John Grisham – Kardesler

MAHKEME SOYTARISI, her hafta yapılan mahkeme oturumu için eski ve iyice solmuş kestane rengi pij amasıyla, çorapsız ayaklarına eflatun rengi, havlu kumaştan yapılmış banyo terliklerini giymişti, bunlar onun standart kıyafetiydi. Burada pijamalarıyla dolaşan adam sadece o değildi kuşkusuz, ama ondan başka hiç kimse de eflatun rengi terlik giymeye cesaret edemezdi. Adamın adı T. Karl’dı ve bir zamanlar Boston’da bankaları vardı. Adamın peruğu ise, pijaması ve terliklerinden daha rahatsız ediciydi. Peruktaki saçlar ortadan ayrılmış, üç yöne açılan sıkı bukleler ve tabakalar halinde kulaklarının üzerinden aşağıya doğru iniyor ve omuzlarına dökülüyordu. Peruk beyaza yakın, parlak gri bir renkteydi ve yüzyıllar öncesinin eski ingiliz sulh hâkimlerinin perukları tarzında yapılmıştı. Bu peruğu, adamın dışardaki bir arkadaşı Manhattan’da, Village’daki bir ikinci el kostüm dükkânında bulmuştu. T. Kari bu peruğu mahkemede gururla takıyordu ve ne kadar garip olsa da, zamanla bu peruk gösterinin bir parçası haline gelmişti. Hapishanedeki diğer tutuklu ve hükümlüler, peruk olsun olmasın, T. Karl’a oldukça uzak dururlardı. Kari, cezaevi kafeteryasındaki ince ve katlanabilir masasının arkasına geçip elindeki plastik tokmağı masaya vurdu, boğazını temizleyip cırtlak sesini ayarladı ve asilane bir tavırla seslendi: “Dinleyin, dinleyin, dinleyin, Kuzey Florida Federal Alt Mahkemesi başlamıştır. Lütfen kalkın.” Kimse kımıldamadı, ya da kimse yerinden kalkmak zahmetine 6 JOHN GRISHAıM katlanmadı.


Hapishanedeki otuz mahkûm plastik kafeterya sandalyelerine çeşitli pozlarda yayılmıştı, kimisi mahkeme soytarısına bakıyordu, kimisi de o sanki orada değilmiş gibi kendi aralarında konuşuyordu. T. Kari devam etti: “Burada adalet arayan herkes hemen buraya yaklaşsın ve kendini becertsin.” Hiç kimse gülmedi. T. Kari bu sözleri birkaç ay önce ilk kez söylediğinde herkese çok komik gelmişti. Artık bu sözler de gösterinin bir parçası olmuştu. T. Kari, omuzlarında yay gibi hoplayan buklelerin görülmesi için biraz kıpırdandı, dikkatle yerine oturdu ve önünde duran kalın, kırmızı deri kaplı resmi mahkeme kayıt defterini açtı. İşini çok ciddiye alıyordu. Üç adam mutfaktan gelerek içeriye girdi, ikisi ayakkabı giymişti. Biri, bir şeyler yiyordu. Ayaklarında ayakkabı olmayanın bacakları da dizlerine kadar çıplaktı ve bu leylek bacaklar, giysinin altında görülüyordu. Bacaklar düzgün, kılsız ve güneş yanığıydı. Sol baldırında büyük bir dövme vardı.

Bu adam Kaliforniyalıydı. Her üçü de, kenarları altın sarısı şeritli soluk yeşil koro giysileri giymişti. Bu giysiler de T. Karl’ın peruğuyla birlikte aynı dükkândan alınmış ve onun tarafından bu adamlara Noel armağanı olarak verilmişti. T. Kari, mahkemedeki resmi zabıt kâtipliği görevini bu sayede sürdürüyordu. Yargıçlar, süslü giysileri dalgalanarak, çini döşeli zeminde görkemli bir şekilde ilerlerken, izleyiciler arasından kıkırdamalar ve alaylı sözler duyuldu. Yargıçlar, T. Karl’a yakın, ama yine de fazla yakın olmayan portatif ve uzun masanın arkasında yerlerini aldılar ve karşılarındaki topluluğa baktılar. Kısa boylu şişman olanı, ortalarında oturdu, adı Joe Roy Spicer’dı ve adam yokluğunda mahkemede başyargıç olarak görev yapıyordu. Yargıç Spicer, daha önce de Mississippi’de hâkim olarak görev yapmıştı, ilçe halkı tarafından seçilerek bu göreve gelmiş, fakat federaller tarafından, Shriners Kulüp’te oynanan tombala oyunları kazancından para çaldığı gerekçesiyle yakalanınca görevinden uzaklaştırılmıştı. Yargıç Spicer, “Lütfen oturun,” dedi, ama zaten ayakta olan kimse yoktu. Yargıçlar katlanır sandalyelerini ayarlayıp, giysileri rahatça KARDEŞLER 7 üzerlerinden sarkıncaya kadar onları çekiştirip düzelttiler. Hapishane müdü r yardımcısı bir kenarda duruyor, mahkûmlar da onu hiç umursamıyordu. Adamın yanında üniformalı bir gardiyan vardı.

Cezaevi Kardeşleri ya da Arkadaşları, cezaevinin izniyle haftada bir kez böyle toplanırdı. Davaları dinler, anlaşmazlıkların çözümünde yardımcı olur, çocuklar arasında çıkan ufak tefek kavga ve çatışmaları çözümler, genel olarak mahkûmlar arasında bir denge unsuru olarak görülürdü. Spicer, T. Kari tarafından titiz bir el yazısıyla hazırlanmış olan üsteye baktı ve, “Mahkeme açılmıştır,” dedi. Spicer’ın sağında Kaliforniyalı vardı, yani Saygıdeğer Finn Yarber; vergi kaçakçılığından iki yıldır içerde yatıyordu ve beş yılı daha burada geçecekti. Dinleyenlere kan davasından söz ederdi. Cumhuriyetçi bir vali, halkın oyuna başvurmuş ve Kaliforniya Anayasa Mahkemesi başyargıcı Yarber’i görevden uzaklaştırmıştı. Bu cezanın nedeni, Yarber’ın, ölüm cezasına karşı olması ve her infazda gecikmelere yol açmasıydı. İnsanlar intikam istiyor, Yarber onu engelliyordu, Cumhuriyetçiler iyice ileri giderek onun görevinden azledilmesinde başarılı olmuştu. On u sokağa atmışlar, bir süre ne yapacağını bilemeden bocalamış ve sonra da Vergi Dairesi onun hakkında soruşturma açmıştı. Stanford’dan mezun olmuş, Sacramento’da suçlanmış, San Francisco’da hüküm giymişti ve şimdi de Florida’daki bu federal hapishanede cezasını çekiyordu. Finn iki yıldır içerdeydi ve hâlâ açılarıyla yaşıyordu. Hâlâ suçsuzluğuna inanmasına ve düşmanlarını yenme hayalleri kurmasına rağmen bu hayalleri yavaş yavaş yok oluyordu. Yalnız başına güneş altında uzun yürüyüşler yapıyor ve başka bir yaşamın hayalini kuruyordu. Spicer, sanki büyük bir anti-tröst davası başlayacakmış gibi, “ilk dava Magruder’e karşı Schneiter davası,” diye bildirdi.

Beech, “Schneiter burada değil,” dedi. “Nerede peki?” “Revirde. Safra taşı yine. Biraz önce oradaydım.” Hatlee Beech, mahkeme heyetinin üçüncü yargıcıydı. Hemoroıd, başağrıları ya da şişen bezeler gibi nedenlerle zamanının büyük kısmını revirde geçirirdi. Beech elli altı yaşındaydı, üçü içinde en 8 JOH N GRISHAıM gençleriydi ama dokuz yıl daha yatacağı için cezaevinde öleceğine inanıyordu. Doğu Teksas’ta federal yargıçlık yapmıştı, sert bir muhafazakârdı, Kitabı Mvıkaddes’ten pek çok şey bilir ve duruşmalarda bunları okumaya bayılırdı. Siyasetten hoşlanır, politikaya atılmak isterdi, eskiden iyi bir ailesi ve karısının ailesinden gelen petrol şirketi gelirleri vardı. Onu n da içki sorunu vardı ama Yellovvstone’da iki otostopçuya çarpmcaya kadar bunu hiç kimse bilmiyordu. Çarptığı iki kişi öldü. Beech’in kullandığı araba genç bir kadına aitti ve Beech onunla evli değildi. Genç kadın ön koltukta çırılçıplak bir halde bulundu, yürüycmeyecek kadar sarhoştu. Beech’e on iki yıl verdiler. Joe Roy Spicer, Finn Yarber, Hatlee Beech.

Kuzey Florida Alt Mahkemesi bu üç kişiden oluşuyordu ve bu üçlü, Trumble dolaylarında daha ziyade ‘Kardeşler’ olarak bilinirdi. Trumble, etrafında hiçbir parmaklık, dikenli tel, duvar ya da nöbetçi kulesi bulunmayan, güvenlik önlemleri en alt düzeyde olan bir federal cezaeviydi. Eğer hapse mahkûm olduysanız, bun u en rahat şekilde federal cezaevlerinde ve Trumble gibi bir yerde çekebilirdiniz. Spicer, Beech’e, “Gıyabında duruşmaya devam edelim mi?” diye sordu. “Hayır, haftaya ele alırız.” “Pekâlâ. Nasıl olsa bir yere gidemez.” Kalabalığın arasından Magruder, “Bu ertelemeye itiraz ediyorum, ” diye seslendi. Spicer, “Bak işte bu çok kötü,” dedi. “Duruşma gelecek haftaya kadar ertelenmiştir.” Magruder şimdi ayağa kalktı. “Bu üçüncü oluyor, devamlı erteliyorsunuz. Ben davacıyım, onu dava ettim. Ne zaman mahkeme başlasa adam hemen revire koşuyor.” Spicer, “Kavganızın nedeni nedir?” diye sordu.

T. Kari, yardımcı olmak ister gibi, “On yedi dolar ve iki dergi,” dedi. Spicer, “Demek bu kadar çok ha?” dedi. Trumble’de on yedi dolar için her zaman mahkemeye verilebilirdiniz. Finn Yarber daha şimdiden sıkılmıştı. Bir eliyle kırlaşmış sakalını okşuyor, diğeriyle de masayı tıkırdatıyordu. Birden ayaklarını KARDEŞLER 9 sert bir şekilde ve insanı sinirlendirecek bir ses çıkararak yere vurdu. Eskiden, unvan sahibiyken – Kaliforniya Anayasa Mahkemesi Başkanı iken – duruşmalarda çorapsız ayaklarına deri sandaletler giyer ve uzun, sıkıcı konuşmalar sırasında ayak parmaklarını oynatarak rahatça egzersiz yapabilirdi. “Ertelendi,” dedi. Magruder, ciddi bir ifadeyle, “Ertelenmiş adalet inkâr edilmiş adalettir,” diye konuştu. Beech, “Mahkeme kararını bildiriyorum,” diye söylendi. “Bir hafta daha… Sonra Schneiter’i mahkemeden kaçmakla suçlayacağlZ ” Spicer, “Karar verilmiştir,” diyerek işi bitirdi. T. Kari, karar defterine bir not düştü. Magruder öfkeyle yerine oturdu.

Schneiter’e karşı olan iddialarını yazdığı bir sayfalık bir iddianameyi T. Karl’a verip Alt Mahkeme’de dava açmıştı. Sadece bir sayfa yazmıştı. Kardeşler uzun yazışmalardan pek hoşlanmazdı. Bir sayfa da, dava açmak için yeterliydi. Schneiter ise buna küfür ve hakaretlerle dolu altı sayfayla yanıt vermiş, fakat T. Kari bu tür ifadeleri çizip kapatmıştı. Kurallar basitti, iddianameler kısa olacaktı. İnceleme ve soruşturma ayrıntılarına girilmeyecekti. Adalet de hızla yerini bulmalıydı. Kararlar hemen orada verilecek ve her iki taraf da mahkemenin adaletine inandığı takdirde tüm kararlar bağlayıcı olacaktı. Temyiz yoktu. Tanıklar doğru söyleyeceklerine dair yemin etmiyordu. Yalan yere tanıklık etmek tamamen beklenen bir şeydi. Ne de olsa burası bir cezaeviydi.

Spicer, “Sonraki dava ne?” diye sordu. T. Kari bir an tereddüt etti ve sonra, “Whiz davası,” diye cevap verdi. Bir an için bir sessizlik oldu ve sonra plastik kafeterya sandalyeleri aynı anda, sanki saldırıya geçmiş gibi ileriye doğru çekildi. T. Kari, “Bu kadar yakın olmak yeter!” diye bağırıncaya kadar mahkûmların birbirleriyle itişerek ilerlemeleri sürdü. Şimdi yargıçlar kürsüsüne yaklaşık altı metre mesafedeydiler. T. Kari, “Sakin olalım!” diye seslendi. Whiz meselesi Trumble’da aylardan beri âdeta kangren olmuş bir yara haline gelmişti. Whiz, bazı zengin müşterilerini dolandır- 1 0 JOHN GRİSİ IAM mış olan genç bir Wall Street düzenbazıydı. Dört milyon doların izi bulunamamıştı ve rivayete güre, Whiz bu büyük parayı ülke dışına çıkarmış ve bu işi de Trumble’da yattığı sırada becermişti. Daha altı yıl cezası vardı ve şartlı tahliyesi geldiğinde kırkına yakın olacaktı. Herkes onun cezasını, o şahane gün gelip serbest kalacağı, hâlâ genç bir adam olarak özel bir jet uçağına atlayıp paraların beklediği plajlı deniz kıyısına uçacağı güne kadar sessizce çekeceğine inanıyordu. Cezaevi içinde bu söylentiler giderek büyüyordu ve bunun nedenlerinden biri de, VVhiz’in kimseyle görüşmeyip saatlerce finansla ilgili teknik grafikleri incelemesi ve anlaşılmaz birtakım ekonomi yayınlarını okumasıydı.

Hapishane müdürü bile ona yumuşak davranıyor ve ondan, borsayla ilgili bilgiler koparmaya çalışıyordu. Rook adında eski bir avukat nasıl olduysa Whiz’e yanaşabilmiş ve ondan, cezaevi kilisesinde haftada bir kez toplanan bir yatırım kulübü adına biraz bilgi almayı başarmıştı. Rook bir süre önce kulüp adına, dolandırıcılık suçlamasıyla Whiz’e dava açmıştı. Rook tanık sandalyesine oturdu ve hikâyesine başladı. Gerçeğin bir an önce ortaya çıkması amacıyla, normal prosedür kuralları bir yana bırakılmıştı. Rook konuşmasına, “Whiz’in yanına gittim ve ona, Forbes de okuduğum, ValueNow adlı yeni bir online şirketi hakkında ne düşündüğünü sordum,” diye başladı. “Hisse senetleri halka açılacaktı ve şirketin durumu hoşuma gitmişti. Whiz bana bunu inceleyeceğini söyledi. Bir süre ondan hiçbir haber çıkmadı. Tekrar ona gittim ve, ‘Hey Whiz, şu ValueNow işi ne oldu?’ diye sordum. O da, bana bu şirketin sağlam bir yatırım olduğunu ve hisse senetlerinin tavan yapacağını söyledi.” Whiz hemen araya girdi ve, “Böyle bir şey söylemedim ben,” diye itiraz etti. Salonun diğer ucunda yalnız başına oturuyordu ve kollarını önündeki sandalyenin arkalığına atmıştı. “Evet, söyledin.” “Söylemedim.

” “Her neyse, kulübe gidip Whiz’in bu şirket hakkında iyi şeyler söylediğini belirttim ve böylece biraz ValueNow hissesi almaya KARDEŞLER 11 karar verdik. Fakat küçük yatırımcı alım yapamıyordu çünkü küçük yatırımcılar için hisse senetleri satışı kapanmıştı. O zaman yine Whiz’e gittim ve, ‘Baksana Whiz, Wall Street’deki dostlarına söyleyip bize biraz ValueNovv hissesi alamaz mısın acaba?’ diye sordum. Whiz de bana, ‘Herhalde bun u yapabilirim,’ dedi.” Whiz, “Bu bir yalan,” diye itiraz etti. Yargıç Spicer, “Kes sesini,” dedi. “Sıra sana gelince konuşacakla sın. Sanki yalan söylemek yasakmış gibi Whiz tekrar, “Yalan söylüyor,” dedi. VVhiz’de para varsa bile bunu asla bilemezdiniz, en azından cezaevi içinde. Eni iki buçuk, boyu dört metre olan hücresinde fınans dergilerinden başka bir şey görünmüyordu. Ne bir stereo müzik seti, ne vantilatör, ne kitap, ne sigara vardı, yani tüm diğer mahkûmların hücrelerinde olanların izine rastlanmıyordu burada. Bu da kuşkusuz, sadece onun hakkındaki söylentileri artırıyordu. Herkes ona cimri, her kuruşunu biriktiren ve paralarını yurtdışına çıkaran garip, ufak tefek bir adam olarak bakıyordu. Rook, “Her neyse,” diye devam etti. “Oldukça büyük miktarda ValueNow hissesi alıp şansımızı deneyelim dedik.

Stratejimiz, portföylerimizi boşaltıp sağlamlaştırmaktı. Yani konsolide edecektik.” Yargıç Beech, “Konsolide mi?” diye sordu. Rook sanki milyarları yöneten bir portföy yöneticisi gibi konuşuyordu. “Evet, konsolide. Arkadaşlardan ve ailelerimizden alabildiğimiz kadar borç aldık ve yaklaşık bin dolarımız oldu.” Yargıç Spicer, “Bin dolar ha!” diye tekrarladı. Cezaevinde yaşayanlar için hiç de fena para değildi bu. “Peki sonra ne oldu?” “Şurda duran Whiz’e hazır olduğumuzu söyledim. Bize hisse senedi alabilecek miydi? Bu dediğim, Salı günüydü. Satış Cuma günü olacaktı. Whiz sorun olmadığını söyledi. Goldman Sux ya da buna benzer bir yerde bir arkadaşının olduğunu ve onun bu işi halledeceğini belirtti.” Whiz olduğu yerden tekrar, “Bu da yalan,” diye seslendi. “Her neyse.

Çarşamba günü Whiz’i doğu avlusunda gördüm ve hisse senetlerini sordum. Bana yine sorun olmadığını söyledi.” 1 2 JOHN GRISHAıM “Yalan.” “Tanığım var.” Yargıç Spicer, “Tanığın kim peki?” diye sordu. “Picasso.” Picasso da yatırım kulübünün diğer altı üyesi gibi Rook’un arkasında oturuyordu ve adının söylendiğini duyunca elini kaldırdı. Spicer, “Doğru mu bu?” diye sordu. Picasso, “Evet efendim,” diye cevap verdi. “Rook hisseleri sordu. Whiz de onları alacağını ve hiçbir sorun olmadığını söyledi. Picasso birçok davada tanıklık yapmıştı ve söylediği yalanlar ayyuka çıkmıştı. Spicer, “Devam et,” dedi. “Her neyse, Perşembe günü Whiz’i hiçbir yerde bulamadım. Benden saklanıyordu.

” “Saklanmıyordum,” “Cuma günü hisselerin halka satışına başlandı. Hisse fiyatı yirmiydi, yani şurda duran ‘Bay Wall Street’ verdiği sözü tutsaydı, bu fiyattan alacaktık. Altmıştan açıldı, günün büyük bir kısmında seksende seyretti ve yetmişten kapandı. Planımız onları mümkü n olduğunca hızlı satmaktı. Yirmiden elli hisse alacak, seksenden satacak ve üç bin dolarlık bir kazanç sağlayacaktık.” Trumble’da şiddet olayına pek rastlanmazdı. Üç bin dolar için adam öldürülmezdi kuşkusuz, ama insanın en azından birkaç kemiği kırılabilirdi. Whiz’in şansı şimdiye kadar yaver gitmişti. Onu tuzağa düşürmemişlerdi. Kaşından birkaç kıl çekip koparan eski Mahkeme Başkanı Finn Yarber, “Yani sen şimdi Whiz’in size bu hisse senedi kârını borçlu olduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordu. “Tabii ki öyle düşünüyoruz. Bak, meselenin en iğrenç yanı, Whiz’in, ValueNow hisselerini kendisi için alması.” Whiz, “Lanet yalancı,” diye homurdandı. Yargıç Beech, “Lütfen sözlerimize dikkat edelim,” diye uyardı onu. Kardeşler karşısında bir davayı kaybetmek istiyorsanız Beech’in yanında küfürlü konuşmak yeterliydi.

VVhiz’in hisse senetlerini kendi adına aldığı konusundaki söylentiler Rook ve arkadaşları tarafından çıkarılmıştı. Bunun kanıtı KARDEŞLER 13 yoktu ama bu söylenti herkesin inanılmaz ölçüde ilgisini çekmiş ve mahkûmların çoğu tarafından öyle çok tekrarlanmıştı ki artık herkes buna inanıyordu. Spicer, Rook’a bakıp, “Hepsi bu kadar mı?” diye sordu. Rook’un anlatacağı başka şeyler de vardı ama Kardeşler’in, geveze davacılarla, özellikle şöhretti günlerini anımsayan eski avukatlarla uğraşmak için yeterince sabırları yoktu. Trumble’da böyle en az beş avukat vardı ve bunlar sürekli olarak duruşmalara katılıyordu. Rook, “Sanırım,” diye cevap verdi. Spicer bu kez Whiz’e, “Buna ne diyeceksin?” diye sordu. Whiz ayağa kalkıp onların masasına doğru birkaç adım attı. Kendisini suçlayan Rook ve arkadaşlarına öfkeli gözlerle baktı. Sonra mahkeme heyetine dönü p konuştu. “İddia makamının ispat zorunluğu yok mu?” Yargıç Spicer hemen gözlerini yere indirdi ve yardım bekledi. Hukuk eğitimi görmediği halde ilçe halkı tarafından hâkim olarak seçilmişti. Liseyi bile bitirememiş ve sonra da yirmi yıl süreyle babasının kasaba dükkânında çalışmıştı. Oylar da zaten oradan gelmişti. Spicer sağduyuya güvenirdi ki, bu da genellikle yasalarla pek bağdaşmazdı.

Yasayla ilgili sorulara daha ziyade iki meslektaşı yanıt verirdi. Mahkeme kuralları konusunda bir borsacıyla tartışmanın zevkini çıkaran Yargıç Beech, “Biz yok diyorsak, yoktur,” diye cevap verdi. Whiz, “Bir iddiada kanıtlar olması gerekmez mi?” diye sordu. “Olabilir, ama bu davada değil.” “Bu davada kesin ve açık kanıtlar var mı?” “Muhtemelen hayır.” “Sadece tanık ifadeleri mi?” “Şimdi yaklaşmaya başladın işte.” Whiz, ellerini, kötü bir TV dramasındaki berbat bir aktör gibi sallayıp, “O halde hiçbir kanıtları yok,” dedi. Beech, “Neden bize olanları kendi açından anlatmıyorsun?” dedi. “Bunu çok isterim. ValueNow tipik bir onliııe satışıydı, bir sürü duyurunun ardından satışlara geçildi. Rook’un bana geldiği 4 JOHN GRISHAıM doğru. Ama ben gerekli telefonları edemeden satışlar kapandı. Bir arkadaşımı aradım ve o da bana hisselerin yanma yaklaşılmadığını söyledi. Büyük alıcılar bile dışarda kalmıştı.” Yargıç Yarber, “Peki ama bu nasıl olabilir?” diye sordu.

Salonda derin bir sessizlik vardı. Whiz paradan söz ediyor ve herkes de onu dinliyordu. “Önce Halka Arz’da, yani önce halka açık olan satışlarda bu tür şeyler hep görülür.” Beech, “Halka Arz’ın ne olduğunu biliyoruz,” dedi. Ama Spicer bunu bilmiyordu tabii. Mississippi’nin kırsal kesimlerinde bu tür şeyler bilinmezdi. Whiz biraz gevşer gibi oldu. Bir an için onların gözünü kamaştırabilir, bu bela davayı kazanabilir ve sonra da hücresine dönüp hepsini unutabilirdi. “ValueNow Halka Arz’ı, San Francisco’daki küçük bir yatırım bankası olan Bakin-Kline tarafından gerçekleştirildi. Beş milyon hisse satışa sunulmuştu. Bakin-Kline hisseleri kendi müşterilerine ve dostlarına satmış ve büyük yatırım şirketlerinden çoğu, hisseleri görememişti bile. Bu tür şeyler her zaman olur.” Yargıçlar, mahkûmlar ve hatta mahkeme soytarısı bile her kelimeyi dikkatle dinliyordu. Whiz devam etti: “Barodan atılıp hapse düşmüş bir sersemin Forbes’in eski bir sayısını okuduktan sonra bin dolarlık ValueNovv hissesi alabileceğini düşünmek büyük saçmalık.” O anda bu, gerçekten de çok saçma bir şey gibi görünüyordu.

Kulüp üyeleri Rook’u sessizce suçlarken Rook da yerinde köpiirüyordu. Beech, “Peki sen bu hisselerden aldın mı hiç?” diye sordu. “Tabii ki hayır. Yanına bile yaklaşmadım. Zaten yüksek teknoloji ve online firmalarının çoğunda garip paralar var. Ben onlara yaklaşmam.” Beech iyice meraklandı ve, “Peki sen neyi tercih edersin?” diye sordu. “Peger. Uzun vade. Acelem yok benim. Baksana, bu aslında lıı/lı para kazanma peşinde olan birkaç kişi tarafında açılmış düzüiı ı < bir dava.” Elini oturduğu yerde büzülmüş olan Rook’a doğ- KARDEŞLER 15 ru salladı. Whiz tam anlamıyla inandırıcı ve yasal bir tarzda konuşuyordu. Rook’un davası söylentilere, spekülasyona ve ünlü bir yalancı olan Picasso’nun tanıklığına dayanıyordu. Spicer, “Tanığın var mı peki?” diye sordu.

Whiz, “Tanığa ihtiyacım yok,” dedi ve sandalyesine oturdu. Üç yargıç da önlerindeki kâğıt parçalarına bir şeyler karaladı. Tartışma, değerlendirme aşaması hızlıydı ve karar da anında veriliyordu. Yarber ve Beech kâğıtlarını Spicer’a verdiler ve o da kararı açıkladı. “Bire karşı iki oyla davayı davalı kazanmıştır. Dava bitmiştir. Sonraki dava?” Oylamada aslında oybirliği vardı, ama her karar resmi olarak bire karşı iki oy olarak açıklanıyordu. Bu tür karar vermek onlara, daha sonra karşı karşıya gelmeleri halinde bir hareket alanı bırakıyordu. Ama Trumble’de Kardeşler’e herkes iyi gözle bakardı. Kararları hızlı ve ellerinden geldiğince adildi. Aslında genellikle dinledikleri zayıf tanık ifadelerine göre çok doğru kararlar veriyorlardı. Spicer, aile dükkânının arka tarafında yıllarca küçük davalara bakmıştı. Bir yalancıyı on beş metreden tanırdı. Beech ve Yarber kariyerlerini mahkeme salonlarında sürdürmüşlerdi, uzun tartışma ve gecikmelere karşı asla hoşgörülü değillerdi ve duruşma taktiklerinden hoşlanmazlardı. T.

Kari, “Bugünlük bu kadar,” diye konuştu. “Dava listesi sona erdi.” “Pekâlâ, Mahkeme gelecek haftaya kadar kapanmıştır.” T. Kari hemen ayağa fırladı, peruk bukleleri omuzlarında dalgalanırken, “Mahkeme bitmiştir. Herkes ayağa kalksın,” diye bağırdı. Hiç kimse kalkmadı. Kardeşler salondan çıkarken kimse kımıldamadı. Rook ve arkadaşları bir araya toplanmıştı, hiç kuşkusuz yeni bir dava açmayı planlıyorlardı. Whiz hemen sıvıştı. Cezaevi müdü r yardımcısı ve gardiyan, kimse tarafından görülmeden sessizce çıkıp gittiler. Her hafta yapılan dava duruşmaları Trumble’daki güzel gösterilerden biriydi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir