Kasim Kucukalp – Husserl

Hem bir düşünme tarzı hem de bir yöntem olarak geliştirdiği fenomenolojisiyle kendinden sonraki felsefeler ve sosyal bilim dalları üzerinde belirgin bir etkiye sahip olmak suretiyle, 20. yüzyılın en etkili filozoflarından biri olan Husserl üzerine bir çalışma yapmak, aslında sanki hiç bitmeyecek bir yola koyulmakla eşanlamlı bir teşebbüs anlamına gelecektir. Bu tespit elbette ki birtakım gerekçelere sahiptir. Bu gerekçelerin başında Husserl’in fenomenolojisinin adeta onun hayatına yayılmış süregiden bir düşünme, araştırma ve hesaplaşma olması gelmektedir. Daha ilk dönem çalışmalarından, geç dönem çalışmalarına kadar Husserl, çalışmalarının altbaşlığını fenomenolojiye giriş vb. tarzda belirleyerek, fenomenolojinin ne denli gelişime açık bir felsefe yapma tarzı olduğunu bizzat kendisi tespit etmiştir. Fenomenolojinin bugünkü durumu dikkate alındığında, fenomenoloji hakkında yapılan onca eleştiri, değerlendirme ve çalışmanın nihai bir sona ulaşmamış olması da bu tespiti doğrular niteliktedir. Zira çağdaş felsefede fenomenolojik geleneğe bağlı olmakla birlikte birbirinden mahiyet bakımından farklı ve zaman zaman da birbiriyle karşıtlık arz eden birçok yaklaşım tarzını gözlemlemek mümkündür. Bir diğer gerekçe ise, belki de ilk gerekçenin de sebebini oluşturan fenomenolojinin felsefî derinliğiyle ve şümullü boyutuyla alakalıdır. Fenomenoloji her ne kadar Husserl’le ve Husserl’in düşüncelerini belirleyen tarihsel şartlarla alakalı olsa da, derinliği itibariyle bir bütün olarak Batı düşünce geleneğiyle, özellikle de modern düşünce tarzı ve bilim anlayışıyla derinlikli bir hesaplaşmayı gerektirmektedir. Felsefenin tarihsel seyri boyunca giderek bütünlük kaybına uğrayıp, modern dönemde de bilimsel gelişme ve ayrışmalarla temel olma fonksiyonunu yavaş yavaş yitirmesi, bilimlerin birbirinden ve felsefeden kopup hayat için olmaklık fonksiyonlarını yitirmeleri, pozitivizm, tarihselcilik ve psikolojizmin söz konusu ayrışmayı daha da derinleştirmeleri ve nihayet bu durumun Avrupa insanlığı sathına yayılan bir insanlık problemine vücut vermesi Husserl’i, tüm bu problemlerin üstesinden gelmeye muktedir bir düşünme tarzı ve yöntem arayışına itmiştir. Elbette ki, böyle şümullü bir muhtevaya sahip bir soruşturmanın, yani fenomenolojinin anlaşılıp, gereği gibi takdir edilmesi, tüm bu sürecin anlaşılıp takdir edilmesine bağlıdır ki, bu Husserl ve fenomenoloji konusunda çalışmayı zorlaştıran önemli bir gerekçe olmak durumundadır. Buna bir de Husserl’in, idealist bir felsefe anlayışıyla ortaya koyduğu derinlikli analizleri ve değerlendirmeleri eklenince durum daha da kompleks bir karaktere bürünmektedir. Zira Husserl, ele aldığı hemen her konuyu, titiz bir incelemeye tabi tutup, dünyanın, anlamın, değerlerin ve felsefî kavramların yönelimsel karakterini, bilinçle bağlantılarını ve bilinçte oluşturulduklarını ortaya koyarken, yapılan değerlendirmeler arasındaki bağlantı gereği gibi anlaşıldığı ölçüde anlamına erişilebilen bir felsefî etkinlikte bulunur. Felsefe ancak idealist bir etkinlik olduğu takdirde felsefe olma adına yakışır sözünü doğrularcasına Husserl, soruşturmasını tüm hayatına yayıp, ideal olanın tamamlanmaktan ne denli uzak, biteviye bir çabayı gerektiren karakterini, arkasında bıraktığı ve hâlâ araştırmacılar için çok önemli kaynak fonksiyonu gören külliyatıyla ispatlamıştır.


Yayımlanmış eserlerinin dahi bütünüyle anlaşılıp değerlendirilmesinin hayli bir emeği gerektirdiği yerde, arkasında bıraktığı elyazmalarının hacminin büyüklüğü Husserl üzerine çalışmanın ne denli güç olduğunun açık bir göstergesidir. Bununla birlikte bir yerden başlamanın, Husserl ve fenomenoloji üzerine çalışmanın Türk felsefe kültürü için mütevazı bir katkı olacağı gerçeği beni böyle bir çalışmaya sevk etti. Beni böyle bir çalışmaya sevk ve motive eden asıl amil, saygıdeğer Hocam Ahmet Cevizci’nin beni teşvik ederek, böyle bir çalışmayı yapabileceğime inancımı artırmasıdır. Sadece teşvik ve motivasyonla da kalmadı kıymetli Hocam, ayrıca gerek yazdığım metinleri okuyup revize etmem, gerekse de çevirileri tashih etmemde bir hocanın ötesinde sahiplenici bir büyük olarak da mesaisini harcamaktan geri durmadı. Gerek bugüne kadarki çalışmalarımda gerekse bu çalışmamdaki destek ve yardımlarından dolayı Hocam Ahmet Cevizci’ye bu vesileyle canıgönülden teşekkür ediyorum. Kasım Küçükalp Bursa, 2006 YAŞAMI, YAPITLARI ve FELSEFESİ YAŞAMI Geliştirmiş olduğu fenomenolojik yöntemle 20. yüzyılın ilk yarısındaki yeni kuşak Avrupa düşünürleri üzerinde kalıcı etkiler bırakan Edmund Gustav Albrecht Husserl, Nisan 1859’da, Avusturya İmparatorluğu’nun bir parçası olan ve şimdilerde Çek Cumhuriyeti sınırları içerisinde Prostejov olarak bilinen, Moravia şehrinin Prossnitz kasabasında, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Her ne kadar kasabada bir Yahudi teknik okulu olsa da, Husserl’in elbise tüccarı olan babası onu daha 10 yaşındayken, Alman klasik eğitimi almak üzere başkentin dil ağırlıklı eğitim veren bir lisesine gönderir. Husserl bir yıl sonra (1870’de) evine daha yakın olan Olmütz’deki Devlet Lisesi’ne transfer olur. Orada vasat bir öğrenci olarak hatırlanan Husserl, yine de matematik ve bilime ilgi duymaktadır. 1876 yılında mezun olan Husserl, aynı yıl üniversite öğrenimi için Leipzig’e gider. Leibzig’de 1876–1878 yılları arasında matematik, fizik ve felsefe çalışan Husserl’in, özel olarak da astronomi ve optiğe ilgisi vardır. Yine bu yıllarda, Husserl, deneysel psikolojiye dair ilk enstitünün kurucusu olan Wilhelm Wundt’un felsefe konferanslarına iştirak eder. Husserl’in bu dönemdeki danışmanı Brentano’nun eski bir öğrencisi ve daha sonra da Çekoslovakya’nın ilk cumhurbaşkanı olacak olan felsefe profesörü Thomas Masaryk’ti. 1878–1881 yıllarında Berlin’de matematik ve felsefe çalışmalarına devam eden Husserl’in matematik hocaları arasında Carl Weierstrass ve Leopold Kronecker bulunmaktaydı.

Bununla birlikte, Weierstrass’ın Husserl için ayrıcalıklı bir yeri vardır. Zira Husserl, matematiğin radikal bir şekilde temellendirmeye yönelik ilgisini ve bilimsel gayret ruhunu ona borçlu olduğunu ifade eder. [1] Husserl çalışmasını 1881–1883 yıllarında Viyana’da tamamlayarak, “Varyasyon Hesaplamaları Teorisi” konusundaki doktora tezini Ocak 1883’te verir ve matematik alanında doktor unvanı alır. Halle Dönemi (1886-1901) Halle dönemi Husserl’in, Prosstnitz Yahudi topluluğundan olan Marvine Charlotte Steinsvhneider ile evlendiği (1887) ve erken dönemine ait önemli kitaplarını kaleme aldığı 1886 ile 1901 arasındaki döneme tekabül eder. Yine bu dönem Husserl’in 20.yüzyılda çığır açacak nitelikteki fenomenoloji yaklaşımını tesis etmeye başladığı ve kavram olarak kullanıma soktuğu dönemdir. Doktorasının akabinde Berlin’e Weierstrass’ın asistanı olarak dönen Husserl, Weierstrass’ın ciddi şekilde rahatsızlanması ve Masaryk’ın da Husserl’e tekrar Viyana’ya dönüp, orada Empirik bir Bakış Açısından Psikoloji (1874) adlı kitabın yazarı olan Franz Brentano ile çalışmasını önermesi üzerine 1884’te, Brentano’nun felsefe konferanslarına katılmak için Viyana’ya döner. Brentano’nun, saf anlamda bilimsel ve psikofiziksel bir çizgide olan zamanının psikolojisine yönelik eleştirileri ve kendi tasviri psikolojisinin felsefe için hakiki bir temel teşkil ettiği şeklindeki değerlendirmeleri, bu dönemde Husserl’i de içeren, oldukça geniş bir etki alanına sahipti. [2] Husserl’i, felsefenin, en kesin bir bilim ruhu içerisinde yürütülmesi gerektiğine ikna eden kişi Brentano’ydu. Bu durum Husserl’i, yaşamını felsefeye mi yoksa matematiğe mi adaması gerektiği noktasında bir karar aşamasına dahi taşımıştır. Kendisinin de ifadelendirdiği üzere, söz konusu etki, nihayetinde Husserl’in felsefeye yönelmesine yol açmıştır. 1884–1886 yılları arasında Viyana’da Brentano’yla çalışan Husserl, üç aylık yaz tatilini Brentano ve eşiyle geçirecek kadar Brentano ile yakınlaşır. Yine Viyana’da iken Masaryk’ın etkisi ile Yeni Ahit’i yakından inceleme altına alan Husserl 1886’da vaftiz olarak Lutherci Protestanlığı kabul eder. [3] Husserl’i, hocası Brentano, Halle’deki en eski öğrencisi ve iki ciltlik, Sesin Psikolojisi (Psychology of Tone) (1883/90) adlı eserin yazarı olan felsefe ve psikoloji profesörü Carl Stumpf’a tavsiye eder. Stumpf’la yakın arkadaşlık geliştiren Husserl, kendi tasviri kavramların oluşumunda Stumpf’un önerilerine çok şey borçludur.

Hatta bu önerilerin, Husserl’i Stumpf’la Sayı Kavramı Üzerine: Psikolojik Analizler [Über den Begriff der Zahl: Psychologische Analysen (On the Concept of Number: Psychological Analyses)] (1877) konulu doçentlik çalışmasını hazırlamaya ve sunmaya muktedir kıldığı dahi söylenebilir. Bu çalışma Husserl’in matematik araştırmalarından, matematiğe ait temel kavramların psikolojik kaynağına yönelik bir düşünüme geçtiğinin göstergesi olarak, bir anlamda Husserl’in fenomenolojik yaklaşımlarının da kaynağını oluşturur. Husserl’in tezinin altbaşlığının “psikolojik analizler” olması, Brentano’ya olan borcunun göstergesidir. Brentano ve Stumpf’un dışında bu sıralar Husserl’in üzerinde Wilhelm Wundt, Amerikalı Wiliam James ve Brentano’nun teşvikiyle okuduğu İngiliz empiristlerinin büyük bir etkisi vardır. [4] Husserl Halle’de doçent olarak başlığı, “Metafiziğin Problemleri ve Amaçları Üzerine” [Über die Ziele und Aufgaben der Metaphysik (On the Goals and Problems of Metaphysics)] olan bir konferans verir. Metni kaybolmuş olmasına rağmen, Husserl bu konferansla birlikte, bilinç analizlerine yönelik metodunun, metafiziğe ait bütün önceki şemaların da dayanağı sayılabilecek, yeni bir evrensel felsefe ve metafiziğe giriş olabileceğini düşünmeye başlamıştır. [5] Husserl’in, felsefi açıdan matematiği ele aldığı 1891’de yayımlanan ilk kitabı ise, Aritmetik Felsefesi [Philosophie der Arithmetik (The Philosophy of Arithmetic)], Brentano ve Stumpf’un etkisiyle, aritmetik felsefesinin psikolojist bir yaklaşım ekseninde incelendiği bir eserdir. Zira burada Husserl matematiğe, psikolojiye ve felsefeye dair yeteneklerini aritmetiğin psikolojik bir temelini sağlama yolunda birleştirmiştir. Bu eser, Husserl’in de özellikle vurguladığı üzere, aritmetiğin temel kavramlarının analizi ve aritmetikte kullanılan sembolik metotların mantıksal aydınlatılması şeklinde iki fonksiyonu gerçekleştirme görevini üstlenmiş bir karakter arz eder. Husserl kitabın, bu amaçlarla uyumlu olan iki kısmının ilkinde, sembolik formlar içerisinde verilmedikleri derecede, sayı, birlik ve çokluk kavramlarına yönelik psikolojik bir araştırma üstlenirken; ikincisinde aynı kendiliklerin sembolik temsilini düşünür ve genel aritmetiğin sembolik temsilinin, sembolik, sayısal sunumlarla sınırlandırıldığını gösterir [6] Fakat psikolojinin ayrıcalıklı bir öneme sahip olduğu bu eser, Frege’nin şiddetli eleştirilerinin de etkisiyle, Husserl tarafından daha sonraları restore edilip, fenomenoloji lehine aşıldığı bir çalışma hükmündedir. Zira burada Husserl, sayıların nesnel yapılar mı, yoksa zihinsel yaratımlar mı olduğu konusunda kararsızdır ve henüz zihinsel süreçlerinde içerilen şeylerin öznelliğiyle, kendilerinde oldukları şekliyle sayıların nesnelliğini tatmin edici bir şekilde uzlaştıracak bir yol bulabilmiş değildir. [7] Söz konusu eserle başlamak suretiyle Husserl, zamanla, bütün bilimler gibi, matematik ve mantığa ait nesnel doğruların da, insan bilincinin yaşayan edimlerinde yeniden temellendirilmeleri gerektiği kanaatine varır. [8] Bununla birlikte, bilincin psikolojik bir analizini, formel matematik ve mantığın felsefi olarak temellendirilişiyle birleştirme probleminin çözümsüzlüğü, daha sonraları değerlendirip, ifade ettiği üzere Husserl’i ciddi bir düşünsel krize sevk etmiştir. Yine de sonuçları oldukça verimli olan bu krizden, mantık ve matematiğin felsefi temellendirilişinin, bütün formel düşüncelerin temelinde bulunan bir deneyim analiziyle birleştirilmesi gerektiği düşüncesi doğmuştur. [9] Bu doğrultuda olmak üzere Husserl, önceki çalışmasının psikolojist karakterini aşıp, mantığın antipsikolojist ve realist bir felsefesini yapmaya çalıştığı ve erken dönem Münih okulunu etkileyip Götingen’de kendi etrafında toplanmaya sevk eden bir eser olan, 1900–1901 yıllarında yayımlanan iki ciltlik Mantık Araştırmaları’nı [Logische Untersuchungen (The Logical Investigations)] kaleme alır.

[10] Zamanının bilimsel psikolojisinin izlerini taşıyan bu eseri Husserl, Brentano’ya ithaf etmiştir. Matematiğe ait temel kavramların keşfedilmesi amacıyla kaleme alınan söz konusu çalışma, matematikte işbaşında olan zihinsel edimlerin detaylı bir analizini sunar. Eserin ilk cildi, “Saf Mantığa Prolegomena” başlığıyla psikolojizme karşı güçlü eleştiriler içeren bir karakter arz eder. Burada Husserl, psikolojizmin temel argümanlarını, empirik sonuçlarını, şüpheci bir rölativizme sevkeden karakterini ve psikolojizme dair önyargıları ortaya koymak suretiyle, saf mantık düşüncesini tesis etme çabası verir. Eserin, “Bilgi Teorisi ve Fenomenolojiye Yönelik Araştırmalar” başlığıyla daha geniş olan ikinci cildi ise, saf mantığı aydınlatma ve epistemolojik eleştiriye başlangıç olarak fenomenolojik araştırmaların zorunluluğu, saf fenomenolojik araştırmanın güçlükleri ve fenomenolojik araştırmaların temel bir prensibi olarak önvarsayımlardan uzak olmanın gerekliliğinin vurgulandığı “Giriş Bölümü”nü takip eden, altı “tasviri-psikolojik” ve “epistemolojik” araştırmadan oluşur: (I) İfade ve Anlam, (II) Türlerin İdeal Birliği ve Modern Soyutlama Teorileri, (III) Bütün ve Parçaların Teorisi Üzerine, (IV) Bağımsız ve Bağımsız Olmayan Anlamlar Ayrımı ve Saf Gramer Fikri, (V) Yönelimsel Deneyimler ve Onların İçerikleri Üzerine ve son olarak (VI) Bilginin Fenomenolojik Bir Açıklamasının Öğeleri. [11] Husserl’e göre, hakikatleri deneyim içinde temellendirme yönündeki çaba, insan bilincinin orijinal bir şekilde algı, imgelem ve dilin düşünüm öncesi (pre-reflective) edimleri sayesinde anlam inşa ettiği değişik yolları tasvir etmeye yönelik bir metot arayışına tekabül eder. İşte Husserl bu metoda, dünyanın insan bilincine ilk olarak nasıl tezahür ettiğini (Grekçe, phaino) araştırmak suretiyle bilginin kaynaklarına dönmeyi amaçladığından ötürü, Mantık Araştırmaları adlı çalışmasında “fenomenolojik” şeklinde gönderme yapar. Söz konusu metoda göre, dünyanın anlamı, yalnızca bilincin bir fenomeni olarak tam anlamıyla yeniden ele geçirilebilir. [12] Bu metot doğrultusunda kaleme alınmış ve çağdaş araştırmalar üzerinde de ciddi etkilere sahip olan Mantık Araştırmaları, Husserl’in, Hemann Lotze ve özellikle de Bernard Balzano’nun düşüncelerinden hareketle türettiği, anlam ve zihinsel içerik hakkındaki Platonculuğun, yönelimsel bir bilinç teorisi içerisine sokulduğu bir yaklaşıma sahip olduğundan ötürü, yeni bir çeşit Platonculuk olarak da değerlendirilmiştir. [13] Göttingen Dönemi (1901-1916) 1901’de Husserl, 16 yıl öğretim yaptığı ve fenomenolojisinin kesin formülasyonlarını geliştirdiği yer olan Göttingen Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde Prusya Bakanlığı tarafından felsefe profesörü olarak göreve atanır. [14] Buradaki felsefe hocaları tarafından, bilimsel ayrım noksanlığı gerekçesiyle eleştirilse de, Mantık Araştırmaları’nın yayımlanmasıyla birlikte oldukça bilinen bir isim haline gelen Husserl, geniş bir öğrenci kitlesine konferanslar verir. Yine burada Husserl, içlerinde David Hilbert (1862–1943), Felix Klein, Richard Courant (1888–1972) ve Erhard Schmidt’in de bulunduğu meşhur bir matematikçiler halkasının aktif üyesidir. Bununla birlikte Husserl, matematikten, algı ve bilinç farkındalığı gibi konularla alakalı epistemolojik meselelere ve özellikle de Descartes ve Kant’ı içeren geleneksel felsefeye yönelir. [15] Husserl, 1904–1905 yıllarında, “Algı Teorisi ve Fenomenolojinin Temel Unsurları” başlıklı, (i) algı, (ii) dikkat ve spesifik yönelimler (Meinen), (iii) fantezi ve resim bilinci ve (iv) zamanın fenomenolojisi şeklinde dört altkonuyu içeren bir ders verir. O zamana kadar matematiksel işlemler ve mantıksal edimler gibi yüksek entelektüel edimlere kendini adamış olduğunu ifade eden Husserl, bu derslerle birlikte, algı, hafıza, fantezi ve resimsel temsil gibi temelde bulunan edimlere odaklanmayı planlar.

1905 yılında ise, Seefelder Elyazıları (Seefelder Blätter) olarak bilinen ve redüksiyon nosyonunun ilk ifadesini bulduğu yazılar kaleme alır. Bu keşifle birlikte noema nosyonu da açık bir formülasyon kazanmaya başlar. [16] Husserl, 1906 ve 1907 yılları arasında Mantık ve Bilgi Teorisi (Logic and the Theory of Knowledge) konulu umuma açık ilk konferanslarında, transandantal ego kavramlaştırması hakkındaki kendi pozisyonunu yeniden değerlendirme ihtiyacını fark eder ve bu derslerde fenomenolojik redüksiyon nosyonuna, radikal derecede varsayımsız bir bilimin kurulması amacıyla başvurur. Nisan ve Mayıs 1907’de Göttingen’de daha sonra Fenomenoloji Düşüncesi (The Idea of Phenomenoloji) adıyla yayımlanacak olan beş konferans veren Husserl, söz konusu konferanslarında, psikolojik olandan gerçek anlamda fenomenolojik meselelere geçişin bir yolu olarak redüksiyon üzerine vurgu yapar. [17] Tam da bu durum transandantal fenomenolojinin arındırılıp, başkalaştırılması anlamına gelir. Redüksiyonla birlikte dış dünyaya dair bütün varsayımlar, sistematik bir biçimde ayraç içine alınacaktır. Husserl daha sonraları, ikinci temel kitabı Ideas I’de ifade ettiği üzere, yönelimsel bilinç alanında oluşan perspektifin, fenomenologu, dünya ve kendisi hakkındaki temel görüşlerini yeniden oluşturmaya ve onların rasyonel iç bağlantılarını keşfetmeye muktedir kılması gerekir. Husserl söz konusu fikirlerini 1901’de doçent, 1906’da profesör olduğu Göttingen’de geliştirmiştir. 1910/11’den 1913’e kadar Logos ve Fenomenolojik Araştırmalar Yıllığı’nın kurucu editörü olarak hizmet eden Husserl’in, Logos dergisinin de ilk konusunu oluşturan “Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe” (Philosophy as a Rigorous Science) başlıklı programatik bir makalesi vardır. [18] Bu çalışmasında Husserl, genel olarak natüralizme, özelde de natüralizmin büyüsüne kapılmış insanbilimlerine ve onların hâkim yaklaşımı olan tarihselciliğe yönelik sıkı bir eleştiri getirir. Felsefeyi gerek tabiat gerekse insanbilimleri için olmazsa olmaz bir zemin olarak gören Husserl’e göre, her iki bilim alanı da natüralist bir tutumun etkisi altında, nihayetinde rölativizmle sonuçlanan bir perspektife sahiptir, Greklerde kullanıldığı anlamıyla kesin bir bilim felsefe (20. yüzyıl içinse fenomenoloji) ise, bilimlerin içine düşmüş olduğu söz konusu açmazın yegâne panzehiridir. [19] 1916 yılına kadar kaldığı Göttingen Husserl için, transandantal fenomenolojik metot, zaman bilincinin fenomenolojik yapısı, insanın kavramsal sisteminde inter-sübjektivite nosyonunun temel rolü ve tekil, empirik düşüncenin ufuk yapısı gibi en önemli felsefi keşiflerini yaptığı yer olarak ayrıcalıklı bir öneme sahiptir

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir