Le Clezio – Göçmen Yıldızı

Suyun sesini duyunca, kıĢın sona erdiğini anlardı. KıĢın, kar, evlerin çatılarını, bütün kasabayı örter, çayırlar bembeyaz olurdu; Çatılarda, buzdan sarkıtlar oluĢurdu. Daha sonraları, güneĢ yakmaya baĢlar, karlar erir, saçaklardan, kiriĢlerden ve dallardan damla damla su akardı. Damlalar bir araya gelerek derecikler oluĢturur, bu derecikler çaylara karıĢır ve su kasabanın sokaklarında sevinçle çağlardı. En eski anısı belki de bu su sesiydi. Dağda geçirdiği ilk kıĢı ve ilkyazda akan suyun ezgisini anımsıyordu. Ne zamandı bütün bunlar? Kasabanın sokaklarında, anne ve babasının arasında, onların ellerinden tutarak yürürdü. Babası çok uzun boylu olduğundan, kolunu annesinden daha çok gererdi. Ve su, bu ezgiyle, bu Ģırıltılarla, bu ıslık sesleriyle, bu tıp tıplarla her yandan akardı. Bunu ne zaman anımsasa, içinden gülmek gelirdi, çünkü bu ses, bir okĢayıĢ kadar yumuĢak ve hoĢtu. Annesiyle babasının arasında güler, oluklardaki ve deredeki su da onu yanıtlar, akar, çağlardı… ġimdiyse, yazın yakıcılığı ve masmavi gökyüzü, bütün bedenini mutlulukla doldurmakta, neredeyse korkutmaktaydı. Özellikle, kasabanın yukarısında gökyüzüne doğru yükselen otlarla kaplı büyük yamacı severdi. Tepeye kadar çıkmazdı, çünkü orada engerekler olduğu söylenirdi. Toprağın serinliğini ve kesici otları dudaklarında duyumsayıncaya kadar tarlaların kıyısında yürürdü. Kimi yerlerde otlar öylesine yüksekti ki, aralarında tümüyle görünmez olurdu.


On üç yaĢındaydı; adı Helene Greve’di, ancak babası ona Esther derdi. Öğretmen Seligman hastalandığı için, okul haziran baĢında kapanmıĢtı. Bir de yaĢlı Heinrich Ferne vardı, sabah derslerine 11 le clezio – göçmen yıldızı girerdi; ne var ki, yalnız gelmek istemiyordu. Çocuklar için, yeni baĢlayan bu dinlence uzun sürecekti. Bu dinlencenin birçoğu için ölümle sonuçlanacağını bilmiyorlardı. Her sabah, güneĢ doğar doğmaz, evden dıĢarı fırlıyor, ancak ayaküstü birĢeyler atıĢtırmak için eve dönüyor, sonra, ya tarlalarda koĢmak ya da birçok kez patlayıp bisiklet kaynağıyla onarılmıĢ eski topla, kasabanın daracık sokaklarında oynamak için yeniden dıĢarı çıkıyorlardı. Yaz baĢında yüzleri, kolları ve bacakları güneĢten yanmıĢ, saçlarına ot parçaları karıĢmıĢ, giysileri yırtık ve çamurlu çocukların çoğu vahĢilere benziyorlardı. Esther, her sabah, Bay Seligman’ın sınıfındaki hepsi gürültücü ve yırtık pırtık giyinmiĢ kız ve erkek, Yahudi çocuklarla kasabanın çocuklarının oluĢturduğu karıĢık toplulukla birlikte gitmeyi severdi. Sabah erkenden, onlarla birlikte, henüz serin olan sokaklarda ve köpekleri bağırtıp güneĢte oturan yaĢlıları kızdırdıkları o büyük alana koĢardı. Dere kıyısındaki yolu izleyerek ırmağa inerler, kestirmeden tarlalardan gömütlüğe kadar giderlerdi. GüneĢ iyice yakmaya baĢlayınca, ırmağın buz gibi sularında yıkanırlardı. Oğlanlar orada kalır, kızlarsa büyük kayaların ardına saklanmak için akıntıya-karĢı ilerlerlerdi. Ama oğlanların kendilerini çalılıkların ardından izlediklerini bilirlerdi; onların boğuk gülüĢlerini iĢitir, keskin çığlıklar atarak onlara geliĢigüzel su sıçratırlar-dı. Esther, kısa, kara ve kıvırcık saçları, esmer teniyle, içlerinde en yabanıl olanıydı; eve birĢeyler yemeğe geldiğinde, annesi onu görünce, “Helene, Çingeneye benziyorsun,” derdi. Bu hali babasının hoĢuna gider, o zaman adını Ġspanyolca söylerdi: “Estrellita, küçük yıldız.

” Irmağın yukarısında, kasabanın üst yanında büyük otlakları ilk kez babası göstermiĢti ona. Biraz ilerde, dağlara ve karaçamlardan oluĢan karanlık ormana giden bir yol vardı; ancak orası baĢka bir dünyaydı. Gasparini, kıĢın, ormanda kurtlar oldu ğunu, geceleri, kulak verecek olursak, çok uzaktan ulumalarını iĢitebileceğimizi söylerdi. Ama Esther, geceleri ne kadar kulak verirse versin, ulumalarını hiçbir zaman iĢitmemiĢti; belki de yol ortasındaki küçük derede akan suyun gürültüsünden. Yaz gelmeden önce, bir gün, babası, dere suyunun kayadan kayaya sıçrayan mavi bir suya dönüĢtüğü yere, vadinin giriĢine kadar götürmüĢtü onu. Ormanlarla kaplı olan ve surları andıran dağlar, vadinin her bir yanından yükseliyordu. Babası vadi’ çukurunu, bitiĢik dağların karmaĢıklığını göstermiĢti ona; ve Ģöyle demiĢti: “Buralardan ötesi Ġtalya’dır.” Esther dağların öbür tarafında neler olduğunu anlamaya çalıĢırdı. “Ġtalya uzak mıdır?” Babası Ģöyle yanıtlamıĢtı: “Bir kuĢ gibi uçabilseydin, akĢama orada olurdun. Ancak, senin çok yürümen gerekir, belki de iki gün.” Hemen o akĢam orada olabilmek için bir kuĢ olmayı çok isterdi. O günden sonra, babası ne Ġtalya’dan, ne de dağların öbür tarafında olup bitenden söz etmiĢti. Ġtalyanları yalnızca kasabada görmek olasıydı. Alana bakan yeĢil kepenkli büyük yapıda, Terminus Otelinde kalırlardı. Zamanlarının büyük bir bölümünü otelde, giriĢ katındaki yemek salonunda, sohbet ederek ve kâğıt oynayarak geçirirlerdi.

Hava güzel olduğunda, polis ve asker alana çıkar, ikiĢer, üçer, bir aĢağı, bir yukarı dolaĢırlardı. Çocuklar, onların horoz tüyleriyle süslü Ģapkalarını alçak sesle alaya alırlardı. Esther öbür kızlarla birlikte otelin önünden geçtiğinde, jandarmalar, Ġtalyancalarına birkaç Fransızca sözcük katarak Ģaka yaparlardı. Günde bir kez, Yahudiler sayım yaptırmak ve tayın kartlarını denetletmek için kuyruğa girerlerdi. Esther, her seferinde, anne ve babasına eĢlik ederdi. Büyük karanlık salona girerlerdi. Jandarmalar, lokantanın bir masasını kapının yanına yerleĢtirmiĢlerdi ve içeriye giren herkes, polis memuru listede iĢaretlesin diye adını söylerdi. Buna karĢın, Esther’in babası Ġtalyanlara kızmazdı. Almanlar gibi kötü olmadıklarını söylerdi. Bir gün, Esther’in evindeki mutfakta yapılan bir toplantı sırasında, biri Ġtalyanlar hakkında kötü konuĢmuĢtu da babası buna kızmıĢtı: “Susun, Vali Ribiere bizleri Almanlara teslin>etme emrini verdiğinde, hayatımızı onlar kurtardı.” Ama savaĢtan ve bütün bu olanlardan hiç söz etmezdi, ‘Yahudiler’ demezdi hiçbir zaman, çünkü dine inanmazdı ve komünistti. Bay Seligman, Esther’i Yahudi çocukların herakĢam gittikleri, kasabanın yukarısında ahĢap dağ evinde yapılan din derslerine yazdırmak istediğinde, babası reddetmiĢti. Bu nedenle, öbür çocuklar onunla alay etmiĢler, hatta ona dinsiz 12 13 anlamına gelen ‘goy’ adını takmıĢlardı. Bir de ‘komünist’ demiĢlerdi. Esther onlarla dövüĢmüĢtü.

Ancak babası kulak asmamıĢtı. ġöyle demekle yetinmiĢti: “Bırak onları, senden önce usanırlar nasıl olsa.” Gerçekten de, Bay Seligman’ın sınıfındaki çocuklar unutmuĢtu bunu, artık ‘dinsiz’ ya da ‘komünist’ demiyorlar-dı. Ayrıca, Gasparini gibi, ya da büyük Ģapkalar giyen esmer güzeli bir italyan annesi olan ve yarı Ġngiliz sayılan Tristan gibi, din derslerine girmeyen baĢka çocuklar da vardı. Esther, Bay Heinrich Ferne’i piyanosu nedeniyle çok severdi. Gömütlüğe inen yolda, alana tepeden bakan, yıkık dökük eski bir villanın giriĢ katında otururdu kendisi. Güzel bir ev değildi; hatta kenger otlarıyla kaplı terk edilmiĢ bahçesi ve birinci katının her zaman kapalı duran kepenkleriyle korkunç olduğu söylenebilirdi. Bay Ferne, okulda ders vermediği zamanlar, mutfağına kapanır ve piyano çalardı. Kasabanın tek piyanosuydu onunki; belki de, Nice’e ve Monte-Carlo’ya kadar, dağlardaki kasabaların hiçbirinde baĢka piyano yoktu, italyanlar otele yerleĢtiklerinde, müziği çok seven jandarma yüzbaĢısı Bay Mondolini’nin piyanoyu yemek salonuna koydurmak istediği söylenirdi. Ancak Bay Ferne Ģöyle demiĢti: “Galip olan sizlersiniz, elbette ki piyanoyu alabilirsiniz. Ama Ģunu bilin ki, orada size hiçbir zaman çalmam.” Hiç kimse için çalmazdı. Bu yıkık dökük villada tek baĢına yaĢardı; kimi zaman, öğleden sonraları, Esther, oradan geçerken mutfağın penceresinden havalanan müziği iĢitirdi. ilkyazda akan derelerin Ģırıltısı gibiydi müzik; yumuĢak, hafif, uçucu, aynı anda her yerden geliyormuĢ izlenimini veren bir ezgi. Esther, yol kıyısında, parmaklıkların yanında durup dinlerdi.

Müzik sona erdiğinde, Bay Ferne kendisini görmesin diye hızla kaçardı oradan. Bir gün, annesine piyanodan söz etmiĢ, o da ona Bay Ferne’in, eskiden, savaĢ öncesinde, Viyana’da ünlü bir piyanist olduğunu söylemiĢti. AkĢamları, gece giysileri içindeki kadınların ve siyah ceketli erkeklerin geldikleri salonlarda konserler verirdi. Almanlar Avusturya’ya girdiklerinde, bütün Yahudileri hapse atmıĢlar, Bay Ferne’in eĢini de götürmüĢlerdi, kendisi kaçabilmiĢti. Ama o günden sonra, hiç kimse için çalmak istemiyordu. Kasabaya yerleĢtiğinde, piyano yoktu. Bir .kıyı kentinden satın almaya baĢarmıĢ, kamyonetle kasabaya getirtip brandaların altında saklamıĢ, sonra da mutfağına yerleĢtirmiĢti. ġimdi bütün bunları öğrendikten sonra, Esther parmaklıklara yaklaĢmaya bile korkuyordu. Müzik notalarını, notaların tatlı akıĢını dinliyor, bu notalarda kederli birĢeyler varmıĢ gibi bir duyguya kapılıyor, gözleri yaĢarıyordu. O öğle sonu hava sıcaktı, kasabada her Ģey uykudaydı sanki; Esther Bay Ferne’in evine kadar gitti. Bahçede büyük bir dut ağacı vardı. Esther, parmaklıklara tutunarak, dut ağacının gölgesindeki duvara tırmandı. Mutfağın penceresinden, Bay Ferne’in piyano üzerine eğilmiĢ siluetini gördü. FildiĢi tuĢlar yarı karanlıkta parlıyordu.

Sanki bu bir dilmiĢ, Bay Ferne de nereden baĢlayacağını bilmiyormuĢ gibi, notalar kayıyor, du-raksıyor ve yeniden yollarına devam ediyorlardı. Esther, gözleri sızlayıncaya kadar, bütün gücüyle mutfağın içerisine bakıyordu. Sonra müzik gerçekten baĢladı, birdenbire piyanodan fıĢkır-dı ve bütün eve, bahçeye, sokağa yayıldı; gücüyle, düzeniyle her yeri doldurdu, yumuĢak, gizemli olmaya baĢladı. ġimdi, müzik zıplıyor, derelerdeki su gibi yayılıyor, dosdoğru gökyüzünün özeğine, bulutlara kadar gidiyor, ıĢığa karıĢıyordu. Bütün dağlara yayılıyor, iki ırmağın kaynağına ulaĢıyordu; “derenin gücü vardı onda. Elleri paslı parmaklıklara sıkı sıkı yapıĢmıĢ durumda, Esther Bay Ferne’in dilini dinliyordu. Öğretmen gibi konuĢmuyordu artık. Esther’in anımsayamadığı hoĢ öyküler anlatıyordu, düĢlerdeki gibi. Bu öykülerde, insanlar özgürdü; savaĢ yoktu, ne Almanlar, ne italyanlar vardı; korku salacak ya da yaĢamı durduracak hiçbir Ģey yoktu. Gene de hüzünlüydü; müzik yavaĢlıyor, sorguluyordu. Her Ģeyin birbirini parçaladığı, kırdığı anlar vardı. Sonra sessizlik. Müzik yeniden baĢlıyor, Esther çıkan her sözü dinliyordu. Annesinin Ģarkı söylediği ya da babasının kendisine yeğlediği kitaplardan, örneğin Bay Pickwick’in Londra hapishanesine giriĢi ya da Nicolas Nickleby’nin dayısıyla karĢılaĢması gibi bölümleri okuduğu zamanlar dıĢında, belki de hiçbir Ģey bu denli önemli olmamıĢtı onun için. Esther demir parmaklığı itip bahçeyi geçti.

Sessizce mutfağa girdi ve piyanonun- yanına kadar yürüdü. YaĢlı adamın sinirli 14 • 15 parmakları altında belirgin bir biçimde çöken fildiĢi tuĢları izliyor, her sözü dikkatle dinliyordu. Bay Ferne birdenbire durdu ve sessizlik ağırlaĢtı, tehditle doldu. Esther geri geri gitmeye baĢlıyordu ki, Bay Ferne ona doğru döndü. Ġlginç keçi sakallı ak yüzü ıĢıkla aydınlanmıĢtı. Sordu: “Adın ne senin?” “Helene,” dedi Esther. “Hadi girsene.” Sanki doğal bir ĢeymiĢ gibi, sanki genç kızı tanıyormuĢ gibi. Daha sonra, onunla ilgilenmeden gene çalmaya baĢladı. Soluk almaktan bile çekinen Esther, piyanonun yanında ayakta dinliyordu onu. Müzik, ona hiçbir zaman bu kadar güzel gelmemiĢti. Yan karanlıkta, siyah piyano her Ģeyi siliyordu. YaĢlı adamın uzun elleri tuĢların üzerinde koĢuyor, duruyor, yeniden baĢlıyordu. Bay Ferne arada bir, üzerinde gizemli adlar yazılı bir deste defter arasından birĢeyler arıyordu. W.

A.Mozart: Piyano sonatı. Czerny: Küçük hızlılık etüdleri, opus 636. Beethoven: Sonat, bölüm 2, Moszkowzki tarafından. Liszt: Klaviefwerke, IV. bant. Bach: ingiliz süiti, 4-6. Bay Ferne, Esther’e doğru döndü: “Çalmak ister miydin?” Esther ona ĢaĢkın ĢaĢkın.baktı. “Ben bilmem ki.” Bay Ferne omuz silkti. 16 “Önemli değil. Dene, parmaklarımın nasıl dolaĢtığına dikkat et.” Onu yanına, banka oturttu. Parmaklarını, zayıf ye sinirli bir hayvan gibi, klavyede, garip bir biçimde dolaĢtırıyordu.

Esther ona öykünmeyi denedi, baĢardığını görünce de çok ĢaĢırdı. “Görüyorsun, değil mi? Çok kolay. ġimdi de öbür elinle dene.” Esther’i izliyor, sabırsız görünüyordu. “Güzel, sana ders vermek gerekir, çalabilirsin belki de. Ancak zor iĢtir. Akorları dene, bakalım.” Esther’in ellerini yerleĢtiriyor, parmaklarını aralıyordu. Kendi elleri uzun ve inceydi, yaĢlı elleri değildi, çıkık damarlı, güçlü genç ellerdi. Akorların büyüleyici sesleri fıĢkırıyordu. Genç kızın parmaklarının altında çınlıyor, ta yüreğine iĢliyordu. Ders bittiğinde, Bay Ferne piyanonun üzerinde duran kâğıt tomarının arasından heyecanla birĢeyler aramaya baĢladı, içlerinden birini çekip Esther’e uzattı: “Notaları okumayı öğrenmelisin. Öğrendiğinde, gel beni gör.” O günden sonra, Esther, öğleden sonraları fırsat buldukça gelirdi. Bay Ferne piyano çalarken, o villanın demir parmaklıklarını itip sessizce mutfağa girerdi.

Bir süre sonra, Bay Ferne, baĢını bile çevirmeden, onun orada olduğunu bilirdi. “Gir, otur,” derdi ona. Esther, onun yanına, banka oturur ve sanki notaları onlar yaratmıĢçasına, klavyenin üstünde koĢuĢan uzun elleri izlerdi. Bu iĢ öyle uzun sürerdi ki, ona her Ģeyi, hatta bulunduğu yeri bile unuttururdu. Bay Ferne ona parmaklarını tuĢlar üzerinde nasıl kaydıracağını gösterirdi. Notaları, beyaz kâğıt üstüne yazmıĢtı, çalarken aynı zamanda Ģarkı söylemesini de isterdi. Gözleri parıldar, keçi sakalı kıpırdardı. “Sesin güzel, ancak gerçekten piyano çalıp çakmayacağını bilemiyorum.” Esther hata yaptığında, Bay Ferne sinirlenirdi: “Bugünlük bu kadar yeter, git artık, beni rahat bırak!” Ama sonra Esther’i kolundan yakalayıp durdurur, onun için, Mozart’ın en çok sevdiği bir sonatını çalardı. Göçmen Yıldız 17/2 Esther sokağa çıktığında, güneĢ ve sessizlik onu ĢaĢkına çevirirdi, yolunu yeniden bulabilmesi için birkaç saniye gerekirdi. AkĢamüstleri, Esther Bay Ferne’i kasaba alanında görürdü, insanlar onu selamlamaya gelirler, ama o müzik dıĢında her Ģeyden söz ederdi. Irmağın öbür kıyısında, büyük kestane ağaçları dikili bahçeler ortasında, ahĢap dağ evlerinde oturan, varsıl insanlardı bunlar. Esther’in babası onları pek sevmezdi; ancak onlarla ilgili kötü sözler söylenmesini de istemezdi; çünkü onlar, Rusya’dan ve Polonya’dan gelen yoksullara yardım ederlerdi. Bay Ferne, büyük bir nezaketle herkesi selamlar, her biriyle bir-iki söz eder, daha sonra yıkık dökük evine dönerdi. AkĢama doğru, alan canlanırdı.

Saint-Martin’in bütün sokaklarından gelirdi insanlar; villalarda oturan varsıllar, otel odalarında kalan yoksullar, savaĢtan dönmüĢ çiftçiler, önlüklü köy kadınları, italyan jandarmaların ve askerlerin bakıĢları altında üçer üçer dolaĢan genç kızlar, kuyumcular, terziler, Avrupa’nın kuzeyinden gelmiĢ kürkçüler. Çocuklar alanda koĢuĢur, kızları itekleyerek eğlenir ya da ağaçlar arasında saklambaç oynarlardı. Esther, alanı çevreleyen küçük duvarın üstünde oturur, bütün insanları izlerdi. Sesleri ve bağırıĢları dinlerdi. Çocukların çığlıkları, kuĢ sesleri gibi çınlardı. Daha sonra, güneĢ, dağın arkasına saklanırdı; kasabayı gölgeleyen bir tür süt beyaz sis oluĢurdu. Alan tümüyle gölgelenirdi. Her Ģey tuhaf ve uzak görünürdü. Esther, randevularından dönmekte olan, dağın herhangi bir yerinde uzun otlar arasında yürüyen babasını düĢünürdü. Elisabeth, hiçbir zaman kasaba alanına gelmezdi; evde bekler, kaygısını yok etmek için de artık yünlerle örgü örerdi. Esther bütün bunların ne anlama geldiğini bilemezdi: BambaĢka diller konuĢan ve birbirlerinden öylesine farklı bu erkek ve kadınlar, dünyanın çeĢitli bölgelerinden ne diye bu kasaba alanına gelirlerdi ki. Uzun kara paltolar giymiĢ yaĢlı Yahudi erkekleri, tarla iĢlerinde yıpranmıĢ giysiler içinde, çeĢme çevresinde dolaĢan bu genç kızları izlerdi. Karanlık çökünce, alan yavaĢ yavaĢ boĢalırdı. Herkes evine döner, sesler birbiri ardından kesilirdi. ÇeĢmenin Ģırıltısı ye sokaklarda birbirlerinin arkasından koĢuĢan çocukların bağırıĢları duyulurdu yalnızca.

Elisabeth kasaba alanına gelirdi. Esther’in 18 elinden tutar, karanlık küçük dairelerine doğru birlikte giderlerdi. Aynı uyumla yürürler, adımları sokakta yankılanırdı. Annesinin elini sıkı sıkı tutardı, sanki ikisi de on üç yaĢındaymıĢ ve önlerinde bütün bir ömür varmıĢ gibi. 19 Tristan, öğleden sonraları, çevrede her Ģey uyur gibiyken, annesinin siyah piyanonun üzerinde oynayan ellerini hep anımsardı. Salonda kimi zaman konuklar olurdu, annesinin dostlarının seslerini, gülüĢlerini duyardı. Yalnızca piyano tuĢları üzerindeki ellerin devinimini görürdü ve müzik uçup giderdi. Çok zaman önceydi. Annesinin kendisine, içinde deniz dibinde yankılanan çan sesleri duyulan bu müziğin adının Batık Katedral olduğunu ne zaman söylediğini bilemiyordu. Cannes’daydılar, baĢka bir zaman diliminde, baĢka bir dünyada. Bu yüzden, o yaĢama dönmek isterdi, tıpkı düĢlerde olduğu gibi’. Piyanodan çıkan müzik gittikçe artar, otelin küçük odasını kaplar, koridorlara taĢar, her kata yayılırdı. Gecenin sessizliğinde, güçlü bir biçimde yankılanırdı. Yüreğinin, müziğin ritmiyle çarptığını du-yumsardı Tristan; sonra birden korkuyla, sırtı kan ter içinde, düĢten uyanır, çevreyi dinlemek, bu müziği kendisinden baĢka kimsenin duymadığından emin olmak için yatağında doğrulur–du. Uyumakta olan annesinin dingin soluğunu ve kepenklerin öbür tarafındaki çeĢme suyunun Ģırıltısını dinlerdi.

Victoria Otelinin ikinci katında, balkonu alana bakan küçük bir odada kalıyorlardı. Tüm katlar, Ġtalyanların evlerinden sokağa attıkları yoksul ailelerle doluydu, her yer öylesine kalabalıktı ki, gündüzleri, otel bir arı kovanı gibi uğuldardı. Bayan O’Rourke otobüsle Saint-Martin’e geldiğinde, Tristan on iki yaĢında, çekingen ve yalnız bir çocuktu. Düz ve san saçları, kafasını çevreleyen bir ‘tas’ biçiminde kesilmiĢti, ilginç ingiliz giysileri vardı, çok uzun gri bir Ģortu, yün çorapları, tuhaf yelekleri. Her Ģeyi yabancıydı. Cannes’da, yazlıklarda oturan ingilizlerin, savaĢın daha da daralttığı kapalı çevresi içinde yaĢamıĢlardı. SavaĢ baĢlamıĢ, Tristan’ın Afrika’nın Ekvator bölgesinde tüccarlık yapan babası da sömürgecilerin silahlı kuvvetlerine katılmıĢtı. O zamandan bu yana, hiçbir haber alınama20 mıĢtı kendisinden. Tristan okula gitmeyi bırakmıĢ, kendisine annesi ders vermiĢti. Bu nedenle, dağa geldiklerinde, Bayan O’Rourke onu Bay Seligman’m sınıfına yazdırmak istememiĢti. Esther’in onunla ilgili ilk anısı, otel kapısı önünde durup okula giden çocukları izlemekte olan Tristan’ın ilginç giysiler içindeki siluetiydi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir