Paul Carell – Kursk Savaşı

Camur mu dediniz? Rus çamuru içinde yaşamadığı sürece, kimse bunun ne olduğunu bilemez. 1943 Martının sonunda karla buz erimeye başlayınca karada da savaş durdu: Koyu, balçık gibi bir çamur bütün taşıt araçlannı kımıltısız bıraktı, bütün yürüyüşleri, en küçük askeri hareketi durdurdu. Leningrad’dan Staraya Russa’ya, Oryol kıvrımından ve Kursk çıkıntısından Byelgorod’a dek olduğu kadar Donets’le Mius üzerinde ve Azak Denizi kıyılannda da bu böyle oldu. 17’nci Alman Ordusu, Kuban köprübaşını tutuyor, Kınm’ın girişini kapatıyor, böylece de Alman savaş düzeninin güney kanadının tümünü koruyordu. Tehlikeli bir dönemin bitimi ve çamurun «çimento ile perçinlediği» hareketsiz bir cephenin başlangıcı oldu bu. Stalingrad felaketinin başlattığı büyük sarsıntı dizginlenmiş, Alman Cephesi’nin karşılaştığı tehlike tehdit edici olmaktan birdenbire çıkmış, durum kararlılığa kavuşmuştu. Fakat çamur günün birinde kuruyacak, karla buzun erimesinden sonra baharla yaz gelecekti. O zaman ne yapılacaktı? Çözülmesi gereken stratejik sorun işte buydu: Dünya çapında genişlemiş bir çatışmanın çerçevesi içinde, Doğu’daki savaş nasıl sürdürülebilirdi, sürdürülmeliydi? İki savaş dönemi Rusya’yı alaşağı edememişti. Bir öncekinin terslikleri ve tehlikeli anlan hesaba katılırsa, üçüncü dönem acaba nasıl olacaktı? Alman Komutanlığı, herhangi bir umudu ne üzerine 5 kurabilirdi? Asıl önemlisi de, hala umut besleyebilir miydi? Gerçek olan şey şuydu: Rus baharında ortalığı kırıp geçiren çamur mevsimi, Almanya’nın başındakiler için bir duraklama dönemi, bir düşünme olanağı yaratıyordu. 1943 yılı başında birkaç büyük birliğin düşmanla teması kesip gerilemeleri ve cephelerde yapılan düzeltmeler sayesinde Almanlar, aylardan beri ilk kez yeniden yedek birlikler kurmuşlardı. Zaman, yedek kuvvetler, silahlar… Şu halde bir savaşın başlıca üç ögesine yeniden sahip olunmuştu. Adolf Hitler yalnız salt askeri anlamda bir manevrayı gözönünde tutmuyordu. Yeni işgal edilmiş topraklarda çalışabilecek tutsaklarla sivillerin toplanışına ilişkin olarak yayınladığı gizli emirnameler, Alman ekonomisinin yetersizliklerinden ne denli haberi olduğunu da kanıtlamaktadır. Asker mevcuduna olan gereksinmeyi karşılamak için Almanya’da elde bulunan personel ne kadar fazla dikkatle elden geçirilirse geçirilsin silah fabrikaları, taşıma işleri ve yiyecek maddeleri üretimi de bu yüzden o kadar fazla zarar görmek gibi bir tehlikeyle karşılaşıyordu. 1943’ün Ocak ayında Alman Orduları Başkomutanlığı 800.


000 asker istemişti. Çekmecelerin dibi gerçek anlamda kazınarak topu topu 400.000 kişi askere alınabilmişti ama bu 400.000 çift kol da üretim bakımından kaybedilmiş oluyordu. Bunların yerini tutmak için ise yabancı iş gücüne başvurmak gerekmekteydi. Führer «Düşmandan alınan savaş tutsaklarının, iş gücünün ve savaş malzemesinin kullanımına ilişkin Yönerge»sinde şöyle demişti: «Askeri lıarekitın önemli amaçlarından biri de, düşman bir· Iiklerinin yokedilmesi dışında, tutsakların ve sivil 6 emekçiler sayısının artmasıdır.» Onun bu nokta üzerinde niçin ayak dirediği ise, bu koşullar altında, anlaşılır bir şeydir. Tıpkı antik çağ fatihlerinin seferlerindeki gibi, bundan böyle de söz konusu olan, tutsak ve ganimet ele geçirmekti. Bu çabalar başarıyla sonuçlandı: 1942 Mayısında silah altında 9.400.000 asker vardı, 1943 baharında bu, 11.200.000’i buldu. Bu artışa rağmen, sivil emekçilerin sayısı da bir milyon artmış, 35.500.

000’den 36.600.000’e çıkmıştı. Hava akınlarına ve büyük ölçüde ikmal-iaşe güçlüklerine rağmen üretim de artmıştı. Savaş üretiminin yeni yöneticisi olan Albert Speer, bu üretimi salt bir güdümcülük ve en büyük verim gibi çifte bir amaca göre düzenlemişti. 1942’nin başında fabrikalardan her ay 350 tankla 50 hücum topu çıkıyordu. 1943 başlangıcında bu sayılar tanklar için iki, hücum toplan için dört katına çıktı. Binlerce mühendisle kadın-erkek milyonlarca emekçi mucizeler yaratıyor; bombalarla kalbura dönen fabrikalardan yeni silahların oluşturduğu bitmez tükenmez bir sel akıyordu. «Tigre I» ve «Tigre I-a» tipi yeni ağır tanklar, «Panter» tipi orta tanklar, «Ferdinandıı tipi kocaman hücum topları, ağır tanksavar toplar, motorlu kundaklar üzerine yerleştirilmiş uçaksavar topları. Bütün bunlar olayların akışını belki de kesin biçimde etkileyebilecek birtakım kozları oluşturuyordu. Bununla birlikte esrarlı ve anlaşılmaz bir hareketsizliğin hüküm sürmekte olduğu bir alan da vardı: Alman askeri şefleri atom çağının ilk saatinin çaldığım duymamışlardı. Alman fizikçileri kuşkusuz yazılarında ya da meslek toplantılarında bundan sözediyorlardı. Atom çekirdeğinin parçalanmasıyla elde edilecek yeni bir patlayıcı gücü 7 geliştirme olanağı üzerinde önemle duruyorlardı, bu parçalanma işini de yine o Alman bilginleri bulmuşlardı. Fakat Alman Orduları Başkomutanlık Karargahı’nın «Silii.h İnceleme ve Üretimi Yönetmeliği» uygulama alanında yapılacak bütün deneylere ilişkin önerileri geri çevirmiş, neden olarak da şunu ileri sürmüştü: «Geliştirilip yapılması ancak dokuz ayı aşmayan silahlarla meşgul olmak hususunda kesin karar alınmıştır.

» 1943’ten itibaren savaşın artık kazanılamaz bir duruma geldiğini bugün saptamak kolay iştir. Askerj. şefler bunu daha o zaman anlamışlardı. Onun için sorulan şey de: uSavaşı nasıl kazanmalı?» değil, «Savaşın bir felaket halinde sona ermesini nasıl önlemeli?» idi. Bu soruların yanıtı zorunlu olarak politik devrimden, başkaldından, iktidardaki zorbayı öldürmekten ve direnişte bulunmaktan doğmuyordu. O zaman bu aşırı çözüm yollarına gitmeden, başka olanaklar da vardı … Askeri ve ekonomik durum soğukkanlılıkla incelenince görüldü ki 1943 baharında savaş alanında ve ekonomik cephede kazanılan başarılar, Alman Komutanlığı’nı Rusya’ya karşı yürütülen savaşta yeni bir strateji tasarlayıp uygulayacak duruma getirmektedir. Bu strateji Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin uçsuz bucaksız topraklarının fethedilebileceği gibi pahalı ve korkunç bir düşten değil de, bir olayın kabul edilişinden ileri geliyordu: Alman kuvvetleri, Kızılordu’nun damarlarında kan bırakmamak, Stalin’i de güçten düşürmek için oldukça yeterliydi. Öyle ki Kremlin günün birinde pazarlığa girişme gereksinmesini duyacaktı. Yani bu, satrançtaki «mat» değil de «pata»ydı. Bu görüş de mantıklı olarak, olaylar sonucu elde edilen deneyimden çıkıyordu. Hitler s günün zorunluklarını anlayıp yüz seksen derecelik bir dönüş yapacak mıydı? Bu savaşın en iyi strateji uzmanlarından biri olarak kendini gösteımiş bulunan Mareşal von Manstein (Manştayn) şu çözümü ileri sürüyordu: Doğu’daki savaşı tek bir amaçla, onun bir felaket haline dönüşüp yozlaşmasını engellemek için sürdürmek istiyordu, hatta uğranılan ve artık onarımı olanaksız başarısızlıgı böylece belirtmek bahasına olsa dahi. Gerçeği daha uzun süre görmezlikten gelmenin ne anlamı vardı? Barbarossa Harek3tı’yla Hitler Rusya’yı bir yıldırım savaşıyla ezmek; onun bütün ekonomik zenginliğini ele geçirmek; İngiliz İmparatorluğu’nun Afrika, Küçük Asya ve iran’­ daki mevzilerini Kafkasya ile Afrika arasındaki dev bir kıskacın içine almak istemişti. El Alemeyn’de ve Kafkasya’da yapılan çifte gerileyişle bu iş kesin bir başarısızlığa uğramıştı. Şimdi elde kalanla yetinmek ve Doğu’da maçı 0-0 berab& re bitirmeye çalışmak gerekiyordu. Bu, kader saatiydi.

Tüm bir çağın alınyazısı bu yol kavşağında karara bağlanacaktı. 22 Haziran 1941’de yapılan hatayı düzelterek tehlikeli hale gelen felaketi önlemek için henüz vakit vardı. Baltık’la Karadeniz arasında durum, ölü noktadaydı. Tarih çok seyrek olarak böyle apaçık bir seçim yapma fırsatını vermişti. Sağduyunun zafer kazanmasını böylesine apaçık biçimde çok seyrek olarak istemişti. Bununla birlikte yine de ‘Ortada bir soru vardı: Maçı 0-0 berabere bitirme olasılığı hala var mıydı? Stalingrad’dan Donets’e ilerlerken Ruslar da ağır kayıplara uğramışlar; Stalin de, hedefine 9 ulaşmış değildi: Bu hedef, Alman güney kanadını kuşatmaktı. Kızılordu korkunç acılara katlanmıştı. Bunlara bakarak insan, Mareşal von Manstein’­ la birlikte, şu sonuca varabilirdi: Alman kuvvetleri geçen yıllarda olduğu gibi gözlerini çok yük.­ seklerdeki hedeflere dikerek saldırıya girişmek için artık yeterli güce sahip olmadıklarına göre, savunmada kalmakla önlerine yeni olanaklar çıkıyordu. Ama savunmadan savunmaya fark vardı: Birisi katıydı, eline geçirdiği her toprağa sımsıkı yapışır; bundan bir karışını bile vermek istemezdi. ötekisi ise hareketli idi, esnekti; saldırıyı savuşturmakla karşı saldırıya geçmeyi birarada kullanırdı. Olduğu yerde, katı bir savunma yapmanın olanağı yoktu. Almanlar böyle bir şey için yeterli asker ve malzemeye sahip değillerdi. Düşmanı karar vermeye zorlayacak zaptedilmez, sürekli bir hat kurmak için Karadeniz’den Buz Denizi’ne kadar olan cephe çok uzundu. Nitekim Güney _ürdular Grubu savaşan 41 tümen, 3 tane de güvenlik tümeniyle 760 km.

lik bir cepheyi tek başına tutmak zorundaydı. Durumun iyi bir stratejiye uyması için daha yirmi-otuz tümenin bulunması gerekti. Şu halde katı bir savunma ilkesi benimsendi mi şöyle bir tehlikeyle karşılaşmak mümkündü: Ruslar birkaç noktaya istedikleri kadar asker, korkunç bir topçu kuvveti, hücum uçaklarından oluşan ve gittikçe büyüyen bir hava ordusu eşliğinde sayılamayacak kadar çok tank yıgabilirler; ezici bir üstünlükle her yerde aynı anda saldırıya geçerek Alman Cephesi’ni birkaç noktada delebilirlerdi. 1942 kışı ile 1943 kışı arasında Rus Başkomutanlığı. çok başarı kazanan bir taktiği kullanmaktaydı: Alman hatlarının herhangi bir yerinde ge10 dik açıldı mı, cephenin başka bir yerinde yeni ve güçlü bir saldırıya girişiyordu. Bu yüzden de Almanlar yedek kuvvetleriyle motorize birliklerini bir kesimden ötekine aktarmak zorunda kalıyorlar; bunları gereken yerde toplamaya hiçbir zaman vakit bulamıyorlardı. Gedikler kapatılamadığından, yerlerinde kalan birlikler az-çok kuşatılmış durumdaydılar. Sonunda düşmanla teması kesip gerilemek zorunda kalıyorlar; bu arada ağır asker ve malzeme kayıplarına uğruyorlardı. Kafkasya, Volga ve Donets arasında verilen büyük muharebelerde bunun açık-seçik örnekleri görülmüştü. Buna göre 1943’te katı ve sürekli bir cepheyi tutmak olanaksızdı. Öyleyse Manstein «0-0 berabere maç» stratejisini neye dayandırıyordu? Buraya onun kendi sözlerini aktaralım: «Yapılması gereken şey, her zaman için bizim üstünlüğümüzü oluşturan etkenleri değerlendirmekti. Genellikle savunmada kalsak bile düşmana sınırlı, fakat korkunç yumruklar indirmeyi denemeliydik. Bu da onun yalnız ağır kayıplara uğramasına yol açmakla kalmayacak; çok sayıda tutsak vermesine de neden olacaktı. Bu da tümü bakımından düş· manda maçın berabere biteceğini kabul etme eğilimini uyandıracaktı. Bu savunma stratejisi çer· çevesinde de bütün harekatta bizim gücümüzü oluşturan hareketliliği sürdürmeye dikkat etmemiz gerekecekti.

» Başka bir deyişle, artık büyük ölçüde saldırılar yapma zamanı geçmişti. Tersine, Rusları kendi üzerine çekmek, sonra istenen anda bir karşı saldırıda bulunarak yumruğu indirmek gerekiyordu. Bu manevranın örneğini Manstein daha önce Donets’le Dinyeper arasındaki büyük savunma muharebesi sırasında da vermişti. Savaş gerçek11 ten sürdürülmek isteniyorsa – ki Müttefiklerin Kazablank.a’da istedikleri «ka�11tsız şartsız teslim»de başka hiçbir seçenek bırakmıyordu – Manstein’ın stratejik görüşü, askeri felaketi önleyecek tek fırsat olarak görünmekteydi. Fakat Hitler’i kandırmak, onun durumu objektif olarak tartmasını ve ölçüsüz tasanlarından vazgeçmesini sağlamak, olacak iş değildi. Zahmetli geri çekilişlerden ve cephe kısaltmalarından sonra birkaç yedek birlik elde edildi mi, Führer kendini yine delice düşlere kaptırmaya başlıyordu. O zaman kendisini kaptırdığı coşku hali, sezgi yeteneğine baskın çıkıyordu. Bir kez daha kendini saldın düşleriyle avutmaya başlıyordu. Bu Kursk çıkıntısı, Oryol’la Byelgorod arasında ileriye doğru uzanmış bu «cumba», dayanılır şey miydi? Muazzam bir kıskaç hareketiyle niçin yok1�dilmemeliydi? İşte, Zitadelle Harekatı bu oldu. Rusların Kursk çıkıntısına ve onun hemen gerisine yığdıklan zırhlı kuvvetlerin külli kısmını yoketmek için bütün yedeklerini, Guderian’ın kurduğu bütün yeni zırhlı birlikleri bir çırpıda tehlikeye atacaktı. Bu kesin zaferin de Doğu’da inisyatifi yeniden kendi eline alına olanağını sağlayacağını sanıyordu. Hatta o zaman bunu izleyecek ve Moskova’yı hedef tutacak olan saldırıyı bile düşlüyordu! Guderian, Manstein, Model ve daha birçok üstsubay bunu yapmaması için ona yalvardılar ama boşuna. Bu harekatın yaratabileceği tehlikeler, sonra da saldırının başlayışının ertelenişiyle doğacak tehlike üzerinde önemle durdular. Alman Orduları Genelkurmayı, Alman kuvvetlerinin tümünün böylece savaşa sokulmasına hiç razı olmadığını bildirdi: «Bu cephede olduğu kadar Batı’daki cephelerde ve istila tehdidi altındaki İtal· 12 ya’da da yedek kuvvetler bulundurmak gerektir,» dedi.

Gün oldu, Hitler uyarılara kulak vererek aslında kendisini korkutan bir girişimden vazgeçmeye hazır bir halde, çekingen göründü. Ama sonunda yine de elindeki bütün kuvvetleri Kursk çıkıntısında yapılan kanlı muharebenin alanına sürdü. Planları Rusların eline geçen Zitadelle Harekatı başarısızlığa uğradı. Bunca emek sonucu, bunca zahmetle yeniden kurulan yedekler, bu kasırgada yokolup gittiler. İlk «Panter» taburları ve ilk «Kaplan» (Tigre) bölükleriyle kurulan yeni zırhlı birlikler, Rusların uzun zamandan beri düzenledikleri bir direnişin ateşi içinde eridiler. Sonra rüzgar birden dönüverdi. Sovyet Komutanlığı da tam Manstein’ın Hitler’e öğütlediği şeyi yaptı: Bu, bir karşı saldırı biçimi altında, güçlü bir yumruk indirmekti. Kursk Savaşı’nın en civcivli anında Sovyetler, güney doğrultusunda derinliğine çarpışmalara girişmiş olan Model Ordusu’nun gerilerine büyük ölçüde bir karşı saldırı başlattılar. Bu da Kursk kuzeyindeki Alman saldırısının sonu oldu; Ruslar bu durumu izleyen kargaşalıktan yararlanarak 2’nci Zırhlı Ordu’nun cephesini yardılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir