Franz Kafka – Taşrada Düğün Hazırlıkları

Max Brod’un tarihlendirmesine göre, Taşrada Düğün Hazırlıkları Kafka’nın yazdığı ilk eserlerden biridir. Brod, Kafka’nın elyazısında kullandığı Gotik ve Latin harflerden yola çıkarak, Taşrada Düğün Hazırlıkları’nın 1907-1908 arasında yazıldığını tahmin etmektedir. Taşrada Düğün Hazırlıkları, üç ayrı elyazması metinden ibarettir. Kafka’nın olasılıkla büyük bir romana başladığı ama sonradan vazgeçtiği anlaşılıyor. Bu dönem, Kafka’nın Assicurazioni Generali sigorta şirketinden ayrılıp Bohemya Krallığı İşçi Kaza Sigortası adlı devlet kurumuna geçtiği günlere denk geliyor. Kafka, iş değiştirme ve yoğun çalışma ortamı içinde, yazdığı romandan uzaklaşmış olmalıdır. İlk elyazmasında Gotik harfler kullanılmış, sayfalar 1’den 58’e dek numaralandırılmıştır; arada bazı sayfalar, metinde de gösterildiği üzere, eksiktir. Daha sonra 1’den 16’ya dek ilerleyen, yine numaralandırılmış yeni bir elyazması vardır. Brod, bu iki elyazmasını asıl metin olarak kabul eder ve romanın ilk iki bölümü olarak kurgular; Taşrada Düğün Hazırlıkları’nın günümüz baskılarının çoğunda da bu kurguya uyulur. İkinci elyazması Latin harfleriyle, yine numaralandırılmış 22 sayfa, üçüncü elyazması da Latin harfleriyle sadece altı sayfadır. İki ve üçüncü elyazmaları, asıl metin olarak kabul edilen birinci elyazmasıyla benzerlikler içerir, hatta kimi yerler açıkça tekrardır. Büyük olasılıkla, bunlar asıl elyazmasının çalışma varyantlarıdır. Kafka uzmanları bu iki varyant elyazmasını yazarın kararsızlığından çok, yazı işçiliğinin erken döneminde bile nasıl güçlü olduğunun kanıtı olarak alırlar. Dönüşüm’ün çekirdeğinin de (böcek olma isteği ve pazarlamacılık mesleği), bu roman girişiminde belirdiğini, ayrıca not etmek gerekir. Girişten geçip kapının önündeki geniş alana çıkan Eduard Raban yağmur yağdığını fark etti.


Ahmakıslatan türünden, inceden yağan bir yağmur. Önündeki kaldırımda, değişik adımlar atan pek çok insan yürüyordu. Aralarından bazıları yolun karşı tarafına geçiyorlardı. Küçük bir kız, ileriye uzattığı ellerinde yorgun köpeğini taşıyordu. Aralarında konuşan beyefendilerden biri, avuç içleri yukarıya dönük tuttuğu ellerini bir şeyi tartar gibi tekdüze kaldırıp indiriyordu. O sırada bir hanımefendi göründü; şapkası envai çeşit kurdele, toka ve çiçekle bezeliydi. İnce bir baston tutan gençten bir beyefendi hızlı adımlarla geçti; sol elini bir felçli gibi göğsünün üzerine bastırmıştı. Kimi zaman, içtikleri sigaralardan ince dumanları gökyüzüne salan beyefendiler görünmekteydi. İkisi pardösülerini kollarına asmış üç beyefendi sığındıkları duvarın yanından arada bir ayrılıp sokağa yaklaşıyor, durumu gördükten sonra sığındıkları yere geri dönüyorlardı. Yürüyüp geçenlerin arasından sokağa döşenmiş düzgün parke taşları görünüyordu. Boyunlarını ileri uzatan atlar, yüksek tekerler üzerindeki incecik arabaları çekiyorlardı. Arabalardaki yumuşak minderlerde oturanlar yayalara sessizle bakıyor, sokaktaki mağazaları, evler ve balkonları, gökyüzünü süzüyorlardı. Öndekini geçmek isteyen arabayı çeken atlar birbirlerine yaslanıyorlar, koşumlarını sallayarak arabanın okuna asılıyorlar ve arabayı seri hareketlerle yalpalayarak hızlandırıyorlardı. Az sonra öndeki arabanın çevresinde çizilen yay tamamlanıyor, atlar birbirinden ayrılıyor ama ince uzun başları birbirlerine dönük kalıyordu. Birkaç kişi koşarak geldiler, kuru kalan mozaik sokak taşları üzerinde durdular; yavaş hareketlerle arkalarına dönüp gökten karışık düzen yağan yağmura baktılar.

Raban kendini yorgun düşmüş hissediyordu. Dudakları, Kuzey Afrika desenleriyle süslü kravatı gibi soluktu. Karşı evin kapı taşına yaslanmış bir kadın ayakkabılarını açıkta bırakacak denli topladığı eteklerinin altından ayaklarına bakıyordu, sonra Raban’a bakmaya başladı. Sanki hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi davranıyor, belki Raban’ın hemen önüne yağan yağmuru seyrediyor belki de Raban’ın başı üstündeki duvara asılmış şirket adlarını gözden geçiriyordu. Raban kadının bakışlarında bir şaşkınlık sezdi. “Olup bitenleri ona anlatsam elbette hiç şaşırmazdı,” diye düşündü. “İşyerinde çalışmaktan öyle yorgun düşüyor ki insan, sonunda izne çıktığında tadını çıkaracak hali kalmıyor. Elinden geleni yapsa da herkesin kendisini sevmesini sağlayamıyor, hep tek başına kalıyor, tek başına ve başkaları için bir merak nesnesi. ‘Ben’ demek yerine ‘insan’ dendiği sürece sorun yok, ezbere söylenebilir her şey; gel gör ki o insanın sen olduğunu kabul edince için kötü oluyor, handiyse dehşet içinde kalıyorsun.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir