Mary Lyons – Dugun Provasi

Akşam güneşi, açık pencereden içeri süzülerek, bir koltukta oturmuş kitap okuyan uzun boylu, ince yapılı genç kızın başını aydınlatıyordu. Öne doğru, ipek bir perde gibi inen gür sarı saçlar, genç kızın yüzünü güneşin son ışıklarından gizliyordu. Darcy, içini çekerek kitabını bıraktı ve arkasına yaslanarak kalın camlı gözlüğünü çıkarttı. Pencereden dışarı dalgın bir tavırla bakarken, farkında olmadan, gözlüğün camlarını ovuşturuyordu. Genç kızın iri mavi gözleri, görmeyen bakışlarla bahçede dolaştıktan sonra, Suffolk Sahili’nin uzak kıyılarına kaymıştı. ‘Ne kadar aptalsın!’ dedi Darcy kendi kendine. Bunu, o gün belki yüzüncü kez düşünüyordu. Tam bir aptal! Annesinin o çılgın fikrini dinlemek bile büyük bir hataydı ve genç kız daha da büyük bir hata yapmış, fikri uygulamaya razı olmuştu. Daha doğrusu buna ikna edilmişti. Darcy, derin bir nefes alarak gözlüğünü yeniden taktı ve saatine bir göz attı. Saat beşti. Genç kız garip bir önseziyle ürpermişti. Beklediği insan az sonra orada olacaktı. Darcy, daha önce hiç görmediği bir adamla tanışmanın nasıl bir olay olacağından emin değildi. Beklediği adam, iki hafta önce aniden ortaya çıkmış ve Darcy’nin ailesine ait olan büyük köşkü almakla kalmamış aynı zamanda kız kardeşi Claire ile de sözlenmişti.


Darcy, huzursuz bir tavırla ayağa fırlayıp, geniş yatak odasını boydan boya adımlamaya başlamıştı. Ailesini kurtarmaya çalışmak, genç kıza ters gelmiyordu, ama annesinin fikrine uyup Claire’in yerine geçmek asla yürümeyecek bir plandı. Darcy, bunun bir felaketle sonuçlanacağından emindi. Genç kız, yorgun bir tavırla tuvalet masasına doğru ilerleyerek, uzun sarı saçlarını bal rengi bir peruğun altına sığdırmak için uğraşmaya başladı. Gür saçlarını, ancak omzuna gelen peruğun bukleleri altına hapsetmek, kolay değildi. Darcy, kardeşinin sözlüsüyle tanışmayı korkuyla beklerken, Cambridge’deki sakin okul hayatını özlemekten kendini alamıyordu. O anda arkadaşı Sally’yle paylaştıkları küçük dairede, mezuniyet tezinin üzerinde çalışıyor olmak için neler vermezdi! Darcy, bir gün önce sabah saat yedide annesinin telefonuyla uyandığında, başının derde gireceğini sezmişti. “ Seni hemen görmeliyim,” demişti annesi. “Hemen geliyorum.” Darcy daha gözünü bile açamadan telefonu kapatmıştı. Annesi, yarım saat sonra kapısına geldiğinde, Darcy hala uyuyordu. Mrs. Talbot, tombul kır saçlı gövdesiyle doğruca içeri girmişti. “Sally derse gitti ve ben de kendime kahve yapmak üzereydim,” demişti genç kız. “Sende bir fincan ister misin?” Annesini mutfağa doğru yöneltiyordu.

Darcy, ince vücudunu saran blucini ve bol kazağıyla önden giderken, Mrs. Talbot etrafa bakınıyordu. “Biliyorum dün gece geç vakte kadar çalıştık, o yüzden.” Genç kız esniyordu. “Bir kahve içeyim, ortalığı toplamaya başlayacağım. Şimdi neler oluyor? Sen günün bu saatinde yatağından boşuna çıkmazsın.” Genç kız, annesinin önüne bir fincan kahve bırakırken, Mrs. Talbot, huzursuz bir tavırla çantasının sapını çekiştirmişti. “Durum şu, Darcy,” demişti, derin bir nefesle doğrularak. “Baban, nihayet köşkü satın alacak birini buldu. Ve… Claire’de sözlendi.” “Aman Tanrım! Yani, bu iyi bir haber, öyle değil mi?” Darcy, kahvesinden bir yudum alarak, annesine bakmıştı. Yaşlı kadının yüzü mutsuz ve gergin görünüyordu. “Ne oldu? Babam, satıştan hoşnut değil mi, yoksa?” “Yok, yok, hiç ilgisi yok. Doğrusunu istersen baban çok mutlu.

” “Ne dedin?” Darcy, babasının eski köşkü satmamak için ne denli direndiğini hatırlayınca, şaşkına dönmüştü. Albay Ralph Talbot, ancak bankaya olan borcunu ödeyemez hale gelince, köşkü satışa çıkartmaya razı olmuştu. “Eh, pek inanamıyorum ama babam durumdan hoşnutsa sorun nedir? Yoksa Claire’in sözlüsünü mü beğenmiyor?” “Hayır, babanın beğenmemesi gibi bir durumda yok,” diye huzursuzca gülümsemişti Mrs. Talbot. “Baban, genç adamı çok beğendi.” “Tanrı aşkına, anne! Bu merak beni öldürecek! Claire kiminle evleniyor? Babam da durumdan hoşnutsa, sen neden böyle endişelisin?” Mrs. Talbot, içini çekerek, yorgun bir tavırla kızına bakmıştı. “Anlayacağın, Claire, Londra’da bir arkadaşına kalmaya gitti ve iki hafta sonra bir… İtalyan’la geri döndü. Yanılmıyorsam, adam Sicilya’lı, ama orası da İtalya sayılır, öyle değil mi?” “Pek sayılmaz,” diye gülmüştü Darcy. “Bildiğin gibi baban… Yabancılardan pek hoşlanmaz, ama Claire’in ısrarıyla, adama evi gezdirdi. Uzun lafın kısası, adam evi satın almayı teklif etti. Üstelik değerinden çok daha fazla ödeyerek.” “Dur bir dakika! Babam yabancılardan hoşlanmamakla kalmaz, İtalyanlardan özellikle nefret eder. Büyük ablası bir İtalyan balıkçıyla kaçmamış mıydı?” “Helen Hala’nın kaçışı, ben babanla evlenmeden çok önce olmuş, Darcy. Nasıl olduğunu bende bilmiyorum.

Her neyse, baban bu adamla aslında çok iyi anlaştı. Adamın bir asalet unvanı da var.” Mrs. Talbot kızının yüzündeki alaycı ifade karşısında kızarmıştı. “İsmi, Lorenzo di Tancredi, Montreal’e Kontu.” Darcy, küçümsercesine burun bükmüştü. “Babamın neden onunla iyi anlaştığı şimdi belli oldu. Zaten her zaman asalet meraklısıydı.” “Hayatım, babana karşı bu denli katı olmamalısın…” “Tanrı aşkına, anne ne bekliyordun? Babam her zaman, benim ailenin ümitlerini boşa çıkarttığımı söylemez mi? Okuldan birincilikle mezun olduğumda bile memnun olmamıştı da, zengin ve asil birini bulup hepimizi, fakirlikten kurtarmadığım için şikâyet etmişti. Babamın tek değer verdiği, o kahrolasıca köşk ve aile adımız.” Genç kız, aldırmaz bir tavırla omuz silkmişti. “Onunla hiçbir zaman anlaşamadık ve artık ikimiz için de çok geç. Her neyse, neler olup bittiğini hala anlatmadın.” “Şey…” Mrs. Talbot, duraklamıştı.

“Baban, doğal olarak, köşkü satmaya razı olmakta güçlük çekti…” “Yani adamı geri mi çevirdi? “ diye sormuştu Darcy, şaşkın bir ifadeyle. “Babam bile bu denli saçmalık yapamaz. Bankaya borcunu nasıl ödeyecek?” Albay Talbot, yıllardan beri çabuk zengin olma hayalleriyle, aileye ait birçok araziyi satıp riskli yatırımlar yapmış ve hiçbirinde de başarılı olamamıştı. Darcy, babasının ziyan ettiği paraları düşündükçe, hala ürperiyordu. Albay’ın zengin olma hevesi yüzünden, aileye ait bütün araziler satılmış, ellerinde yalnızca köşk kalmıştı. Albay Talbot, aslında son derece beceriksiz ama bunu bir türlü kabul edemeyen bir adamdı. Aileden kalma geniş araziler ve Belmont Hall kendisinin olduğunda, ne denli büyük bir işadamı olabileceğini kanıtlamak sevdasıyla birçok yatırım girişiminde bulunmuştu. Darcy, babasının ilk denemelerinden biri olan şarapçılığı hatırlayınca, ürperdi. Bütün üzümler, asmalara musallat olan bir virüsün etkisiyle çürüyüp gitmiş, bu uğurda hiç de küçük sayılmayacak bir servet ziyan olmuştu. Albay, daha sonra bir vizon çiftliği kurmaya kalkışmış, ama Suffolk’un nemli iklimi, vizonların yaşamasına elverişli olmadığından, o yatırımda ziyanlar listesine eklenmişti. Genç kız, babasının fikirlerine artık hiç güvenmiyordu. Albay, kendi çıkarlarını korumak için hiçbir çılgınlıktan kaçınmayacak yaradılışa sahipti. Bu uğurda, çok gurur duyduğu aile mirasını bile harcadıktan sonra, kızlarını tehlikeye atmaktan çekinmeyeceği, belliydi. Bankaya olan borcunu ödemek için gereken parayı bulamıyor, biriken faiz borçları anaparaya eklendikçe daha da batağa saplanıyordu. Darcy, elinde olmadan kız kardeşine acıdığını hissetti.

Demek bu kez, babası arazilerle yetinmeyip, Claire’i kendine kurban seçmişti. Belmont Hall elden gittikten sonra, Claire’in orada oturup oturmaması, hiç önemli değildi. Köşkün koridorlarında koşacak olan çocuklar, bundan sonra asla Talbot soyadını taşıyamayacaktı. Genç kız, elinde olmadan köşkte geçen çocukluğunu hatırlamıştı. Çok konforlu olmasa da, köşk, bildiği tek gerçek yuvaydı. Bir gün gelip de, buranın yabancıların eline geçeceği, Darcy’nin aklına gelmezdi. Kim bilir bu İtalyan, köşkü ne hale sokacaktı? Evi bu haliyle koruması, pek olası değildi. Belki de bütün dekoru değiştirip burayı İtalyan usulü döşerdi. Darcy hüzünle içini çekti. “Hayır… Ralph, adamı tam anlamıyla geri çevirdi sayılmaz…” diye devam etmişti annesi, huzursuzca ellerini ovuşturarak. “Doğrusunu istersen, Darcy, baban köşkün bir aile vakfına bağlı olduğunu söyledi. Mrs. Talbot, mutsuz görünüyordu. “Adama, köşkü almak istediği takdirde, Claire’le evlenmesi gerekeceğini ima etti ve adam da kabul etti.” “Aman Tanrım! “ diye gülmüştü Darcy.

“İnanamıyorum! Umarım, Claire aklını başına toplayıp babama da, o İtalyan’a da hadlerini bildirmiştir. Hayatımda hiç böyle bir yalan duymamıştım.” Darcy, hüzünle başını sallıyordu. “Babam, bu kez gerçekten çizmeyi aştı.” “Eh, hayatım, babanın yaptığının pek dürüstçe olmadığını kabul ediyorum.” diye içini çekmişti Mrs. Talbot. “Sana hak veriyorum, tabii aile vakfı konusundaki yalan, beni de çok kızdırdı ve Ralph’e bu konuda çok sert konuştum. Ama o zaman, artık çok geç olmuşu.” “Anlayamıyorum, bunun benimle ne ilgisi var?” diye sormuştu Darcy. “Baban, bana durumu anlattığı zaman, olan olmuştu. İtalyan, babanın şartını kabul etmişti ve Claire’de bu fikre bayılmış görünüyordu. Ona, Lorenzo’yla evlenmeyi gerçekten isteyip istemediğini iyice sordum, Darcy. İstemiyorsa, evlenmek zorunda olmadığını da söyledim. Neticede, köşkü o adama satmak zorunda değildik.

Ama Claire gerçekten çok mutlu ve istekli görünüyordu. Gerçekten…” “Bak, anne, kız kardeşimi çok sevdiğimi bilirsin, ama okulda ona boşuna ‘aptal sarışın’ diye isim takmamışlardı. Claire çok tatlıdır, ama çok da aptaldır. O yüzden, onun bu fikirden hoşlanması bana garip gelmiyor, ama bir İtalyan Kontu’nun durup dururken, kendine bir ev ve bir de eş satın almaya kalkışmasına aklım ermiyor.” “Herhalde uzun süredir tanışıyorlardı da, Claire bize söylememişti. Londra’da birçok arkadaşı var, sık sık gidip onlarda kalıyor. Bir zamanlar da bir Amerikalı çocuktan hoşlanıyordu…” Mrs. Talbot, omuz silkmişti. “Her neyse, bu evlilik konusunda çok mutlu olduğuna şüphem yoktu.” “Pekâlâ, öyleyse sorun nedir?” Annesi sinirli bir tavırla saçını çekiştirmişti. “Sorun şu ki, baban, köşkün satış parasının yarısını önceden aldı ve yarın akşam için çok büyük bir nişan partisi düzenledi. Çevredeki herkes davetli ve… ve Claire, ortadan kayboldu.” “Ne demek, ‘ortadan kayboldu?’ “ diye sormuştu Darcy, kaşlarını çatarak. “Şey… nişan konusunda anlaşmaya vardıktan sonra, Claire birkaç gün evden hiç çıkmadı. Sonra aniden bir gün, Londra’ya gitmesi gerektiğini söyledi.

Ertesi gün odasına girdiğimde, bana bir not bırakmış olduğunu gördüm. Birkaç gün sonra döneceğini ve merak etmememizi yazmıştı.” “Eh, bu kadar korkunç bir olay değil. Belki de Londra’da Lorenzo’yla kalıyordur.” “Hayır, onunla değil. Evi satın aldığı günden beri Lorenzo’yu görmedik. Bütün işleri, avukatları hallediyor. Baban, parti konusunda konuşmak için onu aradı. Tarihin uygun olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Adam, Claire’le konuşmak istediğini söyleyince, Ralph’la ben nasıl korktuk, anlatamam! Claire’in dışarıda olduğunu söyleyerek atlattık, ama bu, sorunu çözmez. Lorenzo, yarın akşamüzeri çay vakti geliyor ve tabi ki sözlüsünü görmek isteyecektir. Claire orada olmazsa ne yaparız?” “Partiyi iptal edersiniz tabii,” demişti Darcy, acımasız bir mantıkla. “Ah, hayatım,” diye inlemişti annesi. “Yapamayız! Birincisi, artık çok geç, ikincisi de, baban aldığı parayı bankaya ödedi bile! Biliyorsun, çok baskı yapıyorlardı. Lorenzo Claire’in orada olmadığını öğrenirse belki…” “Anlaşmadan vaz mı geçer?” diye tamamlamıştı, Darcy.

“Herhalde babamın, Lorenzo’nun parasını geri ödeme olanağı yok, değil mi?” Mrs. Talbot, başını yenilgiyle sallıyordu. “Durumu biliyorsun, Darcy,” demişti, yavaşça. “Banka, babamın borcunu ödemesi için o denli uzun süre bekledi ki, herhalde artık bir daha borç almasına izin vermezler. Aslına bakarsan babam bir tür sahtekârlık yapmış. Köşkün aile içinde kalması konusundaki saplantısını biliyorum, ama bu kez fazla ileri gitmiş. Yani, adamın parasını yalan söyleyerek almış, öyle değil mi?” “Ne kadar endişelendiğimi bilemezsin!” demişti Mrs. Talbot. “Derken, dün gece aklıma harika bir fikir geldi. Bürün sorunlarımıza çözüm olabilecek bir fikir.” “Ne fikri?” “Dün gece yatakta dönüp dururken, birden bire aklıma geldi. Sen, Claire’in yerine geçmelisin. Yalnızca yarın akşam için, tabii. Ne dersin?” “Ne mi derim?” diye yutkundu Darcy. Annesine, şaşkın bir ifadeyle bakakalmıştı.

“Bence sen aklını kaçırmışsın.” ‘Ve o andan beri de fikrimi değiştirecek bir şey olmadı,’ diye düşündü Darcy. Dalgın düşünceleri, güçlü motor sesiyle bölündü. Siyah, son model bir spor araba köşke doğru gelmiş ve ön kapının önünde durmuştu. Genç kız camdan baktığında, arabanın yalnızca bir kapısını görebilmişti. Kısa boylu, şişman bir adam arabadan inmiş, geriniyordu. ‘Aman Tanrım, ne çirkin yaratık,’ diye düşündü Darcy, çaresizlikle. Claire’in kaçması, normaldi. Bu adamla, kimse evlenmek istemezdi. Genç kız, omuz silkerek, kaçınılmaz karşılaşmaya hazırlandı. Gözlüğünü çıkartıp kontakt lenslerini takmalı ve aşağı inmeliydi. Yoksa annesinin birazdan yukarı geleceğinden emindi. Birkaç dakika sonra, genç kız, iri mavi gözlerinden akan bir damla yaşı silerek, gülümsüyordu. Çok ender taktığı lensler, gözlerini şimdiden rahatsız etmeye başlamıştı. Ama sözlüsünü gözyaşları içinde bulmak, herhalde Lorenzo’nun hoşuna gitmezdi.

“Tanrı aşkına, hayatım! “ diye odaya hızla girdi Mrs. Talbot. Merdivenleri hızla çıktığı için, soluk soluğaydı. “Çabuk ol; geldi! Baban, onu aşağıda oyalıyor, ama o,seni sordu bile! “ “Aman anne, susar mısın?” Darcy’nin sesi son derece sinirliydi. Tuvalet masasından kalkmıştı. Özür dilercesine omuz silkti. “Bu denli sert davrandığım için özür dilerim, ama senin bu çılgın planın, hepimizi rezil edecek!” “Ama hayatım, bana yardım edeceğine söz vermiştin…” Mrs. Talbot, endişeyle kaşlarını çatarak kızının mutsuz yüzüne bakıyordu. “Evet, biliyorum. Ne aptalım!” diye içini çekti Darcy. “Pekâlâ, sana söz verdim ve tutacağım. Ama eğer bu kahrolası peruk düşerse, ya da başka bir felaket olursa,sakın beni suçlama.Bu, çılgınca fikre ancak benim gibi bir aptal razı olabilirdi.” Darcy, annesinin endişeli yüzüne bakarak, yorgun bir kabullenmeyle omuz silkti. “Söz veriyorum, elimden geleni yapacağım.

Ama hiçbirimiz bu adam hakkında doğru dürüst bir şey bilmiyoruz. Bu geceki parti, mayın tarlasında yürümek gibi olacak. Claire’i bulsam, ellerimle boğabilirim!” “Baban birazdan ona ahırları gezdirecek. Eğer bir aksilik olacak olursa, ben araya girip hemen seni yukarı çıkartırım. Ama, gerçekten, hayatım, Lorenzo çok tatlı bir adam.” Birlikte odadan çıkmış, merdivenleri iniyorlardı. “İşte nihayet, buradayız,” diye seslendi Mrs. Talbot, neşeli bir sesle. Oturma odasından içeri girmişlerdi. “İyi akşamlar Claire.” Darcy, odaya girdiği anda ayağa kalkmış olan genç adamın yumuşak, hafif aksanlı sesini duyunca irkilmişti. Genç kız, arabadan indiğini gördüğü, ufak tefek şişman adamla karşılaşmayı beklerken,bu genç adamla karşılaşınca şaşırmıştı. Karşısında duran uzun boylu, geniş omuzlu, güçlü yapılı erkeğe, gözlerine inanamayarak bakıyordu. Genç adam, bir seksen boyundan uzun olmasına rağmen Darcy’ye tepeden bakıyordu. Onun çekiciliği karşısında, Darcy elinde olmadan ürpermişti.

Gür, kıvırcık kirpiklerle gölgeli, koyu renk gözler, genç kıza hafif alaycı bir ifadeyle bakıyordu. Darcy, bu gözlerin, sert hatlı, bronz tenli bir erkek yüzünden çok, bir kadın yüzüne yakışacağını düşünmekten kendini alamamıştı. “Ne kadar güzelsin, meleğim benim,” diye mırıldandı genç adam, sözlüsüne bakarak. Darcy korkudan felç olmuş gibi öylece durmuş, endişeyle gözlerini kırpıştırarak ona bakıyordu. Genç adamın sesindeki alayı, sezmemek, mümkün değildi. Genç kız huzursuzca öksürdü, “Şey… merhaba, Lorenzo. Ben… şey… yolculuğun rahat geçti mi? Yani… yani trafik yoğun değildi umarım…” diye anlamsızca söylendi. Genç adam, Darcy’nin ellerini tutmuş, dudaklarına götürüyordu. O an Lorenzo’nun elleri, aniden sertleşti, vücudu huzursuzca gerilerek durakladı. ‘Aman Tanrım, bir terslik var,’ diye korkuyla düşünmeye çalıştı. Darcy’nin ellerine eğilen yüzünü tamamen maskeliyordu. Genç kız, çabucak tersliğin ne olabileceğini düşünmeye çalıştı. Claire’in parfümünü sürmeyi hatırlamıştı… Ama ya söz yüzüğü? Lorenzo, Claire’e mutlaka bir söz yüzüğü vermiş olmalıydı. Darcy, bir anda paniğe kapılarak, korkuyla annesine baktı. Bu, ikisinin de aklına gelmeyen bir sorundu! Mrs.

Talbot, çaresizce omuz silkerek, kızına baktı. ‘Eh, bu işin yürümeyeceğini biliyordum,’ diye düşünüyordu. Darcy yorgunlukla. Daha iki hafta önce kendisine verilmiş olan bir yüzüğü kaybettiğini söyleyemezdi. Karşısındaki uzun boylu erkeğe korkuyla bakarken, fırtınanın patlamasını bekliyordu. Lorenzo, başını kaldırıp genç kıza bir an büyük bir dikkatle derin derin bakmış, sonra gür kirpikleri gözlerini öreterek, yüzünde yalnızca tembel bir gülümseyiş kalmıştı. “Beni hoş görmelisin, tatlım,” dedi genç adam rahatça. “Neredeyse, sana söz yüzüğünü vermeyi unutuyordum. Ne kadar unutkanım, öyle değil mi?” Darcy, bu sözler üzerine bir anda rahatlayarak derin bir nefes almıştı. Genç adam, cebinden ufak bir kutu çıkartırken, genç kız, öylece duruyordu. Lorenzo, sol elini tutup, yüzük parmağına iri bir pırlanta yüzük taktığında, Darcy kendini tutamadan hayretle yutkundu. “Bu denli şaşırmamalısın, tatlım. Bu, senin seçtiğin yüzük değil mi? Ama sanki biraz bol gibi görünüyor. Parmağın iki haftada incelmiş sanki ne dersin?” “Evet, evet, ben… şey… ben galiba son zamanlarda biraz zayıfladım. Ben… şey…” “Ne güzel bir yüzük bu hayatım.

” Mrs. Talbot, gülümseyerek ilerleyerek, Lorenzo’nun koluna girmişti. “Şuraya, benim yanıma gel otur, oğlum. Seninle konuşmam gereken birçok konu var ve Claire’le senin daha sonra birbirinize ayıracak çok zamanınız olacak.” “Peki, sinyora,” diye cevapladı genç adam ve Darcy’ye gizemli bir gülüş yönelterek Mrs. Talbot’un yanına oturdu. ‘Tam zamanında kurtuldum,’ diye düşündü Darcy. Aniden titremeye başlayan bacakları yüzünden kendini güçlükle bir koltuğa atmıştı. Sinirli, titrek ellerle, babasının uzattığı çay fincanını alırken, Albay’ın ne denli sessiz olduğu genç kızın dikkatini çekmişti. ‘Tabi sesiz olacak! ‘ diye hırsla düşündü Darcy. Bütün bu saçma olaylar, zaten babasının suçuydu. Darcy, annesinin, Lorenzo’nun tabağını minik sandviçlerle doldurduğunu görmüştü. Derin bir nefes alarak, genç adamın hiç değilse bir süre kendisini rahat bırakacağını düşündü. Bir yandan da, aniden içlerine karışmış olan bu yabancıyı dikkatle izlemeye başlamıştı. Genç adamın İngiliz olmadığı hemen belli oluyordu.

İngiliz erkeklerinin çok sık giydiği gri flanel pantolon ve spor ceket yerine, omuzlarının genişliğini ortaya seren uçuk gri bir takım elbise giymişti. Şakaklarında hafifçe kırlaşmış siyah saçları geriye doğru taranmıştı. Bronz tenli yüzünde otoriter bir ifade vardı. Beyaz ipek gömleği, bronz teniyle tam bir tezat oluşturmuştu. Darcy, kendisine yöneltilen sözcüklere, ancak tek kelimelik cevaplar verebiliyordu. Lorenzo’nun dikkatli bakışları genç kızın sessiz duruşuna, parmaklarının sinirli hareketlerine takıldıkça, Darcy’nin içini gitgide büyüyen bir korku sarmaya başlamıştı. Önündeki pasta dilimini, çatalıyla oradan oraya itiyordu. Lorenzo’nun annesiyle nasıl rahat sohbet ettiğini gördükçe, Darcy’nin korkusu daha da büyüyordu. Genç kız, tüm varlığıyla, anne ve babasını bu adama karşı uyarmak, ona güvenmekle aptallık ettiklerini haykırmak istiyordu. Son derece sakin bir tavırla çayını yudumlayan bu yabancı, hiç de annesinin sandığı gibi tatlı ve zararsız biri değildi. Hele Albay’ın saçma planlarına kanacak kadar saf biri, hiç değildi. Darcy, Montreal’e Kontu’nun üzerindeki harika kesimli, pahalı elbisenin, genç adamın güçlü yapısının altındaki yabaniliği gizleyemediğini de fark etmişti. Bu erkeğin üstünlüğünü kabul etmemek aptallığını yapan herkesin, onun bu ehlileşmemiş yarısından nasibini alacak demekti. Az sonra babası, planladıkları şekilde, Lorenzo’ya ahırları gezdirmeyi teklif etti. Albay Ralph Talbot, atlara her zaman insanlardan daha çok önem verdiği için ahırlar, köşkten çok daha iyi durumdaydı.

Lorenzo’nun gülümseyerek Albay’ı takip ederken, Mrs. Talbot’da, Claire’le kendisinin parti hazırlıklarıyla ilgileneceklerini söyleyerek gevezelik ediyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir