Memduh Sevket Esendal – Ayasli Ile Kiracilari

Yazarın dosyaları arasında bulunan ve hiçbir yerde yayımlanmadığı anlaşılan Yaşam öyküsünü, kendi kaleminden çıktığı biçimde yayımlıyoruz. Biz de kitaplarımızı basan ve satanlarımızın bu isteklerini yerine getirmeyi kendimize borç bilerek bu kitaptaki hikâyeleri yazmış olan Meşe’nin yaşayışından bildiğimiz kadarını aşağıda yazıyoruz. Meşe, on dokuzuncu yüzyılların sonlarında ve yirminci yüzyılların başlarında yaşamış yazıcılarımızdan biridir. Kendisini yakından tanıyanların söylediklerine bakarak Meşe, 1883-84 yıllarında Trakya’nın küçük şehirlerinden birinde, küçük burjuva bir aileden doğmuştur. Çocukluğu ve gençliği bu ufak şehirde ve köylerde geçmiştir. Aile, elindeki çiftliklerin geliri ile geçiniyordu. Bu geçiniş pek dar olduğu için Meşe’nin gençliği yoksulluk içinde geçmiştir. Meşe, onun asıl adı değildir. Doğum adı Mustafa idi. Anasının verdiği bu adı sevmekle beraber kullanmak istemez. Ara-sıra kendine yeni adlar takmaktan hoşlanır. Türklerin sık sık ad değiştirmek töreleri olduğunu söylerdi. Meşe, bu adlar arasında en çok sevdiği olmasa bile en çok kullandığı ad olduğu için biz de burada kullandık. Meşe, doğduğu şehircikte ilk ve belki ortaokulu okumuş olsa gerektir. Ancak o yılların ilk ve ortaokullarının ne kadar cılız olduğu düşünülürse, bu okuyuşun ona hemen hiç okuyup yazmak öğretebildiğini kestirmek güç değildir.


Okumak sözü açıldıkça, kendisinin alaylı olduğunu söyler, ancak bu söz üstünde durmak istemezdi. Bildikleri rastgele, yaşadıkça öğrenilmiş şeylerdi. Meşe, çok genç yaşlarda gizli politika işleri ile uğraşmaya ve gizli kurumlara girip çıkmaya başlamıştır. Politika ile bu bağlılık onda kırk yaşlarına kadar sürmüş, politika kurumlarında hizmet etmiştir. Bu arada öğretmenlik ettiği, gazetelerde yazı yazdığı da olmuştur. Meşe, gençliğinde, hikâyeler yazmaya uğraşırdı. Bu özenti onda ihtiyar yaşlarına kadar sürmüştür. Bu özenti ile pek çok şeyler yazmış ise de bunların çoklarını ortaya çıkarmamıştır. Birçoklarını da yakmıştır. Denilebilir ki onun isteği yazmaktı. Bastırmak için çalışmazdı. Kendi başından geçenleri de yazmıştır. Büyük politika işlerinde ve yüksek devlet işlerinde bulunmuş olduğu için bu yazdıkları değerli olsa gerektir. Bunu çocuklarının bastıracaklarını umarız. Kendisi bir yetmiş beş boyunda, orta gövdeli bir adamdı.

Suratında yazılabilecek bellibaşlı hiçbir yükseklik görülmezdi. Yeni yapılmış büyük bir apartımanın dokuz odalı bir bölüğünde oturuyoruz. Bu bölüğü, Ayaşlı İbrahim Efendi adında biri tutmuş, isteyenlere oda oda kiraya veriyor. Odalar, loşça bir koridorun iki yanına sıralanmış, dizilmiş. Koridorun en sonunda banyo odasıyla mutfak var. Benim odam, koridora girince sağdan birinci kapı. Ev sahiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen karı koca kavgalarını, kontrat bitsin diye, aljı ay çekip oturduğum eski odamın günü yaklaştıkça sevinerek kendime yeni, temiz bir oda ararken dışarıya giden bir arkadaşım bana bu yeni odayı bırakınca çocuk gibi sevindim ve hemen o gün, eşyamı toplayıp buraya taşındım. Soluk benizli, arık bir hizmetçi kızın yardımıyla yatağımı kurdum. Eşyamı, kitapları yerleştirmeyi ertesi güne bıraktım. O gece yemekten döner dönmez yatağıma girdim. Yerimi yadırgamam; deliksiz bir uyku çıkarmışım. Pencerelerin perde gibi kapanan pancurları odaya loşluk verdiğinden uykum biraz da uzunca olmuş. Yatakta uyanıp kendimi yeni odada bulunca sevindim. Yukarı kattan ayak sesleri duyuluyor. Bizim bölükte hiç ses yok.

Bir misafirlikte, bir yabancı yerde imişim gibi içimde bir çekingenlik duyuyorum. Daha ne ev sahibi Ayaşlıyı, ne komşuları tanıyorum. Ne zaman yatar kalkarlar, burada töre nedir? Yavaşça kapıyı açtım, koridora çıktım. Hiç ses yok. Dün bana yardım eden soluk hizmetçi bir sabah kahvesi olsun pişirmez mi? Odama dönerken hizmetçinin kafası mutfak kapısından göründü. Durdum. – Bir şey mi istediniz? – İstiyordum ya; sen bana bir kahve pişiremez misin? – Kahveniz varsa pişireyim. – Kahvem… Olmalı. Olmazsa birini yollayıp aldıra-maz mıyız? – Bakayım, kapıcı gelmişse! Odama geldi, para verdim, gitti. Ben, kapıcı gidecek, gelecek diye beklerken kız kahveyi pişirmiş, getirdi. – Nereden buldun, diye sordum. – Faika Hanımlardan aldım, kapıcı geç gelir, dedi. – Sen bana biraz yardım etsen de odayı toplasak. – Kahvenizi için de ben gelirim. Biraz sonra ben kitapları toplamaya, çamaşırlarımı dolaplara koymaya başladım, o da yatağı düzeltmek istedi.

Yorganı pencere önüne getirdi, döndü bana dedi ki: – Çamaşırınız varsa ben yıkarım. – Hı, kaç paraya yıkarsın, dedim. – Bir kere yıkıyayım, beğenirseniz… başkalarına ne veriyorsanız, ben de o kadara yıkarım. – Olur, dedim. Akıllı bir kıza benziyor. Yalnız bana, hasta, bitkin görünüyor. Bu kız bu arıklığıyla çamaşır yıkar mı? Yıkayabilir mi? Yorganı kaldırmaya gücü yetmiyor. Güçlükle ayakta duruyor gibi görünüyor. Acımaya başladım! Buna hizmet ettirmek yazık… Ayakları topal bir ata araba çektirmek gibi. “Hadi kızım, sen hizmet etme, bırak ben yaparım,” desen gücüne gidecek! Buna “Sen hizmet edemezsin, hasta- 10 sın” demek, “Git de bir köşede acından öl, insanlar arasında gezip de onları da üzüntüye uğratma!” demektir. – Sen hasta mısın? Niçin böyle soluyorsun, diye soracaktım, belki hatırı kalır diye düşündüm vazgeçtim. – Senin adın ne?. – Halide. Aradan biraz geçti, o bana sordu: – Siz maliyede misiniz? – Yok bankada çalışıyorum. – A, hangi bankada? Bu büyük bankada mı? Bizim Cemile de şimdi orada çalışıyor.

Eskiden bu üstümüzdeki katta altıncı dairede çalışırdı. İkimiz bir odada otururduk. Çok iyi kızdır. Siz Cemile’yi tanımıyor musunuz? – Tanımıyorum. – Fevzi Beyle beraber oturuyorlar. Sizin bankada Fevzi Bey var, işte onunla. Bizim bankada belki Fevzi Bey var, ama ben tanımıyorum. – Nasıl adam, genç mi, ihtiyar mı? diye sordum. – A, yaşlı adam, yetişmiş kızları var. Ama olsun iyi bakıyor ya. Bin gencine değişmem. Gençlere ver ki yesinler. Biraz durduktan sonra, – Cemile talihli kızdır, üstü başı, oda kirası hep ondan. Bankadan aldığı yanına kalıyor. Yan gözle Halide’ye baktım.

Eğer böyle ölü benizli olmasa hiç de fena kız değil! Esmerce, ama kaşı gözü yerinde; sevimsiz de değil. Cemile acaba bundan güzel mi? – Siz Maliye Tahsil Şubesinde Rasim Beyi biliyor musunuz? – Rasim Bey!. Bilmiyorum. Hangi tahsil şubesinde? 11 – İşte o yeni doldurdukları yerde. Yeni doldurdukları yeri de bilmiyorum. Neyse. – Bilmiyorum, dedim, niçin sordun? – Hiç, çok iyi insanlardır da!. Ben geçen kış hastalanmıştım, çalışamadım. Onlar bana baktılar. Kendisi olsun, ablası olsun. Onlar olmasaydı bana kim bakardı? “Gene hasta düşeceğini biliyor” diye düşündüm. – Senin kimsen yok mu? diye sordum. – Yok, dedi hepsi öldüler. – Buradan kaç para alıyorsun?. – On lira veriyorlar, dedi, yemeği de onlarla yiyorum.

– Kimlerle?. – İşte Faika Hanımlarla. – Faika Hanım kim oluyor? – Babanın kızlığı yok mu, dedi. – Ben bilmiyorum. “Baba” dediğin kimdir, onu da tanımıyorum. – Baba, işte burayı tutan değil mi? – Burayı tutan Ayaşlı İbrahim Efendi. – İşte İbrahim Efendi. Onlar “Baba” diyorlar, ben de alıştım. – Üvey kızı babasının yanında mı oturuyor? – Kızı dipteki odada, baba sizin bu yanınızdaki odada. Dün taşınırken burada değil miydi? – Buradaydı ama ben hangi odada oturduğunu nereden bilirim? Babanın kızı tek başına mı oturuyor? – Kocası var ya! Şoför Fuat. Şimdi İstanbul’dan anasını da getirmiş, hep bir odada oturuyorlar. – Sen de onların yanında mı kalıyorsun? – Benim bir odam var. Geceleri giderim. – Babanın yanında bir genç delikanlı var, o kim? 12 – Babanın oğlu; köydeki karısından. Ayaşlı Faika’nın anasını burada almış.

Yalnız nedense bu yeni karısı babayla bir yerde oturmuyormuş. Kadının ayrı evi varmış. Arasıra kızını görmeye gelirmiş. O zaman baba ile de oturup konuşuyorlarmış. Faika da anasını görmeye gidermiş. Halide’nin dediğine bakılırsa, anası Faika’dan daha güzelmiş. Bunları konuşurken odayı düzeltiyorduk. Hizmetin çoğunu ben gördüm, o yalnız toz aldı. Bir aralık sordum. – Nerelisin, dedim. – Ben mi?. Ben Ezirgânlıyım. – Hı, konuşman hiç Ezirgânlıya benzemiyor. – İstanbul’da çok kaldım. Halide’nin anlattığına göre ufak yaşında Ezirgân’da kocaya varmış.

Sonra muhacirlikte kocası ölmüş. İstanbul’da bir topçu kaymakamı bunu yanına almış. İki sene onun yanında kaldıktan sonra hastalanmış, hastaneye yatırmışlar. Bir daha topçu kaymakamının evine dönmemiş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir