Isaac Asimov – Vakıf – Vakıf ve Dünya

“Niçin yaptım bunu?” diye Golan Trevize kendi kendine sordu. Bu yeni bir soru değildi. Gaia’ya geldikten sonra bu soruyu sık sık sormuştu. Gecenin hoş serinliğinde uykusundan uyandığında kafasında küçük bir davul sesi gibi sessizce gümbürdeyen hep aynı soruydu: “Niçin yaptım bunu? Niçin yaptım bunu?” Şimdi ilk kez bu soruyu Gaia’h, yaşlı Dom’a sorabildi. Dom, bu meclis üyesinin yapısını anlayabildiği için Trevize’in gerginliğinin çok iyi farkındaydı. Ona cevap vermedi. Gaia hiçbir surette Trevize’in aklını etkilememeliydi ve onun tahriklerden uzak kalması için en iyi yol, hissettiklerini önemsememesiydi. “Ne yapmak, Trev?” diye sordu. Başkalarına hitap ederken bir heceden daha fazlasını kullanmak zoruna gidiyordu ve bunun da pek önemi yoktu. Trevize de buna biraz alışıyordu. “Verdiğim karar,” dedi Trevize. “Gaia’yı gelecek olarak seçmem.” Dom, oturduğu yerden ayaktaki Vakıf adamına, yüzüne derince gömülmüş yaşlı gözlerini dikerek içtenlikle “Böyle yapmakta haklıydın” dedi. Trevize “Haklı olduğumu mu söylüyorsun?” diye sabırsızca sordu. “Ben/biz/Gaia öyle olduğunu biliyoruz.


Bizim için senin değerin bu. Eksik verilerle doğru kararlar verme yeteneğin var ve karanm verdin. Gaia’yı seçtin. Sen, ikinci Vakfın bilgilerinin üzerine kurulan bir Galaktik İmparatorluğunun anarşisini olduğu kadar, Birinci Vakfın teknolojisiyle kurulan bir Galaktik İmparatorluğundaki kargaşayı da reddettin. Hiçbirisinin de uzun ömürlü olamayacağına kanaat getirdin. Bu yüzden Gaia’yı seçtin.” “Evet” dedi Trevize “Tamamen doğru!” Ben, müşterek bir şuur ve kişiliği ile tam bir gezegen bir süperorganızma, Gaia’yı insanlar henüz bilinmeyen bir zamir olan ben/biz/Gaia’yı kullanarak ifade edilemeyeni açıklayabilsinler diye seçtim.” Hiç durmaksızın etrafta gezinerek “Ve sonunda o, Samanyolunun bütün gezegenlerini kapsayan bir süperorgani/ma, Galaksi olacak” dedi. Durdu, vahşice bir ifadeyle Dom’a döndü ve “Senin gibi, ben de haklı olduğumu hissediyorum, fakat sen Galaksinin bir an önce gerçekleşmesini istiyorsun ve bu yüzden kararımdan memnunsun. Ama içimde öyle bir şey var ki bunu istemiyor ve bu yüzden haklı olmayı böyle kolayca kabul etmek beni mutlu etmiyor. Haklılığımı ölçüp tartmak ve onunla tatmin olmak istiyorum. Sadece haklı olduğunu hissetmek yetmez. Haklı olduğumu nasıl bilebilirim? Benim haklılığımı gösteren işaret ne?” “Ben/biz/Gaia doğru karan nasıl verdiğini bilmiyoruz. Eğer biz kararımızı koruyorsak bunu bilmek çok mu önemli?” “Bütün gezegen adına konuşuyorsun, değil mi? Her bir çiğ tanesi, her bir çakıltaşı, hatta gezegenin merkezindeki magmanın ortak şuuru adına mı?” “Evet öyle ve gezegende, içinde ortak şuurun yoğunluğu yeterince bulunan her bir parçada böyle konuşur.” “Ve bütün bu ortak şuur beni bir karakulu olarak kullanmakla yetinir mi? Karakulu çalıştığı müddetçe içinde neler olduğunu bilmek önemsiz midir? Bu, bana ters geliyor.

Bir karakulu olmaktan hoşlanmıyorum. İçinde ne olduğunu bilmek isterim. Gaia’yı ve Ga-laksi’yi nasıl ve niçin bir istikbal olarak seçtiğimi bilmek istiyorum ki rahat ve huzurlu olayım.” “Ama niçin kararından bu kadar tiksiniyor ya da ona güvenmiyorsun?” Trevize derince bir soluk verdi, alçak ve tesirli bir tonda, “Çünkü bir süperorganizmanın parçası olmak istemiyorum. Süperorga10 nizma yok edilmenin bütünün yararına olacağına karar verirse öldürülecek, vazgeçilebilir bir parça olmak istemiyorum.” Dom düşünceli bir şekilde Trevize’e baktı. “Öyleyse fikrini değiştirmek mi istiyorsun, Trev? Biliyorsun bunu yapabilirsin.” “Kararımı değiştirmeyi çok istiyorum, fakat sadece ondan hoşlanmadığım için bunu yapamam. Şimdi bir şey yapmak için kararın yanlış mı ya da doğru mu olduğunu bilmeliyim. Sadece onun doğruluğunu hissetmek yetmez.” “Haklı olduğunu hissediyorsan, haklısındır.” Bu ağır, tatlı ses Trevize’e, kendi iç kargaşası ile tam zıtlığı sayesinde her nedense daima, daha vahşice hisler verirdi. Daha sonra Trevize, hissetme ile bilme arası tuhaf bir ürpertiyle fısıldarcasına “Dünyayı bulmalıyım.” dedi. “Çünkü onun, senin bu hararetli öğrenme ihtiyacınla bir ilgisi var, değil mi?” “Çünkü bu, beni dayanılma/, bir şekilde zorlayan başka bir mesele ve çünkü bu ikisi arasında bir bağlantı var.

Ben, bir karakulu değil miyim? Bir ilişki olduğunu hissediyorum. Bu, onu bir gerçek olarak kabul etmen için yeterli değil mi?” “Belki,” dedi Dom sakince. “Galaksinin halkı dünyaya müdahale ettiklerinden beri binlerce, belki de yirmi bin yıl geçti, gezegenimizin kökenini tamamen unutmuş olmamı/, nasıl mümkün olabilir?” “Yirmi bin yıl tasavvur ettiğinden çok daha fazla bir zaman. Eski imparatorluk hakkında pek fazla bilgimiz olmayan çok şeyler var. Kabul edecek başka şeyimiz olmadığı için, sürekli tekrarladığımız ve hatta inandığımı/, bir çok uydurma masallar var. Ve dünya, imparatorluktan daha yaşlıdır.” “Ama mutlaka bazı kayıtlar vardır. İyi bir arkadaşım olan Pelo-rat’ta, eski İmparatorluğa ait efsaneler ve masallar ile bazı kaynaklardan güçlükle toparlayabildiği birçok şey var. Bu, onun mesleği ve daha önemlisi hobisi. Bu hikayeler ve masalların hepsi burada. Ortada gerçek hiçbir kayıt ya da belge yok.” “Yirmi bin yıllık belgeler mi? Her şey dayanıksızlık ve savaş yüzünden çürür, yok olur.” “Fakat kayıtların da kayıtlan; kopyeler, kopyelerin de kopyele11 ri ve kopyelerin kopyelerinin kopyeleri; yirmi binlerce yıl daha yeni faydalı materyaller olmalı. Bütün bunlar götürülmüş. Trantor’daki Galaktik Kütüphanede muhtemelen dünya hakkında belgeler vardı.

Bu kaynaklarda bilinen tarihi kayıtlar vardı, ama artık onlar Galaktik Kütüphanesinde değil. Onlara ilişkin söylentiler belki hâlâ aramızda dolaşıyordur, ama bundan sonra hiçbir surette onlardan yararlanamayacağız.” “Birkaç yüzyıl önce kovulan Trantor’u hatırlasana,” “Kütüphane el değmemiş olarak bırakıldı. İkinci imparatorluğun adamlarınca korundu. Ve geçenlerde dünya ile ilgili materyalin yok olduğunu keşfedenler de yine bu adamlardı. Bu malzemeler yakın zamanda kasten çalındı. Ama neden?” Trevize dolaşmayı bırakıp dikkatle Dom’a baktı. “Eğer dünyayı bulursam, neler gizlediğini de bulacağım.” “Gizlediğini mi?” “Gizlediğini ya da gizleneni. Bunu biliyorum, Gaia’yı ve Galak-si’yi niçin seçtiğimi öğreneceğimi hissediyorum. Sonra, haklı olduğumu hissedeceğimi değil, bileceğimi farzediyorum ve eğer gerçekten hakhysam” ümitsizce omuzlarını kaldırdı “o zaman… öyle olsun.” “Öyle olduğunu hissediyorsan” dedi Dom, “Ve yeryüzünü bulmak için kendini mecbur hissediyorsan, o zaman şüphesiz bunu gerçekleştirmen için elimizden geleni yaparız. Ama bu yardım sınırlı olacaktır. Şöyle ki, ben/biz/Gaia, dünyanın Galaksi’yi oluşturan gezegenlerin uçsuz bucaksız kalabalığından nerede bulunabileceğim bilmiyoruz.” “Buna rağmen araştırmalıyım” dedi Trevize.

“Galaksideki yıldızların sonsuzluğu bu maceramı umutsuz kılsa da ve hatta yalnız başıma kalsam da araştırmalıyım.” Gaia’daki uyum ve sükunet Trevize’i adeta çembere almıştı. Isı, her zamanki gibi ılıktı ve havada ferahlatan fakat üşütmeyen hoş bir esinti vardı. Bulutlar gökyüzünde toplanmıştı, zaman za12 man güneş ışığını kesiyordu ve yüzeydeki toprağın her kanşmdaki su bahan seviyesi yeterince azalırsa şüphesiz onu telafi edecek kadar yağmur yağardı. Ağaçlar bir meyva bahçesi gibi ve şüphesiz yeryüzünün hiçbir yerinde bulunmayan biçimde düzenli boşluklarda yetişmişlerdi. Kara ve deniz, uygun bir ekolojik denge sağlamak için yeterli miktarda ve çeşitlilikte bitki ve hayvanlarla dopdoluydu ve hepsinin de sayıları insanlarda da olduğu gibi, bu elverişli ortam ile belli bir oranda artıyor ve eksiliyordu. Trevize’in aklındaki şeyler içinde, destedeki tek joker gemisi “Uzak Yıldız”dı. Uzay gemisi, Gaia’hlarca tepeden tırnağa iyice temizlenip adeta yenilenmişti. Yiyecek ve içecek ikmali yapılmış, iç döşemesi yemlenmiş ya da değiştirilmiş ve mekanik faaliyeti yemden kontrol edilmişti. Trevize de geminin bilgisayarını dikkatle kontroldan geçirmişti. Gemi, Galaksinin genel çekim alanının enerjisi ile çalışan birkaç Vakıf gemisinden birisi olduğu için, yakıt ikmaline de gerek göstermiyordu ve bu enerji, insanoğlunun uzun yıllar boyunca varlıklarım sürdürmek için oluşturabileceği bütün filoların ihtiyacını gezegenin yoğunluğunda pek fazla bir yoğunluk azalması olmaksızın karşılamaya yeterliydi. Trevize üç ay önce.Terminus Meclisi üyesi idi. Başka bir deyişle Vaka0 Yasama Meclisi’nin bir üyesi ve Galaksinin bir numaralı adamı, ex-officio idi. Bu olay yalnızca üç ay önce miydi? Bu göreve getirilişinden ve büyük Seldon planının geçerli olup olmadığı ve Vakfın bir köy gezegeni yapısından böyle Galaktik bir büyüklüğe rahatlıkla ulaşmasında önceden verilmiş bir müsaadenin olup olmadığı hususunun onun tek uğraşısı haline gelmesinden beri sanki on beş yıl geçmişti.

Şimdilik bazı yönlerden hiçbir değişiklik yoktu. Hâlâ bir meclis üyesiydi. Bu statü ve imtiyazlara sahip çıkmak için Terminus’a döneceğini düşünmemesi kaydıyla statüsünü ve imtiyazlarını muhafaza ediyordu. Gaia’da kurulu bu küçük düzen ve intizamdan sonra, Vakıfın büyük kargaşasına artık daha fazla uyama/dı. Hiçbir yer evi değildi, o artık her yerde bir yetimdi. 13 Dişlerini sıktı ve siyah saçları arasında parmaklan kızgınca dolaştı. Kendi kaderine üzülüp, sızlanarak zaman kaybetmeyi bırakıp bir an önce yeryüzünü bulmalıydı. Araştırmayı yürütürse oturup ağlamak için bol bol zamanı olacaktı. Hatta o zaman daha iyi bir sebebi de olacaktı. Kararlı bir silkinişle geçmişi düşündü. Üç ay önce saf, sade ama bilgili bir alim Janov Pelorat ile birlikte Terminus’u terketmişlerdi. Pelorat, o antikacı hırsı ile kendini uzun zamandır kayıp olan dünyanın yerini bulmaya kaptırmıştı ve Trevize de Pelorat’ın hedefini, kendi gerçek amacı hakkındaki düşüncesine bir kılıf olarak kullanarak günlerini geçiriyordu. Dünyayı değil ama Gaia’yı buldular ve Trevize de kendisini bu kaçınılmaz kararın içinde buldu. Şimdi hafifçe geriye dönüp Dünya’yı araştıran kişi, o Trevize’y-di. Pelorat’a gelince, o da ummadığı bir şey bulmuştu.

Dom kadar, bir kum tanesi ya da ince uzun bir ot kadar Gaia’lı olan siyah saçlı, siyah gözlü genç bir kadın, Bliss’i buldu. Pelorat, geçkince, tuhaf bir orta yaş ateşiyle yansı yaşında bu kadına aşık olmuştu ve yine aynı tuhaflıkla kadın da mutlu görünüyordu. İlginç bir durumdu bu ve Trevize de artık herkesin mutluluğu kendi tarzında yaşaması gerektiğini düşünüyordu. Bu bir kişisel farklılık olayı idi, Trevize’in kendi seçerek kabul ettiği, bütün Galaksi’de kendisini bundan mahrum ettiği bir kişisellik. Kederi yeniden nüksetti. Verdiği, vermek zorunda kaldığı karar her an onu suçlu gösteriyordu ve… “Golan!” Bu ses Trevize’in düşüncelerini hızla dağıttı ve gözlerini kırpıştırarak yukarı, güneşin yönüne baktı. “Vaay, Janov” dedi içtenlikle-Pelorat’ın, bu dalgın halinin sebi-bini tahmin etmesini istemediği için ona bu kadar içtenlikle hitap etmişti. Hatta, neşeliymiş gibi davranarak “Gördüğüm kadarıyla Bliss’ten kendini kurtarabilmişsin” dedi. Pelorat başını salladı. İpek gibi, beyaz saçları rüzgarda dalgalandı ve uzun, vakur yüzü uzunluğunu ve ciddiyetini tamamen muhafaza ediyordu. “Delikanlı, aslında tartışmak istediğim konu hak 14 kında seni görmemi isteyen o idi. Bu, hiç şüphesiz, benim seni görmeyi istemediğim anlamına gelmez, ama o, sanki benden daha hızlı düşünüyor.” Trevize gülümseyerek, “Anladım, Janov. Elveda demek için buradasın, anlıyorum.” “Şey…, hayır, tam öyle değil.

Aslında hemen hemen tersi gibi. Gaia, sen ve ben Terminus’u terkettiğimizde, benim niyetim, dünyayı bulmaktı. Yetişkinlik yıllarımın hemen hemen tamamım bu işe harcadım.” “Ben yürüteceğim Janov. Görev şimdi benim.” Pelorat, hızla soluyarak “Ben de seninle gelmek istiyorum” dedi. Trevize şaşırmıştı. “Bunu nasıl düşünürsün Janov. Şimdi Gaia senin.” “Gaia’ya bir gün döneceğim fakat, yalnız gitmene izin veremem.” “Tabii ki verirsin. Kendi başımın çaresine bakabilirim.” “Gücenme Golan, fakat yeterince bilgin yok. Efsaneleri ve masalları bilen benim. Seni yönlendirebilirim.

” “Bliss’i terk edecek misin? Hadi canım!” Pelorat’ın yanakları hafifçe kızardı. “Tam anlamıyla bunu yapmak istemiyorum delikanlı, fakat o dedi ki…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir