John Cottingham – Akilcilik

Bu kitap, felsefi Akılcılığın Platon’dan günümüze eleştirel bir incelemesini yapmayı amaçlamaktadır ve felsefeye özel ilgi gösteren öğrencilere olduğu kadar genel okuyucuya da yöneliktir. Bu tür bir çalışma, bir yandan aşın basitleştirme yüzünden uzmanlan usandırmayacak, öte yandan da genel okuyucuyu gereksiz teknik ayrıntılarla sıkmayacak bir orta yol izlemek durumundadır. Bu iki sakıncadan da kaçınabilmek için, karmaşık uslamlamalan içeren durumlarda yeterince aynntıya girmeye çalışırken, aynı zamanda küçük aynntılann yorumlanndan kaçınmayı ve felsefi terimleri en azda tutmayı denedim. Aynntılı bir biçimde verilmiş “İçindekiler” çizelgesinden de görüleceği gibi, izlenen yol kuşatıcı olmaktan çok seçicidir. Rahatlıkla “Akılcı filozof* olarak smıflandınlabilecek tüm düşünürleri buraya dahil etmedim, çünkü bu, bitmez tükenmez bir ad ve tarih verme sonucunu doğuracaktı. Bunun yerine merkezdeki kişileri, en yaratıcı ve heyecan verici düşünürleri ele aldım. Bu dar çerçevede bile birçoktan zorunlu olarak ihmal edildi, çünkü devlerin fikirleri daha fazla daraltmaya büyük bir güçle karşı koymaktadır -onları dev yapan da budur. Birçok ders kitabının ve başvuru çalışmasının rahatsız edici bir özelliği, büyük bir düşünüre atfedilen bir savın, filozofun özgün ifadesi mi yoksa başka sözcüklerle bir ifadesi mi ya da yeniden kurma veya yeniden yorumlama mı olduğu konusunda ya çok az bilgi verilmiş ya da hiçbir bilgi verilmemiş olmasıdır. Bu çalışmada, olanaklı olduğu ölçüde özgün yapıtlardan alman alıntılara ve başvurulara yer vermeyi denedim; böylelikle okuyucu, söz konusu olan başlıca kaynaklan saptama olanağını bulacaktır. Dipnotta söz edilen bir yazann ya da başlığın yanında köşeli ayraç içinde yazılan sayı (örneğin, Aristoteles, “Tiikomakhosa Ct/A”(20)), kitabın sonundaki Kaynakça’da anılan sayının karşısında bulunacaktır. Ayrıca Kaynakça’da daha sonraki okumalar için öneriler de yer almaktadır. Daha önce ‘Alman Edebiyatçıları” dizisi için Leibniz üzerine yazdığım ve üçüncü bölümde yer alan yazıyı yayımlamama izin verdiği için Yayımcı Oswald Wolff a; ve daha önce “Philosoph/ dergisinde çıkan ‘Yeni Doğalcılık ve Tuzaklarf makalesindeki malzemeyi, Bölüm 5te kullanmama izin verdiği için “Cambridge University Press”e de teşekkürlerimi sunanm. Aynca Prof. Antony Fle^e, Prof. d.H.R. Parkinson’a ve Dr. J.E. Tiles’a çok yararlı eleştirileri ve önerileri için, Joan Motrise de hızlı ve verimli yazımı için çok teşekkür ederim. I TERİMLER ve YÖNTEMLER Genellikle herhangi bir incelemeye, “terimlerimizi tanımlayarak” başlamamız gerektiği varsayılır. Ancak bu eski önyargının pek üzerinde durmaya değmez. Eğer demokrasinin ne olduğunu bilmek istiyorsak, sözlükteki tanımdan onun “halkın kendini yönetmesi” karşılığını görmenin, anlayışımıza çok bir şey kattığı söylenemez. Bunun için Eski Atina’da mec/isin nasıl işlediğinin ayrıntılanna bakmak ya da modem liberal bir devlet yapısında anayasal düzenin ve seçim sisteminin nasıl işlediğine bakmak çok daha iyidir. Aynı şey “Akılcılık”* için de geçerli. Bu karmaşık terimi anlamanın en iyi yolu, işe eli yüzü düzgün tanımlarla başlamak değil, akılcılık geleneğini meydana getiren başlıca düşünürlerin özgül uslamlamalarına ve kuramlanna aynntısıyla bakmaktır. Eğer akılcılığın bakış açısını anlamak ve değerlendirmek istiyorsak, tek tek filozoflann uslamlamalannı incelemenin yerine koyabileceğimiz başka bir seçenek yoktur. Bununla birlikte, bu incelemeye girişmeden önce, başlangıçtaki bazı belirsizlikleri açık kılmak gerekli olacak. * Türkçedeki felsefe terimlerinin kullanımına hâlâ aşılamamış bir keyfiliğin egemen olması, yazar ve çevirmenleri kişisel tercih sorunuyla karşı karşıya getiriyor. Dolayısıyla ben de kendime göre bir tercih yapmak durumunda kaldım. Kültürümüz içindeki köklü yeri, yaygın kabul görmüş olması ve tarihsel yükü açısından “akıl” sözcüğünü kullanmayı tercih ettim; ve de akıl sözcüğünden türeyen diğer felsefî kavramları: Rationalism = Akılcılık; rationalist = Akılcı; rational – akılsal; rationality = akılsallık. “Argument” karşılığı için ise yaygın kabul görmüş bir teknik felsefe terimi olarak “uslamlama”yı kullandım (ç.n.) 10 AKILCILIK v e TAURTTAHIMAZLIK Önceleri, özellikle on yedinci ve on sekizinci yüzyılda, “Akılcılık” terimi genellikle kilise ve din karşıtı bir bakış açısına sahip serbest düşünürler için kullanılmaktaydı; hatta bu sözcük bir süre özellikle kötüleyici bir güç kazandı (1670’te Sanderson biri hakkında küçümseyici bir şekilde şunları söylüyordu:” Tam bir akılcı, yani açık bir ingilizce’yle söylersek, yeni ortaya çıkan tanrıtanımazlardan biri..”).1 Doğaüstü ile ilgili açıklamalara yer vermeyen bir dünya görüşünü nitelemek üzere “Akılcı” sıfatının kullanılmasına bugün pek rastlanmıyor; “insancı” ya da “maddeci” gibi terimler büyük ölçüde onun yerini almışa benziyor. Ancak eski kullanım yine de yaşamaktadır; yakın zamanda John Stuart Mili üzerine yazılan bir denemede, “Akılcı” ve “Akılcılık” terimleri Mill’in laik ve serbest düşünceli dünya görüşünü nitelendirmek için kullanılmıştır.2 Bu kitapta tartışılacak “Akılcılığın”, felsefi anlamda “Akılcılık” olduğu ve seküler (laik) anlamdaki “Akılcılıkla bir tutulmaması gerektiği konusunda okuyucu baştan uyarılmalıdır. Bir kere, seküler anlamdaki bir akılcı, teknik anlamda felsefi bir akılcı olmayabilir. J.S. Mill’in durumu tam da buna uygun: Her ne kadar Mili “serbest düşünürlerin aziz başkanı” olsa da, felsefi bakışı teknik anlamda “Akılcılık” değildir (gerçekte, Locke ve Hume’un geleneğindeki “Deneyciliğe” sıkıca bağlıdır ve ileride göreceğimiz gibi deneyciler, felsefi “Akılcılığın” savlarına son derece kuşkuyla yaklaşmışlardır). Öte yandan, felsefi anlamda bir “Akılcı” olmak, hiçbir şekilde Tanrı’nın varlığını yadsımayı, hatta kuşku duymayı bile gerektirmemektedir. Aksine, ilerideki bölümlerde göreceğimiz gibi, akılcı filozofların en ünlüleri, Tann’yı kendi düşünce dizgelerinin tam da merkezine yerleştirmişlerdir. 1. Robert Sanderson, “Ussherr’s Power Princes” (1670), Oxford İngilizce Sözlücjü’ndeki “Akılcı” maddesinden alınmıştır. 2. Bernard Crick, “John Stuart Mill”, Wintle (97J içinde. 11 AKILCILIK ve AKIL Eğer Tann’yla ilgili soruları bir kenara bırakacak olursak, genel okuyucu için “Akılcılık” sözcüğüyle en açık ve doğrudan bağı sağlayan ve onunla aynı kökten gelen “Akılcı” sıfatıdır. Her iki sözcüğün de üretildiği etimolojik kökü, “Akıl” anlamına gelen Latince “ratio” sözcüğüdür. Dolayısıyla, geniş anlamda, bir “Akılcı” düşünür, insanın akılsal yetilerine özel bir önem veren, akla ve akılsal uslamlamaya (rational argument) özel bir değer ve önem veren kişi olarak kabul edilebilir. Her ne kadar bu genel “Akılcılık” kavramı, hâlâ terimin teknik anlamının dışına çok fazla çıkmıyorsa da, bizi biraz daha ona yaklaştınyor ve dolayısıyla kısa bir tartışmayı hak ediyor. Akılsal uslamlamanın değerine ve önemine inanmak, her ciddi zihinsel araştırmanın önkoşuludur. Batı geleneğinde bunun ilk öncüsü, felsefenin kurucu babası olarak görülen Atina lı Sokrates’tir. Sokrates, yaygın önyargılardan ya da kabul edilmiş kanılardan hoşnut olunmaması gerektiği konusunun sürekli olarak üzerinde durmuştur; yapılması gereken “uslamlamanın bizi nereye götürdüğünü izlemektir”. Akıl hem inanç ve kavramlarımızı çözümlemek hem de onları eleştirel irdelemeye tâbi tutmak için kullanılmalıdır: “Sorgulanmamış bir yaşam, yaşanmaya değmez.”3 Bu Sokratesçi slogan yalnızca boş bir böbürlenme değildir; Sokrates eleştirel sorgulamaya ve aklın bağımsız işleyişine bağlılığından vazgeçmek yerine (tö 399’da) ölüme gitmeyi yeğlemişti. Daha sonra, İÖ IV. yüzyılda Aristoteles, akılsallıgı, insanı tanımlayıcı bir özellik yapan bir insan doğası kuramı ortaya koydu, insan, “akılsal bir hayvan”dır. insanın yetileri yalnızca (bitkilerle paylaştığı) beslenme yetisi ve (hayvanlarla paylaştığı) hareket etme ve duyusal yetilerle sınırlı değildir, insanın ayrıca akıl yetisi vardır; insan yalnızca beslenen, hareket eden ve çevresinin farkında olmasını sağlayan duyumlara sahip bir varlık değil, aynı zamanda düşünen ve akıl yürüten bir varlıktır. Akıl yürütme yeteneğimiz -fikirlerimizi tutarlı mantıksal bir örgü içinde düzen3. Platon, “Yasalar” (14) 667a; Pıotogoras (12) 333c; Sokrates’in Savunması (15) 38a5. 12 Iememiz- insanın yetileri arasında en ayırt edici ve en önemli olanıdır ve bu, bizi duyulara ve algıya sahip diğer yaratıklardan ayırt eden yetidir. Ve Aristoteles, nikomakhos’a EtiKinde, insanın en yüksek mutluluğunun “theoria” olduğunu -akıl yürütmenin saf kuramsal gücünü kullanmak- olduğunu öne sürecek bir noktaya gelmiştir.* Akılsallık ölçütleri -mantıksal kesinlik, tutarlılık, bağdaşım, “uslamlamanın bizi nereye götürdüğünü izlemek” düşüncesine bağlanma- her zaman evrensel bir kabul görmüş değildir. Friedrich Nietzsche’nin felsefesinde, insan doğasındaki “Dionysosçu” yanın sürekli olarak yüceltilmesi söz konusudur; bu “Dionysosçu yan”, saf akılcı “Apolloncu yan”ın tam karşısında bulunan ve varlığımızın en karanlıktaki, en duygusal yanıdır. Nietzsche, Sokrates’in decadeansından* son derece sert şekilde söz eder ve bu decadence’m “mantıksal yetinin olağandışı irileşmesiyle (hipertropi) kendini gösterdiğini” söyler: “Filozoflar Yunan kültürünün “decadent”leridir [gerilemiş, çökmüş kişiler anlamında)…Helen içgüdüsünün temel olgusu yalnızca “Dionysosçu” gizlerde, “Dionysosçu” halin psikolojisinde, “yaşama isteminde” ifadesini bulmaktadır.”5 Saf akılsallığın değeri hakkındaki kuşkuculuk D.H. Lawrence tarafından coşkuyla desteklenmiştir: “Gerçek bilgi bilinç gövdesinin bütününden ortaya çıkan şeydir; beyninizden ve zihninizden geldiği kadar, karnınızdan ve erkeklik organınızdan da gelir. Zihin yalnızca çözümleme yapar ve akıl yürütür. Zihni ve aklı tüm geri kalanların önüne koyun, tek yapabilecekleri eleştirmektir ki, bu da ölümdür.”6

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir