Pierdomenico Baccalario – Ulysses Moore VIII – Yıldırımların Efendisi

Yüksek ve dar bir villaydı. Pencereler aydınlıktı ve yola bakan dökme demirden bahçe kapısı kapalıydı. Gökyüzündeki bulutlar yıldızların önünü kapatıp onların ışığını tehditkar bir havaya dönüştürüyor, villanın sivri çatısına ve tavan arası penceresine vuruyorlardı. Evin baktığı yol arnavutkaldırımıyla döşenmişti ve arabalar bir sıra halinde kenarda park ediliydi. Birkaç adım ötede küçük bir Protestan kilisesi göze çarpıyordu. Kiliseyi geçince yol yokuş aşağı iniyor ve Thames Nehri’ne kadar devam ediyordu. Nehrin suyu asfaltla aynı renkteydi. Yolun başında bir taksi belirdi ve arka tarafını bir tümseğe çarpıp hoplattıktan sonra tam bahçe kapısının önünde durdu. ç 4 ® ^ Taksinin sol kapısı aralandı. “Buranın doğru adres olduğundan emin misiniz?” Kapı, yolcunun etrafına daha iyi bakmasını sağlayacak kadar daha açıldı. O anda sanki bir çağrıya cevap verir gibi yolun kenarındaki sık ağaçlardan oluşan çitin gölgesinde bir siluet belirdi ve taksiye yaklaştı. “Gelmenize çok sevindik, Doktor Voynich” diye konuştu adam bıçak kadar keskin bir sesle. Kapıyı tutan elinde cafcaflı bir altın yüzük parlıyordu. Doktor Voynich taksi şoförüne dönüp “Beni burada bekleyin” diye buyurdu. Yeni gelen adamın kapıyı açmasını bekledi ve taksiden indi.


Onu karşılayan siluet yarım adım geriledi. Önce elini uzattı, sonra Doktor Voynich’in asla kimseyle tokalaşmadığını hatırlayıp hemen geri çekti. Kundakçı fötr şapkasını kafasına geçirip şemsiyesinin sivri ucunu bir baston gibi yere doğrulturken, o da hazır olda bekledi. Etrafı inceleyen Doktor Voynich “Korkunç bir yer” diyerek fikrini belirtti. “Gerçekten öyle mi düşünüyorsunuz?” diye sordu adam. “Ama burası en şık mahallelerden b iri…” Aniden şemsiye havaya dikildi. “Pöh! Yüzeysel gösterişlerin ürünü olan burjuva mimarisi! Ama bu gösteriş merakı insanı ne yağmurdan ne de soğuktan korur. Girelim bakalım bu gereksiz binanın içi nasılmış?” Siluet yana çekilip Doktor Voynich’i bahçe kapısına kadar , M a c e r a k u t u l a r i . ^ geçirdi. “Bay Farrinor’un eserlerine dayanarak yapıldı…” diye fısıldadı ve Doktor Voynich’e bir kart uzattı. Üzerinde şöyle yazıyordu: Hopper Farrinor -M acera Kutuları- “Peki öyleyse?” “Bunu ilginç bulacağınızı düşünüyoruz.” Bir kez daha şemsiyesini sabırsızca elinde çevirdi. “İlginç demek. Bana kalırsa bu bir savaş ilanı.” “Buna kendiniz karar vereceksiniz, Doktor Voynich.

” Bahçe kapısından içeri girdiler. Siluet şeklindeki adam bahçeyi aydınlatmak için konulmuş küçük bir lambanın yanından geçti. Üzerinde ceket olan ufak tefek bir adamdı. Ayrıca Malarius Voynich’inkinin aynısından bir fötr şapka vardı kafasında. “Bay Farrinor bizi salonda bekliyor. Çay yaptı…” diye açıkladı adam. “Ben çay içmem. Sadece rubarb likörü.” İki adam başka bir şey söylemeden eve girdi. Boş bir portmantonun durduğu oldukça şık bir holü geçtikten sonra salona yöneldiler. Bay Farrinor bir divana oturmuş gelmelerini bekliyordu. Onları görür görmez ayağa fırladı. “Doktor Voynich!” dedi heyecandan çatlamış bir sesle. “Bu onuru bana yaşatacağınıza hiç ihtimal vermiyordum…” Malarius Voynich fötr şapkasını çıkarıp şemsiyesini masaI II ü l l i I II İ l i I i ! !i İ t II ¡1 I İ l i ç nın kenarına astı. Şöyle bir etrafına bakındı.

“Karşılama cümlelerinizi kendinize saklayın, Bay Farrinor. Neden burada olduğumu ikimiz de çok iyi biliyoruz.” Bay Farrinor fazlasıyla şişman bir adamdı. “Tabiatıyla efendim. Dünyanın en büyük edebiyat eleştirmeni iltifat almak için yola çıkmaz, elbette.” “Yeterli. Şimdi sizin eserlerinizi görmek istiyorum.” “Fiemen önünüzdeki masadalar” diye cevap verdi Bay Farrinor. “Onlara Macera Kutuları diyorum.” Malarius Voynich şeytani bir ifadeyle sırıtarak karşısındaki adamı başıyla onayladı. “Çok mütevazı bir isim, Bay Farrinor. Öyle değil mi?” Fakat cevap beklemeden masaya doğru yürüdü ve sıra sıra dizilmiş acayip nesneleri incelemeye başladı. İlk bakışta farklı boyutlarda kitapları andırıyorlardı. Ancak kağıt yerine tamamen tahtadan yapılmışlardı. Rüzgarlı Ailenin Uçma Macerası adlı kitabı ellerinin arasında çevirdi ve malzemesini hayranlıkla inceledi.

Bir tetiğe basıldığında tahta kitap açılıveriyor, içindeki kelimeler ve eski kartpostallardakilere benzeyen çizimlerle dolu sayfalarını gözler önüne seriyordu. “Anladınız değil mi, Doktor Voynich… kağıttan tahtaya… ve tahtadan kağıda… zamanda bir dönüş yolculuğu ve hayal gücünün eşmerkezli çemberleri gibi. Tahtayı kullanmamın nedeni bir kitabın yazıdan önceki halini hatırlatmak ve anlatı sanatının temelini göstermekti. Tahta, hayal gücünü korur ve. “Ve tahta çok güzel yanar…” diye bitirdi Malarius Voynich ^ , M a c e r a k u t u l a r i . ^ ‘i ^ j £ r r kuru ve heyecansız bir sesle. Bay Farrinor belli belirsiz içini çekti. “Ab, tabii. Bu zaten ortada: Tahta çok güzel yanar, tabii kalbi de ısıtır.” Malarius Voynich sabırsızca ellerini salladı. “Şu tam takır kuru bakır artist saçmalıklarını kes! Ateşten bahsediyorsam, Bay Farrinor, yangın çıkaran ateşten bahsediyorumdur. Yararsız şeyleri yakan ve ardında küllerden güzel bir dağ bırakan ateşten!” Sonra zalim bakışlarını yeniden masanın üzerindeki tahta kitaplara dikti. “Benim Macera Kutularım hoşunuza gitmedi galiba…” “Daha da kötü, Bay Farrinor. Onlar insanı dehşete düşürecek kadar… eşsizler.” Bir yandan da, kapağında Seyahat Eden Şehir yazan kitabın üzerinde parmaklarıyla sinirli sinirli tempo tutuyordu.

“Kitabın kapağının gıcırdayarak açıldığını fark ettiniz mi?” diye sordu Bay Farrinor ıslık gibi çıkan bir sesle. “Bilerek öyle yaptım. Kitaba esrarlı bir hava katmak için. Hem zaten bu cilt, Seyahat Eden Şehir i aramaya koyulacak okuyuculara hitap ediyor. Malarius Voynich sert bir hareketle kitabın kapağım hızlıca kapattı. “Bu kadarı yeter!” diye bağırdı. “Bu kitaplar var olan tek örnekler mi?” “Evet. Şu anda hepsi önünüzde.” “Mükemmel.” Doktor Voynich salona döndü ve en küçük ayrıntıya kadar her şeyi aklına yazmak için etrafı inceledi. “Bana öyle geliyor ki siz seyahat etmeyi çok seviyorsunuz, Bay Far- ■*————- ,^355»*,. S— rinor. Öyle değil mi?” “Ah, evet, B ay…” Salondaki üçüncü adam öksürdü. “Doktor Voynich demek istedim. Zaman bulabildiğimde, Doktor Voynich.

Zaman bulabildiğimde.” Malarius Voynich çıtır çıtır yanan şöminenin üzerinde asılı duran Afrika maskesinin karşısında durdu. “Dogon” diyerek altını çizdi Bay Farrinor. “Ne dediniz?” “Karşınızdaki maske Dogonların ayin maskesidir. Dogonlar, Orta Afrika’da bir halktır ve. Malarius Voynich yüzünü adama döndü. “Beni oyalamaya mı çalışıyorsunuz, Bay Farrinor? Ben seyahat etmem. Ben seyahat etmekten nefret ederim. Seyahat etmek bir münasebetsizliktir. Bir belirsizlik, bir tahmindir. Kayıp zamandır. Ve benim kaybedecek zamanım yok. Özellikle de sizin gibileri kontrol etmem gereken şu günlerde. Ancak dikkatimi çeken bir şey var ve emin olmak istiyorum. Bütün bunları siz icat etmemişsiniz.

Bu tahta kutuların içinde sadece, nasıl desem… kelimeler yok, nesneler de var. Elle tutulan nesneler. Siz gerçekle oyun mu oynuyorsunuz?” “Tam üstüne bastınız, Doktor Voynich!” diye bağırdı Bay Farrinor, büyük bir heyecanla. “Bunu daha iyi özetleyemezdiniz! Ben gerçekle oyun oynuyorum. Benim fikrim bir macera hikayesini…” “Sizin fikriniz mi? Sizin fikriniz ha! Siz buna fikir mi diyorIl 10 ^ , M a c e r a k u t u l a r i . sunuz?” diye sordu Malarius Voynich. Öfkeden küplere binmişti. “Siz kaç yaşındasınız, Bay Farrinor?” “Gelecek hafta yirmi iki yaşıma gireceğim.” “Yeterli! Ve yirmi iki yaşındayken bir fikre sahip olabileceğinize inanıyorsunuz, öyle mi? Yazabileceğinize… yontabileceğinize… ve gerçekle oyun oynayabileceğinize inanıyorsunuz! Hem de yirmi iki yaşında!” “B en…” Malarius Voynich şemsiyesini kapıp havada ıslık sesi çıkartacak kadar hızla kaldırdı ve ucunu Bay Farrinor’un burnuna doğrulttu. “Gerçekle oyun oynanmayacağını bilmiyor musun sen, genç dostum?” Şemsiyeyi indirdi. Kudurmak üzere olan sanat eleştirmeni topukları üzerinde döndü ve fötr şapkasını eline alıp ardına bile bakmadan salondan çıktı. “Beni izleyin, Bay Farrinor.” “Nereye gitmek istiyorsunuz?” “Kımıldayın!” diye kükredi eleştirmen ve Londra’nın rutubetli gecesine adım attı. Sadece bir anlığına durdu ve dışarıya kadar onlara eşlik eden üçüncü adama doğru döndü. “Oldukça inandırıcı ve korkunç derecede hayalperest.

İsmini tehlikeli kişiler listesine alın ve kitapların orijinallerden tamamen kurtulun.” Adam büyük bir coşkuyla başını salladı. “Gaz kaçağı gibi mi gözükecek?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir