neye yarar ki, Majesteleri?” “Ama insanlar buna inanırlarsa, bu inanç doğrultusunda davranacaklardır mutlaka. Nice kehanetler, sırf inanıldıkları için gerçekleşmiştir. Bunlar ‘kendi kendilerini doğrulayan’ kehanetlerdir. Aslında, şimdi düşünüyorum da, bunu bir zamanlar bana açıklayan da sendin.” Demerzel, “Sanırım öyle olmuştu, Majesteleri, ” dedi. İmparator’u dikkatle süzüyordu, sanki onun kendi başına nereye kadar varabileceğini kestirmek ister gibiydi.

“Kaldı ki, öyle olsa bile, kehaneti herhangi birine de yaptırabilirsiniz.” “Herkese eşit derecede inanılmaz, Demerzel. Oysa bir matematikçi kehanetini matematik formülleri ve teknik terimlerle destekleyebilir ve sonuçta bunları kimse anlamaz, ama herkes inanabilir.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle