Nicholas Monsarrat – Beyazlı Mihrace

Marriott’ların büyük evi ölümün karşısında suskundu: ikânenin, en uçuk renkli cotzwold taşından yapılı soylu yüzü, iki parka, oradan gümüş bir yılan gibi kıvrılan Wye nehrine ve a uzaktaki Welsh bataklıklarına kör gözlerle bakmaktaydı. Yavaş aş çöken batı kasabası akşamında, cenaze arabası ve üstleri siyah taniyelerle örtülü atların sorguçları, sert esen rüzgârda dalgalanarak, hüzünlü eve dönmek istemiyormuş gibi meşe ağaçlıklı yolu aşça dolanıyordu. Göz yaşı niyetine hafifçe vuruyordu yağmur ılalan. 1850 yılında Tarih, sayın büyüğümüz, Gloucester bölgesinin •onu, Sir James Marriott’un son istirahatgâhına gidişine şahit ustu. Evdeki hava da sert esmekteydi. Baronun iki oğlu daha arabadan |r inmez tartışmaya kalkıştılar. Alışılmamış bir şeydi bu. Gerçekten kızartıcıydı, iki erkeğin taban tabana zıt karakterde olmaları, le bir gerilim için yeter neden sayılırdı’. Büyüğü, yani Miles Marriott, gösterişli redingotu, tören kılıcı, Jiyet Donanmasında görevli kaptanlara mahsus altın püsküllü etleriyle, genellikle ufak tefek insanlarda görüldüğü gibi titiz ve ;ı bir adamdı. Her an bir hakaret ya da alaylı bir bakışla ılaşacakmış gibi tetikteydi. Devamlı etrafına bakmıyordu. Yirmi yaşını doldurmasına daha birkaç hafta vardı. Aslında yaşına göre ekten hatırı sayılır yükseklikteki rütbesi ona güven ve huzur fmeliydi; ancak kişisel yetenekleriyle mi, yoksa türlü dümenlerle edinildiği belli olmayan bu başarının tedirginliği ilk anda göze •iyordu. Keskin bakışları, “Ben Kraliyet donanmasında görevli bir anım, bana bundan aşağı bir davranışta bulunursan başına ilecekleri hele düşün,” der gibiydi. [Kardeşi Richard Marriott’un hamuruysa tamamen başkaydı.


, uzun boylu, geniş omuzluydu. Ağabeysinin muntazam, k gözleyişlerinden çok farklı; içten bakan gözlere sahipti. Ateşli 8 BEYAZLI MiHRACE bir insandı. Böyle bir tören için gayet sade sayılabilecek pardö ve yakasındaki yas şeridi ile zaman zaman ölüme, ölümün k; egemenliğine baş kaldırıyordu sanki. Gergin, yakışıklı yüzünde, kayıtsızlık, erkekliğin verdiği bir guı vardı. Eve girerken durgun ve umutsuz olduğu göze çarpıyor Babasını her zaman içtenlikle sevdiği halde, son zamanlarda aralr bazı önemsiz tartışmalar olmuştu; fakat bunların artık bir değeri: kalmadığı, gün gibi ortadaydı. Ağabeysiyle çatışmalarına neden olan olay oldukça basit sorundan doğdu. Emektar uşak onları meşe kaplamalı holde karşıl önce pardösülerini, sonra Miles’in altın şeritli şapkasını ve Richan ipek başlığını aldı. Sonra eğilerek sordu: —”Hepsi bu kadar mı, Mr. Miles? ” —”Sir Miles,” diye Miles Marriott, soğukça düzeltti. Bunu işiten Richard Marriott “Hey Tanrım!” diye mırıldandı, derhal başını çevirdLUsak dışarıya çıkıp yalnız kaldıklarında, M” Marriott kaşlarını çatarak kardeşine baktı. Bu öylesine bir durumdı duymamazlığa veya aldırmazlığa gelemezdi, o olgunlukta bir ad değildi ve hiç bir zaman da olacak gibi bir hali yoktu. Miles: “Böyle demekle ne kastettin kuzum? ” -“Neyi demekle? ” Miles Marriott: “Ne demek istediğimi pekâlâ anladın Rich; dedi, “Jeffreys’e talimat verirken, ‘Hey Tanrım,’ demeyi gördün, niçin? ” -“Sir Miles?” Ağabeysinin sesini taklit etmişti. “Açı söylemeliyim ki yeni titrini kullanmakta ısrar etmen zamansızdı.” Miles soğukça: “Ben Sir Miles Marriott’um,” dedi.

Richard: “Hiç şüphesiz,” diye tasdik etti. “Ne var ki -o< kapab perdelerini, ağır ve hüzünlü havasını göstererek- bu günl yapma; çok erken, ihtiyar Jeffreys allak bullak. Tann aşkına biraz zaman ver; onun da kendi üzüntüsü var, biliyorsun.” —”Davranışlarını kontrol etmesi gerekir.” —”Sevgili Miles, sevgili Miles, yemin ederim ki dünyada bir e daha rastlanmaz…Babamızın mezarından henüz geliyoruz ve sen eve ayağını atar atmaz derha] dördüncü Baron oluveriyorsun. Belkii uyg BEYAZLI MiHRACE 9 zlice baronluk talimi yaptın.” Miles: “Kes artık!” diye tersledi. Ağır apoletleri parlak, bakışları eskindi. “Babamın öldüğü andan itibaren Sir Miles Marriott oldum. jtUn ilgililer için bunun en kısa zamanda öğrenilmesi çok daha iyi ur. Senin için de öyle… Rütbeye uygun birtakım nezaket kuralları ir ve ben bunların uygulanmasını isterim.” Richard: “Benden de mi? ” diye yavaşça sordu. Miles Marriott: “özellikle senden!” diye ekledi. Kaptan köşkünden bir tayfasını savarcasına arkasını döndü, aterford ve Bohemia kesme kristalleriyle donatılmış, viski ve konyak •eleriyle dolu maun büfeye gitti. Richard büyük bir gayretle kendini tmaya çalışırken, Miles, sırtı kardeşine dönük, kendine Madeira irabından bir bardak doldurarak vakit kazandı.

Bu yeni Miles’in isinden hiç farkı yoktu. Artan bir gurur ve kendini beğenmişlikle um olası hep bildiği bir tabloyu tekrarlıyordu. Fakat günün tıraşına saygı duyarak kendini tuttu. Babasının ölümünün tazeliği, zar başının rutubeti ona bir kez daha kolayca kmlabilecek bir insan luğunu ve kendini koruması gerektiğini hatırlatmıştı. O ve Miles [a eden çocukluklarından, dövüşen gençliğe, gençlikten de küskün ıkanlılık rekabetine geçmişler ve hiç bir zaman anlaşmak için bir bulamamışlardı. Belki de şu an, böyle bir ortamın sağlanması n elverişli andı. Ama Miles’de hiç böyle düşünceler göze çarpmıyordu. Büfeden lu bir bardakla ayrıldı, geniş odun ateşinin önünde ayakta durup, inin kuyruklarını ısıtarak şarabını yudumladı. Biraz sonra Richard, iba ben de bir bardak içki alsam iyi olacak, dışarısı iyice serindi,” i ve büfeye gitti. Arkasından, soğuk, kuru bir ses: —”Kuzum kendinize servis yapınız,” dedi. Bu ses tonu ve davet dönüp bakmaya zorladı onu. Miles -bacakları , tamamen evinin efendisi pozunda- en basit görgü kurallarını bile sayarak, bir yabancıya bakar gibi ona bakmaktaydı. Richard: “Kendime servis mi yapayım?” diye tekrarladı kanlılıkla, ‘Pek tabii kendime servis yapacağım. Bu ne ıalık? ” Miles ona bakmağa devam etti. Neden sonra ağır ağır bastırarak, 10 BEYAZLI MĐHRACE _.

“Bu da bana has bir hatırlatma tarzıdır. Benim misafirperverliğini şimdi daha iyi tadarsın.” — “Senin evinin mi? ” —”Benim evimin elbet.” Richard, ağzından, söylenmeyecek kızgın bir kelime çıkm; için kendini tuttu. Her ne kadar kırıcı söylenmişse de, Miles bir öl doğruyu konuşuyordu. Babalarının baronluğunu, Marriott ola* devralıyordu -büyük ev, binlerce hektar arazi, geyik parkları sahalan gelenek olarak doğrudan doğruya büyük oğula kalır şimdi Miles bütün bunların efendisiydi. Fakat hakimiyeti devraln da bazı insani yönleri olmalıydı, hiç değilse karşısındakiler} bu ezmemeliydi ve iş bu duruma sokulmamalıydı; Richard, küçük e ama, gene de evlattı. Ve çocuklar hemen ölülerin arkası pençelerini çıkarıp birbirlerinin gözlerini oymamalıydılar. Madeir bir yudumda dikti ve Miles’ın yüzündeki ifadeye aldırmaksızın, kadehi doldurdu. Sonra konu ile ilgisiz sanki aralarında bi olmamış gibi: —”Lucinda ve teyzesini akşam bizimle birlikte yemeleri için ettim,” dedi. —”Gerçekten mi? ” —”Gerçekten.” Şimdi her ikisi de birbirlerini düelloya davet eder bakışıyorlardı. Köşedeki uzun saat saniyeleri saydı; bir tarafta diğer tarafta gurur; aralarında gidip gidip geldi. Sessizliği bozan Marriott oldu: —”Böyle bir davetin uygunluğu bir yana,” diye başladı. — “Yeter artık!” diye Richard kabaca sözünü “Uygunlukmuş.

Şeytan alsın be adam. Mahalle dedikoducu konuşuyorsun. Lucinda bizim kuzinimiz; her ikisi de kanımızdan. Bununla uygunluğun ne ilgisi var? ” Bu konuşmanın bir tek kelimesini duymamış gibi Miles, bir davet şöyle uygun olurdu: Burası benim evimdi ve babamın c gününde böyle bir teklif yapmak ancak bana düşer.” Odayı uzun ve sıkıcı bir sessizlik kapladı. Kütükler ocakta y! rüzgar bacada inlerken Richard ile Miles birbirlerini süzüyor1 BEY AZLĐ MĐHRACE 11 erçekten Miles’ın kanuni hakları vardı; fakat bu arada, aile olarının getirdiği manevi haklan da unutmamak gerekiyordu. Miles zun zamandır bu anı bekliyormuşcasına, bütün bunları hiçe iviyordu…Bu da Richard’ı tam bir öfkeye yöneltiyordu. —”Hey Allahım,” diye haykırdı, “artık bu kadarı da fazla. Ev ipliğini anladık ama Tanrı rolü de oynamaya kalkma.” Miles bu lanet karşısında afallarken Richard devamla: “Hayır hakkımı redirtmeyeceğim,” diye bağırdı. “Birdenbire durumlar bu kadar mı leğişti? Kuzenimizi bile davet edemiyorum. Hem de öyle bir kuzin ki iarım bir gün…” Duygularının ve öfkesinin altında ezilerek sustu, ıvam edemedi. Ve Miles kendini kontrol edecek zamanı bulmanın rdiği üstünlükle konuya girdi: —”Evet, durumlar çok değişti, ve dediğin gibi de birdenbire,” iye cevap verdi. Bu arada Richard, “Hâlâ kâfi derecede haklara hibim,” diye kabaca ısrar etti. “Her ne kadar öyle davranmıyorsan le hatırlatırım ki, sen onun tek evladı değilsin, bütün bunlarda benim hissem var.

” Kısa bir süre sonra Miles sinsice güldü: “Bence bu kadar umuda pılmakla hata ediyorsun.” Ses tonundaki kesinlik Richard’ı ürpertti. Miles kumar oynamazdı. yle bir şeyi yapamayacak kadar aşırı derecede hesabi bir insandı, ıkat konuşma tarzı, elindeki kartlara çok güvenen bir kumarbazın nydı. Bu inançlı görünüm yapay olamazdı. Bir kere daha ılıyordu ki Miles, kurduğu planda hedefine ulaşmak için hassas emin adımlarla ilerleyen bir insandı. Böylelikle Richard’ın bir şey a bilmesi gerekiyordu; bütün bu numaraların altında beklenmedik ıylar yatabilirdi. Saf ve hisleri ile hareket eden bir insan olarak Richard’ın böyle tani işlere tahammülü yoktu, iğrenerek ve öfkeden kudurmuş bir ilde: —” Umutlar mı? ” dedi. “Hangi umutiar, açık konuş be adam. iyetnameyi mi kastediyorsun? ” Bu kadar açık konuşmaktan bir an afallayan Miles elini «arak: “Kendini kaybediyorsun Richard. Vasiyetnameyi şimdi •4 12 BEYAZLI MĐHRACE tartışamayız. Tayin edilen zamanda…” dedi. —”Tayin edilen zaman! Tayin edilen zamandan kastin, be haklarımdan daha azını alacağım veya hiç almayacağımsa, gerç öğrenmenin tam zamanıdır/ diyerek parmağını tehditle Miles’e doğ, uzattı. “Konuş. Ne söyleyeceksen söyle, bu kadar fazla; ‘um« kapılmakla hata ediyorsun’ demekle neyi kastettin? ” Miles durakladı.

Açıkçası olaylar umduğundan daha hıj gelişiyordu. Oysa durumun başka türlü cereyan edeceğini tabı etmişti. Gerçek ortaya çıkana kadar kedi fareyle oynar gibi kentJl bir üstünlük payı sağlamak niyetindeydi. Ama Richard’ı davranışlarından anladığı kadarıyla bu açıklamayı yapı gerekiyordu. Şarabından büyükçe bir yudum aldı. —”Eğer mutlaka öğrenmek istiyorsan… Bütün taşınır ve taşın mal artık benimdir.” Richard donmuş bir halde: “Hepsi mi? ” diye öfkenin v inanmazlıkla sordu. “Kabul etmiyorum. Bunda mutlaka bir hil Nasıl öğrendin bunu? Vasiyetname nerede? ” —”Kütüphanede, emin bir yerde.” —”Sen kendin gördün mü? ” -“Pek tabii.” Bu son söylenen kelimeler Richard’m sabnnı taşıran son d oldu. Çünkü tüm haklarını kaybetmesinden çok, ona dokuı Miles’in vasiyetnameyi önceden okumuş olması ve büyük serinkanlılıkla buna ‘pek tabii’ demesiydi. Böyle bir muameleyi daha maruz kalmamalıydı. Bardağını bırakıp, hâlâ şöminenin öni ısınmakta olan ağabeysine doğru ilerledi ve “Gözlerimle göl istiyorum,” diye hırsla söylendi. Miles Marriott, yerinde dimdik duruyordu, “işte yapamayacaksın,” diye kesinlikle cevap verdi.

“Vasiyetname bab| kasasmdadır ve kasa çift kilitli olup anahtarı avukatlardadır. Aj benim .tayin ettiğim zamanda açılacak ve okunacaktır.” • —”Ama sen görmüşsün? ” —”Gördüm, üstelik bir kopyası da bende.” Richard durduğu yerde kıpırdanarak: “O halde kopyası nere^ Miles sinsice gülümsedi. “Kaderini öğrenmeğe bu kadar hi BtYA^LI MIHHAUt Id misin? öyle ise, buna engel olacak en son insan ben olurdum Richard…” Holün köşesinde duran yazıhaneyi ilgisizce işaret etti. “Sol tarafta üst çekmecede duruyor.” Richard tek kelime söylemeden oraya doğru atıldı ve çekmeceyi hırsla çekti. Açılmadı, çünkü kilitliydi. Kin dolu gözlerle Miles’e baktı. —”Anahtar sende, değil mi? ” —”Bütün anahtarlar bende.” —”Kopyayı görmek istiyorum.” —”Sana ancak okuyabilirim.” Küçük ve emin adımlarla yazıhaneye doğru yürüdü. Ciddiliği ve dik omuzlanyla bir geçit töreninde yürür gibiydi.

Richard, ağabeysinin çekmeceyi açabilmesi için yan tarafa çekilirken, acı bir titreme geçirdi. Geçmişte de buna benzer sayısız olaylar olmuş ve hep böyle aptal yerine konmuştu ama bu işin altından diğerlerine benzemeyen çok-daha kötü bir sonuç çıkacağa benzerdi. Kaptanımız kendinden pek enindi ve namına leke sürmek istemezdi. Miles çekmeceden rulo halinde, üstünde avukatların mühürü olan parşömen kağıdı çıkardı gene askerce bir dönüşle şöminenin önünde eski yerini ve pozunu aldı. Miles’in bu durumdan adeta zevk alırcasına davranması, Richard’m sabrının taşmasına sebep oluyordu. Richard, “Miles,” diye dişlerinin arasından seslendi. “Bu şekilde davranmakta ısrar edersen Tanrı adına yemin ederim ki kafatasını patlatırım.” Miles ise, Richard’ı üstün durumda olmanın verdiği gururla, uzaktaki bir manzarayı seyredercesine ilgisiz süzüyordu. Sonra bakışlarını babalarının vasiyetnamesinin kopyesine doğru eğdi. —”Bunun büyük bir kısmı seni ilgilendirmiyor,” diye soğukça söylendi. “Yazılanın çoğu, evin ve arazinin büyük oğlana, yani bana kaldığını anlatan bölümler. Sonra sıra babamızın birtakım özel isteklerine geliyor, eski dostlara, hizmatkârlara ve bu gibi insanlara… Bu arada St.Briavels’daki Cottage Hastanesine otuz altı bin liralık bir meblağ ödenecek…” Richard’a doğru bakarak: “Hayli cömert davranmış, herhalde sen de aynı fikirdesindir, uzun yıllar hastanenin fahri başkanlığını yapmıştı. Sonra…” belli bir bölümü ararcasına, Parmaklarını aşağıya doğru gezdirdi. “Haa, evet, istemeni ilgilendiren 14 BEYAZLI MiHRACE BEYAZLI MIHRAUt 14 bölüm.

” Boynunu kısıp şimdi okuyacağı şeyden son derece memnı bir halde, “Pek uzun da sayılmaz, kelimesi kelimesine duymak isi misin? ” -“Evet!” —”Duyacaksın… ‘Küçük oğlum Richard’a, bir çift barutl tabancamı, gümüş oymalı takımları, Griffin işi barut fıçılarını, Londra işi tüfeklerimi ve genellikle kütüphanemde duran büyük kürenin;’ verilmesini vasiyet ediyorum.” i Yüzünde hafif bir tebessümle kopyaya bakarak sustu. Rich ar d’sa bu planlı susmanın ne anlama geldiğini pekâlâ bildiği halde, başka bin şey yapmağa da gücü yoktu. Demek kaderinde babasının son arzularını bu şekilde duymak da varmış… Aralarındaki bu tatsız sessizlik tahammül edilemeyecek kadar uzayınca, büyük bir güç sarfederek bunu bozdu ve cevabını çok iyi bildiği kaçınılmaz soruyu sordu: J —”Hepsi bu mu? ” Miles başını sallayarak, “Evet, hepsi bu.” diye cevap verdi. —”Ama niçin, neden böyle bir şey yapmak ihtiyacını hissetti? Miles kaşlarını kaldırarak, “Ama çok güzel silâhlar,” dedi. Richard kendini zor tuttu. Zira burada yapılacak tek hareke’ Miles’ın suratını dağıtmaktı. Hırsla bağırdı. “Alayın sırası değil şimdi.!” Gözlerini Miles’e dikip, “Senin mutlaka bütün bunlardan haberin vardı.” -“Evet!” —”O sana bunlardan bahsetti mi? ” Miles usulca, “Evet, o şerefi bana verdi. Vasiyetnamesini kapatmadan önce bazı konularda benim de fikrimi almıştı,” dedi. —”O halde bu senin planın, değil mi? ” Miles, ‘hayır1 anlamında başını salladı. “O kadar da değil.

Uzu: zamandır bütün mülkün benim tarafımdan idare edilmesiı düşünüyordu. Bu konuyu bana açtığında, tek yapabileceğim aynen kabullenmekti. Zaten uygunu da bu olurdu.” —’ ‘Sana inanmıyorum.” Miles gayet emin bir tavırla başparmağını hafifçe kağıda vurara “Bana inanıp inanmaman önemli değil; mesele açık seçik ortada,’ dedi. şe; Bu Miles’in zafer anıydı. Richard yenilginin vermiş okluğu eziklik içinde onun zaferine engel olamadı. Miles’in bu konudaki çıkan yeteri kadar meydandaydı. Bu ustaca tartışmayı da böbürlenmek için özellikle yaptığını Richard tahmin etse bile, babasının tutumunun ne olduğunu bir türlü kavrayamıyordu. Miles, pek tabiidir ki, büyük oğlu olarak babasının yerini alıyordu. Ona gelince, babası ile her zaman yeteri kadar yakın ve dost olmuşlar, aralarında böyle bir ihmale sebebiyet verecek ve bağları koparacak ciddi bir münakaşa ve de bir kara bulut geçmemişti. Sesi ve öfkesi daha artmış olarak: “Sana inanmıyorum,” diye tekrarladı. “Mutlaka ona işlemişsindir, onu zehirlemişsindir. işine gelmeyince gerçeği bile nasıl kendi yararına çevirebileceğini pek iyi bilirim… Senin tek mirasçı olman neden daha uygunmuş, bunu demekle ne söylemek istedin? ” Miles, kopyayı katlayıp şöminenin üstündeki rafa yerleştirme numaralarıyla vakit kazanmağa çalışıyordu. Sonra yavaşça omuzunun üstünden, “Bana kalırsa Richard, tartışmayı keselim.

Bazı insanlar büyük.servetlerin mirasçıları olmaya hak kazanırken, bazılarını da bundan mahrum etmek çok daha yerinde olur;’ dedi. Richard dudaklarım ısırıp hırsını yenmeğe çalışıyordu, “öğrenebilir miyim lütfen, onun bu büyük servetinin bir kuruşuna bile niçin sahip olmağa hak kazanamıyor muşum? ” Miles kaşlarını tenezzül etmez bir eda ile kaldırarak ona döndü. “Şöyle desek,” diye cevap verdi, “Sana karşı istese bile cömert davranmamasına sebep, babama ters gelen bir sürü kötü alışkanlıklarının olması.” -“Kötü alışkanlıklar mı? Ne alışkanlığı? ” —”Sevgili Richard, istersen geçmişteki olaylara birlikte bir göz atalım. Adının karıştığı türlü hikayeleri ve rezaletleri sadece bilen biz değiliz; herkesin dilinde.” incelikle üâve etti: “Pek tabii, sende koca adamsın; ifrat derecede içki içer, önüne gelen kadınla ilişki kurabilirsin, bu senin bileceğin iştir. Ama zamanı gelince bütün Jpınlar göz önünde tutularak hüküm verilir ve kim böyle bir servete lâyık, kim 16 BEYAZLI MĐHRACE değil ona göre karar verilir. Babamızın da aklından geçenin bu olduğuna hiç şüphem yok.” —”Ama bunlara dair bana bir gün bile söz etmedi.” Miles topuklarına basarak sallandı. “Belki de sana bunlardan söz etmenin bir faydası olacağına inanmıyordu. Belki de senin içi kanunen yapabileceğinin en fazlası buydu, ya da en uygunu.” Richard gözlerini dikerek, Đyice şaşkın: “Uygunluk demekle ge neler söylüyorsun? Görüyorum ki sende bu kelimeye karşı birdenbi hayranlık başladı. Ne biçim iştir anlayamadım? ” Miles omuz silkti: “Şayet bilmiyor veya tahmin edemiyorsan seı aydınlatmak bana düşmez.

” Bunu takiben, şöminenin önündeki yerinden artık konuşmalara son verircesine ayrılması Richard’ı tam çileden çıkar Öne atılarak iki eliyle Miles’i omuzlarından yakaladı, ağır, altı; apoletlerinin gösterisiyle alay edercesine sarstı. —”Yoo, o kadar da uzun boylu değil, öyle yüksek ve yüce tavırlai takınamazsın. Beni, konuşmanı bitirdikten sonra, başından savdığı: çilekeş denizcilerinden-biri mi sandın? ” Miles, “Allahtan ki değilsin,” diye sesini yükseltti. Omuzun: asılan elleri itti. “Sen benim gemimde olsaydın çoktan yerinin nereı olduğunu öğrenmiştin.” —”Acaba nasıl bir yer olurdu? ” Artı-lc Richard’ın gözü dönmüştü kavgaya veya her türlü dövüşe hazırdı. “Söyle bakalım yerimizi Mile ağabey,” diye hırsla devam etti, “Söyle de ona göre haddimizi bilelim.” Miles irkilerek başını kaldırıp ona baktı. Bir kere daha küçü adam olmanın verdiği eziklikle, kendinden uzun ve geniş yapılı güçlüj insanlarla dövüşemeyeceğini anladı. Oysa biraz evvel bütün durum hakimdi, bu durumu koruyacak güçteydi. Adeta kolunun altından’ geçercesine, hızla Richard’dan kurtuldu ve elinden geldiği kada kendini toparlayıp kapıya doğru yürüdü. Aralarındaki mesafey koruyarak döndü ve konuştu: —”Bundan böyle senin yerin burası değildir. Yeter derecede] açıkladım sanırım? Evimde dilencilere ve aylaklara yer yoktur. Oyuncaklarını toparlayıp en kısa zamanda buradan gidebilirsin.” \ BEYAZLI MiHRACE \ t Sonra) hemen kapıdan çıktı ve Richard tek başına kaldı.

17 Richard, koca malikâneyi oda oda, merdiven merdiven her köşesini, veda edercesine dolaştı. Miles onu bırakıp gittikten sonra büfeye dönmüş, içkiden medet umarcasına kadeh kadeh şarap içmişti. Ama şimdi yürekler acısı sarhoşluk geçmiş, yerini olayların ahmakça sonucuna bırakmıştı. Şu anda başka bir yakınlığa, meseleyi konuşabileceği, içini dökebileceği bir dosta ihtiyacı vardı. Çocukluğundan beri, buna benzer durumlarda aynı yalnızlığı hissettiği zamanlar baş vurduğu tek insan olarak kendi hocasını, Sebastian Wickham’i hatırladı. Hocası büyük evin en üst katında basit bir odada oturmaktaydı. Ona gitmek üzere merdivenleri tırmanmağa başladr. üst katlara çıkmanın getirdiği üzüntü ve rahatsızlık başkaydı. Her Itaraf sessizdi. Pencerelerdeki ağır perdelerle, ev sanki kefene sarılmış »ibi, kaderin örtüsüne bürünmüştü. Artık onu terk etmiş olan latalarının yağlıboya portrelerinin önünden yürüdü. Bir üst katta, zırhlı »ykelleri geçti. Bir süre tırabzana dayandı ve çocukluğunu hatırladı. Jeniş merdivenin bitimindeki holde, anne ve babasının, bir davette reya büyük bir resmi kabuldeki kibar hallerini gözlerinin önüne getirdi. Çocukluk odalarının önünden geçerken, Miles’le nasıl dövüşüp surat ıslıklarını sonra annesinin sıcak ve şefkatli kollarında nasıl bütün o ıvgaların eriyip yok olduğunu düşündü, zaten annesinden kalan tek |uygu da o sonsuz içtenliğiydi… Daha yukarlara çıktıkça, kıymetli halılar yerlerini ucuz ve »balarına, en üst katlar ise çıplak çam ağacı tahtalara bıraktı.

Acaba Jendi hayatı da buna mı benzeyecekti? Zengin ve rahat bir yaşamı, »svetli ve yoksul bir hayat mı izleyecekti. Bu güne kadar hiç aklına ^irmediği bu tarz düşünceleri, acı bir tebessümle derhal aklında ivuşturdu. Gerçekte, boynunu eğecek ve yakınacak bir tip değildi. >nra eski hocası Sebastian Wickham’m çatı katındaki altından f’fçe ışık sızan odasının kapısını vurdu ve bir an bekleyip içeri girdi. Đhtiyar adam her zamanki gibi, yatak odasının penceresinin 18 BEYAZLI MĐHRACE yanındaki yazı masasına-oturmuş, camdan giren son gün reıklarmdd faydalanarak kitabına kamburca eğilmişti. Richard ona hüzünlü H sevgiyle baktı, ne kadar yaşlanmıştı. Bunca yılın uğraşısından so kültür yönünden hayli zengin, paraca bu kadar yoksul olunmalıydı? Richard’ın bildiği kadarıyla, Cambridge’in parlak bu öğrencilerinden biri olmasına rağmen maddi imkansızlık ve ilişkilerinin kısırlığı onu bir okul öğretmeni olmaktan götürememişti. Elinden tutacak veya yol gösterecek bir büyi olmayan her fakir, iyi ve okumuş insanın yegâne sığınağı da olurdu. Hassas ve ince ruhlu bir insandı. Sertlik taraftan olmayan ya ona katı ve saldırgan davrananlara karşı bile çok yumuşaktı. Bir dolusu azılı erkek çocuk ona göre değildi. O ancak, bir-iki gö erkek çocuğunu kontrol edebilir, onların aile problemlerini ç yardımcı olabilirdi. Bu yüzden daha sonraları, zengin evlerde, dersler vermeği tercih etmişti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir