Nejat Bozkurt – Kant

Evrenin oluşumundan (Kant–Laplace Kuramı) Uzay–Zaman felsefesine, Bilgi kuramından Bilim felsefesine, Toplum ve Kültür felsefesinden (Birleşmiş Milletler İdesi, Sürekli Barış İdesi), Tarih ve Hukuk felsefesine (Özgürlük İdesi, Hukukun Üstünlüğü ve Hukuk Devleti İdesi), İnsan felsefesinden Etik ve Estetiğe (Felsefi Antropoloji, Etik İnsan, Nesnel Estetik) değin Felsefe tarihinin hemen her alanında düşünceler üretip yapıtlar vermiş olan Immanuel Kant, her zaman için düşünce dünyasının çekim merkezlerinden biri olmuştur. Düşünceleriyle kendinden sonra gelenleri etkilemiş ve bu etkiler günümüze değin sürmüştür. Öyle görünüyor ki bu etkileme geleceğe uzanmayı da sürdürecektir. Tipik bir aydınlanma filozofu olan Kant, Duyumculuk ile Usçuluğun sistemli bir sentezini yapmış; biriysel vicdana dayanan etiği temellendirmiştir. Hume’un empirizmini, Leibniz’in rasyonalizmini, Rousseau’nun romantik tepkisini ve Newton’un bilim yöntemini sentezleyen filozof, felsefeye yeni bir yön ve yeni bir tarz getirdi. Rasyonalizmin varlığın, empirizmin de deneyin nasıl bilgi haline geldiğini göstermedeki yetersizliğinden rahatsızlık duyan Kant, felsefe için sağlam bir temel kurmak istiyordu. Ona göre bilimcilerin şeyleri nasıl bildikleri sorunu, metafizikçilerin özgürlük ve ahlak gibi soyut fikirlerle ilgili şeyleri nasıl bildikleri sorununa çok benziyordu. Bilimde de metafizikte de verilerle işe başlanıyor, sonra bu veriler işlenerek bir yargıya varılıyordu; süreç her ikisinde de neredeyse aynıydı. O zaman Kant, “bir bilim olarak metafizik var olabilir mi?” sorusunu sordu ve metafiziğin gerçek yöntemi, esasında Newton’un bilime getirdiği ve orada çok verimli olduğu görülen yöntemdir sonucuna vardı. Kant “modern filozofların en büyüğü” sayılmasına neden olan Salt Aklın Eleştirisi (Kritik der reinen Vernunft) adlı yapıtıyla, Eleştiricilik (Kritisizm) adı verilen felsefi sistemi kurdu. Yapıtın giriş bölümünde Kant, bilginin çözümlenmesine girişir ve dışarıdan sağlanan duyusal maddesel veri ile öznenin kendisinden gelen biçimi (form) birbirinden ayırır. Bütün bilgilerimiz duyumun varlığını varsayar ve deneyle başlar; ama hepsi deneyden gelmez. Aynı zamanda hem sentetik, hem de a priori olan yargılar vardır. Bu yargılar nasıl mümkün olmaktadırlar? Kant, transandantal estetiği incelemekle ya da duyarlığı (Sinnlichkeit) çözümlemekle işe başlar ve bütün deneysel verilerin a priori biçimlerinin mekân ve zaman olduğunu gösterir. Bu ilk verileri işlemek için anlık (Verstand), kendine özgü kavramlardan yararlanır.


Transandantal Analitik bölümünde Kant, kategoriler adını verdiği bu salt kavramları ortaya çıkarmaya, duyu verileriyle kategoriler arasındaki sentezin nasıl oluştuğunu göstermeye, her türlü bilginin tek olanağı olan salt anlığın ilkelerini belirlemeye, son olarak da bu ilkelerin nesnel değerini kesinlikle belirtmeye çalışır. Transandantal Diyalektik bölümünde ise Kant, salt anlığın ilkelerinin numenler dünyasına uygulanamayacağını ileri sürer; bunlar yalnızca fenomenler için geçerlidir. Kendinde şeyleri (Ding an sich) biz hiçbir zaman bilemeyiz. Üç tane olan “aklın ideaları” (düşünen töz olarak ruh ideası, fenomenlerin toplam bütünü olarak anlaşılan evren ideası ve Tanrı ideası), ancak kategorilerin böyle uygunsuz bir biçimde kullanılmasıyla kurulabilir. Analitik ile diyalektik, transandantal mantığın iki bölümünü oluşturur. Yapıt bir transandantal yöntembilimle son bulur. Anlığa göre mantık ne ise, akla göre de yöntem odur; yani her türlü akıl yürütmenin tutarlılığını sağlayan yol göstericidir. İkinci Kritiği olan Pratik Aklın Eleştirisi (Kritik der praktischen Vernunft) adlı yapıtında Kant, ahlak yasasının yapısını ve pratik ilkelere bağlanmanın ne tür bir bağlanma olduğunu araştırır. Ahlaki yükümlülük ruha, aklın iradeye kabul ettirdiği bir yasa olarak verilir. Nitekim ihtiyatlı davranmaya, sağlığı korumaya vb. ilişkin buyruklar, bazı eylemlerin yapılmasını kendilerinden başka bir şey için araç olarak öngörür; yani koşullu bir nitelik taşırlarken, ahlaklılık buyruğu kesin bir nitelik taşır ve “Öyle davran ki eyleminin kuralı iraden tarafından tümel bir yasa durumuna getirilebilsin” formülü de bu kesinlikten kaynaklanır. İrade tarafından böylece tümelleştirilebilen kurallar dışında, bizi akılsal bir ereğe, kendinde bir ereğe yönelten başka bir kural yoktur. Oysa kendinde erek olarak var olan tek şey, akıllı varlıktır. Bu durum yeni bir buyruk formülüne yol açar: “Öyle davran ki kendinde ve başkasında insanlığı her zaman bir erek olarak gör ve hiçbir zaman bir araç olarak görme.” “Erekler Cumhuriyeti”nin, “İçindeki her yurttaşın aynı zamanda hem yasa koyucu hem de uyruk olacağı” bir cumhuriyet olduğu söylenebilir.

Buradan da şu üçüncü ödev formülü türer: “Özgür ve akla uygun iradelerin cumhuriyetinde hem yasa koyucu hem de uyrukmuşsun gibi davran.” Yasa saygısının, tek davranış güdüsü olması gerekir. Ahlaklılığın koşulu olan özgürlük postülası (“Yapmalısın, öyleyse yapabilirsin!”), erdemin gerçekleştirilmesi için zorunlu olan ruhun ölümsüzlüğü postülası, ahlak yasasının ve doğal yasaların yaratıcısı olarak mutluluk ve erdemin son birleşmesini sağlayacak olan Tanrının varlığı postülası gibi postülalar, pratik aklın bu genel ilkelerine bağlıdır. Pratik aklın eleştirisi, bu aşkın gerçekliklerin spekülatif bilgisine değilse bile, en azından bunlara inanmaya yol açar. Kant üçüncü eleştirisi olan Yargı Gücünün Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft) adlı yapıtında I. Kritik’te ele alıp işlediği yargı kavramını geliştirecek ve sistemini tamamlayacaktır. I. Kritik’te yargılar, analitik ve sentetik olmak üzere ikiye ayrılmıştı. “Bütün yargılarda, bir öznenin bir yükleme bağlantısı söz konusudur; bu bağlantı iki biçimde olabilir: Ya B yüklemi A öznesine aittir, yani A kavramında içerilmiş herhangi bir şey gibidir ya da B, A kavramının bütünüyle dışında olmakla birlikte, gene de onunla bağlantılıdır. Birinci durumda yargıya analitik, öbüründe ise sentetik diyorum.” (Salt Aklın Eleştirisi, 1, 1, 1) Sentetik yargının bilgilerimizi daha da çoğalttığını, çünkü analitik yargıdan farklı olarak kavramlarımıza birtakım ayırt edici özellikler kattığını; bununla birlikte analitik yargının, deneye başvurmayı gerektirmeksizin a priori ve tam olarak akılsal olduğunu öne süren Kant, bu noktada sentetik yargıyı da “deney yargısı” ve “a priori sentetik yargı” olmak üzere ikiye ayırır. “A priori sentetik yargı”, “analitik yargı” yla aynı yapıda olmakla birlikte, bilgilerimizi geliştirmemize olanak da tanır. Ancak bu aşamada Kant, belirleyici yargıları, yani anlıkça konmuş genel bir kurala göre tikel durumları belirleme işlemini tanımlamakla yetinir. III. Kritik’te Kant, yargı gücünü, genelde içerilmiş tikeli düşünme yetisi olarak görecektir.

“Genel olan verilmişse, tikeli onun altına koyan yargı belirleyicidir. Ama tikel olan belirleyiciyse, yalnızca tikel olan verilmişse ve yargı genel olana ulaşmak zorundaysa, o zaman yargı ancak yansıtandır.” (Kritik der Urteilskraft). III. Kritiğinde etik kuramına paralel olarak estetik yargı için nesnel bir temel ortaya koymaya çalışan Kant, bu alanda katı bir formülle karşımıza çıkar. Ona göre estetik yargı, daha büyük bir amaç için bir araçtır, sanat ve doğada, bir tür esinle muhteşem akla götüren amaçlılığın tanınması söz konusudur. Hukuk öğretisi ve hukuk devleti, özgürlük ve özerklik idesi, ebedi barış, içsel özgürlük ve erdem öğretisi, üniversite bilincinin özü, özgür akıl temelinde kültür ve toplum bilimlerinde hakikati arama, bilim özgürlüğü ve üniversite özerkliği, aydın olabilmenin koşulları, felsefe fakültesinin önemi ve işlevi, doğa bilimleri, din, metafizik, ahlak ve sanat konularında nesnel ve evrensel geçerliliği olan fikirler üreten Kant, kendisinden sonra gelenlerce çok tartışılmış, pek çoklarınca da eksik ya da yanlış anlaşılmıştır. Bir düşünür ne denli kapalı, kapsamlı ya da karmaşık düşünürse onun hakkında birbirinden çok farklı yorumların yapılması da o kadar olasıdır; dolayısıyla da onu “kategorik yorumlama” gereği bir o kadar güçlüdür. Kant’ın düşüncelerinin günümüze kadar gelmesinin farklı nedenlerinden birisi de budur. Öyleyse onu iyi ve doğru anlamak gereği önem kazanmaktadır. Başka bir deyişle ve onun kendi terminolojisiyle söyleyecek olursak: “Filozofları, dediklerinden ayrılmadan yapacağımız yorumumuzla, genel bir felsefe yasası haline gelecekmiş gibi yorumlamaya çalışalım.” Nejat Bozkurt Göztepe, 30.8.2005 Kant’ın “Seçilmiş Yazılar”ını Sunarken Bu çalışmada Kant’ın yapıtlarından seçtiğimiz yazılar yer alıyor. Hemen söyleyelim, bu kitaptaki yazıların bir kısmı daha önce de yayımlandı ve onların varlığı bu çalışmanın ortaya çıkmasında yardımcı oldu.

Kant felsefesi ülkemizde pek yabancısı olunmayan bir konu; ama bu alanda özgün ve çeviri olarak çıkmış olan yayınlar dağınık ve eksikti. Ayrıca, bazılarının anlaşılmaları da eskiyen dil ve terminolojileri bakımından oldukça güçtü. Bu çeviri çalışmasına koyulduğumda, bir kısmı basılmamış, ama teksir edilerek derslerde kullanılan metinlerden en son yayımlanmış olan kitaplara kadar, çıkmış elde bulunan bütün çevirileri inceledim. Ama çoğunun rahatça anlaşılır olmaktan uzak olduğunu gördüm. Bunda Kant’ın dilinin de büyük payı var. Yaklaşık iki yüzyıl önce yazılmış bu felsefe metinleri için hocam Nusret Hızır “demir leblebi” deyimini kullanırdı. Günümüzde kendi ülkesinde bile Almanca aslından değil de İngilizce ya da Fransızca çevirilerinden okunan, yurttaşlarınca güçlükle anlaşılan bu filozofun bir başka dile aktarılmasının da pek o kadar kolay olamayacağı doğaldır. Bir de onun yapıtlarının heybetli bir kavramlar binası olduğu göz önünde bulundurulursa, çeviride bu kavramlara karşılık bulmanın, onun terminolojisine uygun yeni terimler yaratmanın hiç de o kadar kolay olmadığı görülür. Ama Türkçemizin sözcük üretme konusundaki olanakları oldukça zengindir, yeter ki işlensin. Elinizdeki kitap, daha önce yayımlanan yapıtlardan da yararlanarak Kant’ın toplu eserlerinden yapılmış bir seçmeler kitabıdır. Burada Kant’ın, Bilgi Felsefesi, Ahlak, Estetik, Toplum ve Tarih üzerindeki düşüncelerini kısaca anlamayı amaçlayan bir yol izlenmiştir. Bu bakımdan, kitapta kısa olduğu kadar uzun (kitap olabilecek boyutta) metinler de yer almıştır. Çeviride Almanca asılları yanında, seçilen metinlerin Fransızca, İngilizce ve varsa Türkçe çevirilerine de başvurduk. Ama anlaşılır olmayı ön plana almakta bir sakınca görmedik. Aslına sadık kalarak çeviri havasını veren ve böylece metnin anlaşılmasını güçleştiren bir tutumdan uzak durduk.

Kant’ın dilinin güçlüğü ve terimlerinin zor anlaşılır olması da yukarıda saydıklarımıza eklenirse çeviride ortaya çıkabilecek bazı dil sürçmelerinin hoşgörüyle karşılanacağını ve eğer varsa yanlışlarımın beni uyararak giderileceğini umar, bu çalışmanın Kant’ın öteki yapıtlarının da dilimize kazandırılmasına yol açmasını dilerim. Yazımı düşüncelerine katıldığım Goethe’nin şu sözleri ile bitirmek istiyorum: “Benden önce gelenlerle, çağdaşlarıma neler borçlu olduğumu söyleyebilseydim, kendime pek fazla bir şey kalmazdı.” (Eckermann; Goethe ile Konuşmalar)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir