Mehmet Zahit Kotku – Ana Baba Haklari

Müellif rahmetullahi aleyh’in adı Mehmed Zahid, soyadı Kotku idi. Kendisinin naklettiğine göre babası ona: «Oğlum Mehemmed» diye hitap edermiş. Soyadının «mü-tevazi» mânâsına geldiği nüfus cüzdanının başına not edilmiş idi. Tevellüdü 1315 hicrî kamerî (Rumî: 1313,* Milâdî: 1897) yılında Bursa şehrinde, kale içinde Türkmenzâde çıkmazındaki baba evinde vaki olmuştur. Ailesi: Baba ve annesi Kafkasya’dan 1297’de göç eden müs-lümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, halen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir. Babası Đbrahim Efendi Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesinde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hz. Peygamber (s.a.s.) sülâlesinden bir Seyyid’dir; 1929’larda 76 yaşlarında iken Bursa ovasındaki Đzvat köyünde vefat etmiş ve oraya defnoîurf muş, ehl-i tarîk bir kimsedir. Annesi Sâbire hanım, Mehmed Zahid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş. Pınarbaşı Kabristanına gömülmüştür. IX Bu anne ve babadan doğma ağabeyi Ahmed Şakir (1308-1335) subaylık yapmış, Kudüs’te, Çanakkale’de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip Söğütlüçeşme’ye defn olunmuştur. Aynı anneden ¦bir küçük kardeşi daha olmuşsa da çok yaşamamış; birkaç aylık iken vefat etmiştir.. Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma hanımla olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeş halen hayattadırlar. Bunlardan Pakize Hanım’ın efendisi de, Bursa Ulu Camii imamlarından ve Đsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (k.s.)’dir. Tahsili, askerliği: Mehmed Zahid Efendi (rh. a.) ilk mektebi Oruç Bey Đbtidaisinde okudu. Maksem’deki Đdadiye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebine girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332’de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye’ den çekilmesinden sonra,’ binbir güçlükle Đstanbul’a döndü. 10 Temmuz 1335 Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti. Kendi hatıra defteri kayıtlarından 1338 Martlarında henüz bu vazifede olduğu görülüyor. Tasavvufî yetişmesi ve dinî hizmetleri: Đstanbul’da bulunduğu esnada çeşitli dinî toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi’yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı AyaX sofya camiinde edadan sonra, Vilâyet önünde bulunan^ Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhaneli Tekkesine giderek Şeyh Ömer Ziyaeddin Efendi’ye intisap eyledi. Günden güne ahvalini terakki ettirdi. Bu zat-ı şerifin 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşad olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efen-di’nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmiş, müteaddit defalar halvete girmiş, 27 yaşlarında hilâfetnameyi aldıktan sonra ondan Râmûzu’l-ehâdis, Hizb-i A’zam ve Delâi-lu’1-hayrât icazetnamelerini de almış, Bayezit, Fatih ve Ayasofya camii ve medreselerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır. Bu aralarda hocasının işareti üzere, muhtelif kasaba ve köylerde dinî hizmet ifa etmiştir. Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa’ya dönmüş, evlenmiş, 1929’da vefat eden babası yerine Bursa ovasm-daki Đzvat köyünde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftade camii şerifinin imam – hatipliğine tayin edilerek şehirde hisar içindeki baba evine yerleşmişti. Burada 1945-46’dan 1952’ye kadar hizmet eyledi. 1952 Aralığında Gümüşhaneli dergâhı postnişini .ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine, Đstanbul’a naklolarak Fatih’te Bulvara hazır Ümmü Gülsüm Mescidi’nde vazife gördü. 1.10.1958 tarihinde Fatih Đskenderpaşa camii şerifine nakloldu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı. Vefatı: Mehmed Zahid Efendi rahmetullahi aleyh, ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen, şiddetli ağrılarından muzdaripti. 1979 yazında uzun zaman XI kalmak üzere gittiği Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatında dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980’de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı. Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hattâ 1980 Ramazanında hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca’ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz’a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüksetmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra 6 Kasım 1980’de çok ağır hasta olarak Đstanbul’a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401) Perşembe günü öğleye yakın, dualar, yasinler, teşbih ve tehliller ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken âhirete irtihal eyledi. Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü Đstanbul Süleymaniye Camiinde muhteşem, mahzun,, vakur ve edepli bir cem-mi gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanunî Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarınm yanındaki istirahatgâ-hına defnolundu. Bu esnada Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih ve çevrelerinde trafik durmuş, Süleymaniye’nin içi ve avlusu kamilen dolduğu gibi, cemaat sokaklara taşarak Esnaf Hastahanesinin yanına kadar uzanmıştı. Vefatını duyanlar içinde Anadolu’nun en uzak şehirlerinden olduğu kadar Avrupa’dan gelenler de vardı. Uzakta bulunan muhiblerin-den çoğu da vaktinde haber alamama yüzünden cenazesine yetişememişlerdi. Vefatı Đslâm âleminde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan’da, Kabe’de, Kuveyt’te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp, dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayınlamışlardı. XII Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında tevafukan çok manidar ibareler yer alıyordu. Meselâ bunların birindeki şu parça ne kadar şayan-ı taaccüptür: Arkamdan ağlama: Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma. Bana ağlama, «yazık yazık!», «Vah vah» deme Şeytanın tuzağına düşersen vah vahin sırası o zamandır. Yazık yazık asıl o zaman denir. Cenazemi gördüğün zaman «elfirak, elfirak» deme, Benim buluşmam asıl o zamandır. Beni mezara koyunca elveda demeğe kalkışma Mezar Cennet topluluğunun perdesidir. Mezar hapis görünür amma, Aslında canın hapisten kurtuluşudur. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret Güneşle Aya batmadan ne ziyan gelir M? Sana batma görünür amma Aslında o doğmadır, parlamadır. Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi? Neden insan tohumu için Bitmiyecek, yetişmiyecek zannına düşüyorsun? Hangi kova suya salındı da dolu olarak çekilmedi? dan Yusuf’un kuyuya düşünce niye ağlarsın? Bu tarafta ağzım yumdun mu o tarafta aç! Çünkü artık hay-huy’un, Mekânsızlık âleminin boşluğundadır. Ahlâk ve şemaili: Merhum uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, XIII aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli; alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. Đlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına, tanımadığına selâm verir, güleryüz gösterir, gönül alırdı. Đlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manâlı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu. Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve safiyane idi. Çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır. Kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk du-yuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manâlı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celalli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticalen konuşurdu. Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve lâtifeci davranır, kimseye doğrudan doğruya birşey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi. Fevkalâde mütevazi idi, kerametleri zahir ve şöhreti âlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvanı arasında lalettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemalini büyük bir maharetle gizlerdi. . Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar. Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir âyetin, bir hadîsin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu. XIV Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. Đlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı. Dostlarına vefası emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi. Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güleryüz gösterir, kapısını, her zaman açık tutmağa çalışırdı. Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. Đnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yere yağar; bolluk onunla beraber gezer, en hücra, en kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve manevî hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı. Allah teâlâ ve tekaddes hazretleri derecatını ulya eyleyip biz aciz ü naçizleri de füyuzat ve şefaatmdan feyzyâb u nasibdâr buyursun, âmin bi-hürmeti seyyidilmürse-lîn (s.a.s.) ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahum bi ihsanın ilâyevmi’d-dîn ve’1-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn. Halil Necatioğlu XV MUKADDĐME Bu dünyaya gelen herkesin vakti gelince gitmesi mukarrerdir. Dünya âhiretin bir yoludur. Cennete de, Cehenneme de yol buradan geçer. Ahiret denilen âlemde bu dünyada yaptıklarımızın hesabı görülünce, kara yüzlü günahkârlardan olup Cehenneme sürüklenmek ne kadar acıdır. Bunun sebebi de Allah teâlâmnemirlerine uymamak, yasaklarından kaçmamaktır. ‘ Malûmdur ki, bir çok kusur ve günahlar, bilinmediğinden yapılmaktadır. Bunlar bilinirse her halde insanoğlu yapmamağa çalışacaktır. Bilindiği halde yapılan günahın cezası bir ise, bilinmeden yapılan günahın cezası iki misli olacaktır. Birisi öğrenmediği için, birisi de günah işlediği içindir. Onun için her halde hayırları, serleri, günahları öğrenmek kendi menfaatimizin iktizasıdır. Đşte öğrenilmesi menfaatimiz icabı olan hayırlardan birisi de ana ve babaya daima iyilik, ihsan, ikram ile birlikte; öldükten sonra da onları unutmayıp daima hayırla yâd etmek ve onlar için hayırlar yapmaktır. Meselâ onların nâmına sadakalar vermek, Kur’an okumak, tevhîd çekmek, hac ve umre yapıvermek veya yaptırmak, nafile namazlar kılıp onların ruhlarına hediye etmek suretiyle de onları sevindirmek, bizlere düşen vazifelerin başında gelmektedir. Cenâb-ı Hak’tan cümlemize tevfik ve hidâyetler diler, olgun, kâmil müslüman olmamızı, yine Hak sübhâ-nehû ve teâlâ’dan dilerim. 2 -ANA BABA HAKLARI Đmam-ı Buhârî’nin, Abdullah b. Amr b. el-Âs (r.a.)-dan bu hususta rivayet ettiği hadîsi sizlere de duyurmayı vazife saymaktayız. Çünkü duyulmasında çok, hem de pek çok fâideler vardır. Hadîs-i şerif meâlen şöyledir: Büyük günah olarak Allah’a şirk koşmak, vâlideyne âsî olmak, adam öldürmek, bir de yalan yere yemin etmek diye dört büyük günah sayılmıştır. Burada vâlideyne âsî olmanın, Allah teâlâya şirk koşmak, adam öldürmek ve yalan yere yemin edip başkalarının hakkına tecâvüz edenlerle beraber zikredilmesi de tabiî çok manâlıdır. Adam öldürmek cinayetlerin en büyüğü olduğu gibi. bunu işleyenlerin de Cehennemlik olacağını bilmeyen yoktur zannederim. Nisa sûresinin 93. âyetini iyi oku. Bir mü’mi-ni kasten, bile bile öldürmek kolay, alt tarafı bir kurşuna dayanır. Fakat sonra ebediyyen Cehennemde yanmak kolay mı? Bir de üstelik Hak’kın gazabına ve lanetine müstehâk olmak, nihayet büyük bir azabla karşılaşmak acaba ne demektir? Đşte bunları düşünmeden aklına düşeni hemen yapıvermek, şuursuzluğun, yani akılsızlığın alâ-metlerindendir. Đnsan, her halde kâfir de olsa, bir cana kolayca kıyamaz. Binâenaleyh ana ve babaya âsî olmak ve onları incitmek, rahatsız etmek, dinsiz müşrikle, adam öldüren katilin arasına sokulmuş ve bu suretle ana ve bahaya isyan edenlerin, katiller gibi ağır cezaya çarptırılacakları hissi verilmiştir. Öyleyse ey aziz ve muhterem kardeşim! Sen onların kadr ü kıymetlerini iyi bil de sakın onları darıltma. Ne onlara küs, ne de onları küstür. Eğer dünyada ve âhirette rahat etmek istiyorsan bundan başka çâre yoktur. Đnsana yaraşan dâima büyüklerinin sözlerini ve nasihatlerini din- MUKADDĐME 3 lemek ve Hak’kın emir ve fermanlarına boyun bükmektir. Đslâm âdet ve an’anesine, emir ve nehiylerine itaat etmeğe ve Peygamberimizin sünnetlerine riayetkar olarak yaşamamıza vesile olan eserleri yadigâr bırakan ulemâmıza karşı ne gibi bir hizmet edebiliyoruz? Hiç olmazsa onların ruhlarına Fatihalar hediye ederek ve onların bıraktıkları, o canım ve güzel eserlerin yanına, bizler de güzel ve kıymetli eserler ekleyerek, gelecek nesle yadigâr bırakmamız lâzım gelmez mi dersiniz? Bugün genç yavrularımızdan hem rica. hem de onlara ufak bir hediye olarak hazırlanan bu kitabı güzelce okuyarak, ana ve babalarına karşı hürmetkar ve mutî olmalarını tavsiye eder ve Cenâb-ı Hak’tan da nsdvaffakiyetler ihsan buyurmasını fazl u kereminden dileriz. ÜZERĐMĐZDEKĐ HAKLAR Üzerimizdeki hakları şöyle sıralamak mümkündür: 1 Evvelâ bizi yaratan ve bizi ilim ve irfan ile teçhiz eden Allahü teâlâ’nın hakkına riayet etmek, emirlerini dinleyip, yasaklarından kaçınmak en birinci vazifemizdir. 2 — Peygamberimizin hakkıdır. O’nun da emirleri ve yasaklan vardır. Emirleri sünnetlerini öğrenip işlemek, yasakları da sünnetlerini terk etmekdir. Bundan kaçınmak şarttır. 3 — Kıyamete kadar gelecek olan Ümmet-i Muham-m,ed’e, Allah’ın emirlerini, Peygamberimizin sünnetlerini tanıtan ve öğreten Ulemâmızın hakkıdır ki, onlara hürmet, saygı ve ikram başlıca borçlarımızdandır. 4 — Ana ve babalarımızın hakkıdır ki, dünya evine gelmemize bizim hayatımıza başlıca sebebdirler. Onların da sözlerini dinleyip gönüllerini kırmamak ve onların rızalarını kazanmak da en belli başlı vazifelerimizdendir. 5 — Çocukların anne ve babalardaki hakları. 6 — Karı koca haklarıdır ki, cemiyetlerin rahat ve huzuruna sebeptirler. 7 — Komşu haklarıdır ki, pek mühimdir. Bazen akrabalardan daha ziyade komşulara muhtaç olunmaktadır. 8 — Akraba-yı taallukata sıla-i rahim hakkıdır. ÜZERĐMĐZDEKĐ HAKLAR 9 — Hayvanatın hakkıdır ki, evde bulunan kedi, köpek de bu hakka dahildirler. 10 — Devlet, millet, memleket haklarıdır ki, cemiyet hayatı yaşayan ve hürriyet isteyen ferdlerin bu hakka da riayetleri şarttır. Hülâsa; 1 — Allahü teâlâ’nın hakkı, 2 — Peygamberimizin hakkı, 3 — Ulemâmızın hakkı, 4 — Ana ve babaların hakkı, 5 — Kan – koca haklan, 6, Çocukların ebeveyndeki haklan, 7 — Komşu hakları, 8 — Akraba-yı taallukata sıla-i rahim hakkı, 9 — Hayvanatın hakkı, 10 — Millet hakkı. Bunlara ilâveten bir çok. haklar sayılabilir. ALLAHU TEÂLÂ’NIN HAKKINA RĐÂYET Şimdi sizlere ve bizlere Allah teâlâ hazretlerinin Kur’ ân-ı azîmüşşânda yazıp bildirdiği vasiyeti yazmak istiyorum ki. bu vasiyeti Cenâb-ı Peygamber Efendimiz de ashabı kirâmına vasiyet etmişlerdi. Vasiyetin başı EnYım sûresinin 151. âyeti ile başlar: U JJĐ tjj’ttî jî “*’Đ w^’UJ Bu vasiyetler on tanedir. Şimdi bunu anlamaya çalışalım. Cenâb-ı Hak’kın kullarına haram kıldığı şeylerin başında şirk gelmekte. Şirk günahların en büyüğüdür. Cenâb-ı Hak’ka şerik koşmak; ikidir, üçtür gibi söz söylemek; sevgisini, korkusunu Allah’dan gayriye yapmak, yani asıl sevilecek Allah iken onu bırakıp başka birisini sevmek; korkulması lâzım gelen Allah iken başkalarının kuvvetinden korkmak gibi. Halbuki riyanın da en ufağı bir nevî şirkdir, buyrulmuştur. Onun için müslümana lâzım olan, Allah teâlâ hazretlerine halisane kulluk etmek iken, riyakâr adam, insanları aldatmak için riyakârlık yapıp, kendini iyi bir müslüman gibi göstermeğe çalışır. Bilmez ki Allah teâlâ kullarının her halini iyi bilir. Hem görür. ALLAHU TEALA’NIN HAKKINA RĐÂYET 7 hem de işitir. Ondan gizli hiçbir şey olmaz. Her şeye de vâkıfdır. Đçinden geçen en gizli hatıraları, vesveseleri, kuruntuları, düşünceleri senden daha iyi bilir. Binâenaleyh, riyakârın yaptığını da, yapacağını da pek iyi ve güzel bilir. Ondan saklı ve gizli hiçbir şey olmaz. Öyle ise, ihlâs-dan kat’iyyen ayrılma. Riyakârın işi dünyâda da berbattır, âhirette de. Riyâkârane yaptığı amellerden hiçbir suretle faydalanması mümkün değildir. Haramların, günahların, isyanın en büyüğü şirk olduğu halde, hâlâ zamanımızda Allah’dan gayriye tapanlar, hattâ münevverler arasında bile pek çok kimseler, cemiyetler, kabileler bulunagelmektedir. Peygamberimizden evvelki devirde yaşayan insanların hâlini târih bize pek açık bir şekilde göstermektedir. Mekke’-i Mükerreme zapt olunduğu vakit, 360 putun nasıl kırılıp atıldığı herkesçe malûmdur. Hattâ bunların içinde meşhur olanları vardır ki, isimleri şöyle zikredilmektedir: Hübel, Lât, Uzzâ, Me-nât gibi. Hele Đbrahim Aleyhisselâm Hazretlerinin zamanında putlara tapmak pek meşhur idi. Đbrahim Aleyhisselâm anları bir günde kırıp parçaladıktan sonra, baltayı da büyük putun boynuna asdı. Bu çok ustaca yapılmış bir tertip idi. Bu putların kırılmasını Đbrahim Aleyhisselâma Đs-nad ettiler. Sorguya çekildi. O da, balta kimin boynunda ise ona sorun diye cevap verdi. O zaman tam bir şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemediler de, onun canı mı var ki, bu işleri yapabilsin demek mecburiyetinde kaldılar. O zaman tam fırsat Đbrahim Aleyhisselâmın eline geçti. Onları mağlûb eden, perişan eden şu cümleleri deyiverdi: «Öyle ise, siz bu cansız, işe yaramayan faydası ve zararı olmayan; kendi ellerinizle ağaçtan, taştan, demirden vesâireden yaptığınız şeylere tapmaktan sıkılmayan akılsız bir güruhsunuz.»1 Onlar da aczlerini anlayınca Đbrahim Aleyhis- (1) Enbiyâ: 66, 67, 69 8 ANA BABA HAKLARI selâmı ateşe atmağa karar vermişler ve yapmışlar. Lâkin mülkün sahibi olan Allah teâlâ Hazretleri, hepimizin malûmu olduğu veçhile, ateşin olduğu yeri «berden ve selâ-men» fermamyla, Đbrahim Aleyhisselâm için güllük gülistanlık yapmış ve böylece hiçbir zarar görmemiştir. Şimdi hepimizin bilmesi gereken şeylerden birisi de şudur ki, ateş yakıcı bir maddedir. Herkesi yakarken Đbrahim Aley-hisselâmı ne için yakmıyor? Bunu iyice düşündüğümüz zaman anlarız ki, eşyaya tasarruf eden bir varlık sahibi var. O da şüphesiz Allah teâlâ Hazretleridir. Ateş yakmaz, bıçak kesmez, su da akmaz ve boğmaz. Hiçbir şey O’nun emrinden dışarı hareket edemez. Đkiyüz bin defa büyütüldüğü halde ancak görülebilen, o ufacık mikrop denilen canlıyı yaratıp, göklerde uçan, akıllara hayret verecek derecede makineler icad eden insan, iyi dikkat eyle ki, bu ufacık, gözle bile görülemeyen mikrobun karşısında âciz kalıp, en nihayet yataklara düşer ve sonra da bu dünyaya bir daha gelmemek üzere veda edip gözlerini yumar. Ne yazık o insana ki, bu mülke gelmiş de mülkün sahibini tanımadan ve O’na kulluk vazifelerini yapmadan göçüp gitmiştir. Asıl ağlanacak ve acınacak zat, işte bu ve buna benzeyenlerdir. Zira Hazret-i Allah, bizleri ancak kendisini bilsinler ve emrolundukları’ kulluk vazifesin: yapsınlar diye yaratmıştır. Hazret-i Allah’ı bilmek de öyle lâf ile olmaz. Ancak O’nun gönderdiği peygamberin yolunda gitmek ve sünnet-i seniyesine lâyıkı veçhile uymakla ve Kur’ andan kat’iyyen ve zerre miktarı dahi olsa ayrılmamakla mümkündür. Bu da ilme veya ilim sahibi, ameli yerinde, kâmil ve olgun zatların meclislerine devam, sohbetlerini ve nasihatlarını dikkatle dinleyip, amel etmekle olur.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir