Samed Behrengi – Tarhun

Bir tüccarın kızı olan Tarhun, ablalarına hiç benzemiyordu. Fereng, Sultan, Mahsan, Begüm, Moluk ve Anka’nın, yani tüccarın öbür altı kızının her birinin ayrı bir şımarıklığı, çeşit çeşit istekleri vardı. Bazen, onların gürültülerini, oyunlarını duyan mahallenin erkek çocukları sokağa fırlarlardı. Tüccarın kızlarının neşeli kahkahaları bütün kasabanın dilindeydi. Herkes onların ne kadar güzel giyindiğini, ne kadar iştahlı olduğunu konuşuyordu. Mahallede oturanlar bu sevimli ve tombul kızlara bayılırlardı. Lacivert taşlı bir gerdanlığa bakıp bakıp tam bir hafta kıkır kıkır gülebilirlerdi kızlar, güneşin altında serilip yatarlar ya da mücevherlere bakarlardı. Zaman zaman, yemek yedikleri masanın yanı başında uyuyakalırlardı. Tüccar, altı kızını evlendirmişti, damatları da tembeldiler, onlar da yiyip içip şişmanlıyorlardı. Damatlar eşlerinin yanından ayrılmıyor, onlarla birlikte eğleniyorlardı. Günde olsa olsa iki saat çalışıyorlardı, hem de ne çalışma! Damatlar, tüccarın dükkânlarını kontrol ediyor ve işleri ayarlıyorlardı. Sonra eve dönüyor, eşlerini yanlarına alıyor, günün geri kalanını gülerek ve eğlenerek geçiriyorlardı. Tarhun, bütün bu olup bitenin ortasında kendisini meşgul edecek şeyler buluyordu, sanki çevresinde olanları hiç görmüyordu. Ya da belki görüyordu da görmezden geliyordu. Tarhun tombul değildi, sevimli ve güzeldi.


Kızların en küçüğüydü. Tüccar babası ona uygun bir koca bulamıyordu. Tarhun her elbiseyi de giymezdi. Elbisesinin eteği kırışır ama o aldırmazdı. Ablaları onun eteğinin kırışıklığına bakar, nasıl olup da böyle giyinebildiğine şaşar kalırlardı. Babası Tarhun’un kendisinden bir şey istediğini hatırlayamıyordu. Babası ne alırsa alsın Tarhun kabul ederdi. Ne itiraz ederdi, ne de teşekkür ederdi. Hiçbir şeyi önemsemez gibiydi. Hiçbir yere gitmez, hiç kimseyle konuşmazdı. Ona soru soran olursa, kısa yanıtlar vermekle yetinirdi. Gür siyah saçları, omuzlarından aşağı sırtına dökülürdü. Yürürken destanlardaki peri kızlarına benzerdi. Ona sövseler de, iltifat da etseler, alay da etseler ya da saygı da gösterseler ilgisiz kalırdı. Sanki bambaşka bir ülkeden gelmişti ya da beklentileri bütün bunlardan çok daha büyüktü.

Hayat böylece sürüp giderken büyük bir kutlama yapılacağı gün geldi. Kızlar, eğlence başlamadan günler öncesinden babalarından nasıl bir hediye isteyeceklerini düşünmeye başladılar. Sanki bu koca dünyada yapılacak bundan daha önemli bir şey yoktu. Her şeyi bir kenara bırakmışlar, bütün dikkatlerini tek bir şey üzerinde toplamışlardı: Nasıl bir hediye isteyeceklerdi? Ama şenlikler, Tarhun’u hiç mi hiç etkilemiyordu. Onun için şenlik günü öbür günlerden farksızdı. Aynı insanlar, aynı kasaba, tembel kızların ve eğlence düşkünü, tembel kocalarının yaşadığı aynı ev, aynı gökyüzü ve aynı toprak. Hatta her öğleden sonra çıkan ve insanların yüzünü gözünü toz toprakla dolduran rüzgâr bile aynıydı. Bunun böyle olduğunu tek bilen de Tarhun’du. Şenliğe bir gün kala tüccar kızlarını yanına çağırdı, kente alışverişe gideceğini bildirdi, kızları da canları ne istiyorsa söylemelilerdi. İlk sözü en büyük kızı Fereng aldı. Ne zaman bir şey isteyecek olsa babasının dizlerine oturur, kollarını boynuna dolar, yanaklarını öper, sonra başını babasının omzuna dayar, göğsüne yaslanır, konuşmaya başlardı. Bu sefer de aynı şeyleri yaptı ve, “Ben bir banyo istiyorum, muslukları altından, duvarları ve zemini gümüşten olsun, musluklardan da gülsuyu aksın. Bugün öğleden sonra hazır olsun ki içine girip hemen yıkanabilelim,” dedi. İkinci kızı Sultan hep babasının elini tutup kalbine bastırır, nedensiz yere ağlamaya başlardı. O da dedi ki: “Ben bir çift ayakkabıyla bir elbise istiyorum.

Ayakkabımın bir teki gümüş, bir teki altın olsun. Elbisemin ipliklerinden biri gümüş, biri de altın olsun.” Üçüncü kızı Mahsan yüzünü babasının yüzüne dayadı ve, “Ben bir tane siyah bir tane de beyaz hizmetçi istiyorum,” dedi. “Yatmaya gittiğimde siyah hizmetçim giysilerimi çıkarsın, sabah kalkınca da beyaz hizmetçim giydirsin.” Dördüncü kızı Begüm, dudaklarını uzatıp babasını öptü ve, “Öyle bir gerdanlık istiyorum ki,” dedi, “geceleri pamuk helva kadar beyaz, gündüzleri mermer gibi siyah olsun. Tam altı kilometre uzağa kadar da pırıltısı görülsün.” Beşinci kızı Moluk, eteğinin ucunu kaldırdı, “Ben bir çift ipek çorap istiyorum,” dedi. “Ta dizime kadar gelsin, çıkardığım zaman da bir yüksüğe sığacak kadar küçülsün.” Her zaman ablalarını taklit eden altıncı kızı Anka, bu sefer de aynısını yaptı ve, “Öyle bir şey istiyorum ki, ben banyoya giderken benim uşağım olsun, bir düğüne giderken hizmetçim olsun ve ona ihtiyacım olmadığında da bir yüzük gibi parmağıma takabileyim,” dedi. Tüccar, kızlarının söylediklerini dinledi, isteklerini ezberledi. Ama yedinci kızı Tarhun’un da bir şey istemesini boşuna bekledi. Tarhun onları seyretmekle yetiniyordu. Ya da belki de seyretmiyordu da seyredermiş gibi görünüyordu. Sonunda tüccar daha fazla dayanamadı ve “Kızım,” dedi, “benden senin için satın alabileceğim bir şey iste.” Kız başını öbür tarafa çevirdi.

Tüccar yineledi: “Benden bir şey iste!” Tarhun’un gözleri hiç olmadığı kadar parladı, hemen, “Ne istersem alacak mısın?” diye sordu. Alamayacağı bir şey olabileceğini aklına bile getirmeyen tüccar kendinden emin olarak, “Ne istersen alırım,” dedi. “Ablalarına aldığım gibi.” Tarhun, söyleyeceklerini herkes dinleyene kadar bekledi. İlk kez bir şey istiyordu. Sonra, masal perilerine birinin mutluluğu ve talihi için dua eder gibi fısıltıyla, “Bir yürek ve bir ciğer istiyorum,” dedi. Bunu sakin sakin ve yumuşak bir sesle söylemişti, söyler söylemez de ayağa kalkıp dışarı çıktı. Ablalarıyla babası öylece kalakalmışlardı, sanki hiçbir şey duymamışlardı ve sanki Tarhun odadan çıkmamıştı. Sonunda tüccar kızının çıkıp gittiğini anladı, hem de hiçbir şey söylemeden. Hiçbiri onun sesini duymamıştı. Onun bir yürekle bir ciğer istediğini sadece Tarhun’un sağ tarafında oturan Anka duyabilmişti. Yürekle ciğer ne işe yarayacaktı? Tüccarın evinde yeterince yiyecek yok muydu ki kızı yürekle ciğer dilemişti babasından? Babası Tarhun’un peşinden koştu. Ablaları ise kardeşleriyle dalga geçiyorlardı. En büyük ablası Fereng kahkahalarını tutamadı ve, “Kardeşlerim, bir insanın hayatı boyunca hiçbir şey istememesi, sonra isteyince de yürekle ciğerden başka bir şey bulamaması komik değil mi? Üff, midem bulandı. Yürek ve ciğer, yürek ve ciğer… Gerçekten gülünç bu… hah hah ha…” Kız bunları söylerken zevkten bayılacak gibiydi.

İkinci kız Sultan pencereden giren esinti tenine değip ferahlatsın diye yakasını açtı, ter içinde kalmıştı, “Yürekle ciğer,” dedi, “Anka, canım, böyle dediğini gerçekten duydun mu sen? Ne kadar saçma, hah hah ha… Kim bilir ne yapacak bunları…” Sırtüstü yatmakta olan üçüncü kardeş Mahsan başını iki yana öyle bir salladı ki saçları yüzüne döküldü. “Kardeşlerim,” dedi, “ne kadar sabırlısınız da bu saçmalıklara dayanıyorsunuz. Bahse girerim ki zavallı eşlerimiz şimdi tek başlarına sıkıntıdan patlıyorlardır… Haydi yanlarına gidelim… Haydi, kalkın, onları yalnız bırakmayalım.” Dördüncü kız kardeş Begüm de başını sallayarak onunla aynı fikirde olduğunu belli etti. Beşinci kardeş Moluk’la altıncı kardeş Anka da aynı şekilde katıldılar ona. Gitmek üzere hep birlikte ayağa kalktılar. Kapının eşiğinde babalarını gördüler. Adam kızlarına, “Tarhun başka bir şey istemiyor,” dedi. “Ona, kızım yüreği ne yapacaksın, diye sordum. O da bana bir yürek istiyorum, demekle yetindi. O zaman, peki, haydi yürek istemeni anladım diyelim, ciğer ne işine yarayacak? Öyle kanlı kanlı, dedim. Tarhun yine, istiyorum işte, diye fısıldadı. İstiyorum işte de ne demek? Siz de böyle bir şey istemenin saçma olduğunu düşünmüyor musunuz?” Kızlar hep bir ağızdan, “Evet, baba,” dediler, “saçma bu. Baştan aşağı saçmalık. İyisi mi onu evlendir sen.

” Tüccar, “Evlenmek istemiyor; evlenmenin saçmalık olduğunu söylüyor, ama erkeklerle arkadaşlık edebilirmiş.” Kızlar , “Eh, arkadaşlık etsin o zaman,” de-yip muzipçe gülüştüler. “Ne fark eder ki?” Sonra kahkahaları patlatıp birbirlerini çimdiklemeye başladılar. Tüccar, “Tarhun diyor ki, onun gördüğü erkekler gerçek erkek değilmiş, sizin kocalarınız bile öyle değilmiş, hatta ben bile değilmişim…” dedi. Kızlar inanmazlıkla, “Ne?” diye bağrıştılar, “Onların erkek olmadığını mı söylüyor? Erkek olmasalar neden evlenelim ki onlarla…” Babaları, “Dışarıdan gördüklerimiz yetmez, diyor. Dış görünüş erkekliğin kanıtı değilmiş. Ben bir şey anlamadım. Siz anlıyor musunuz?” Kızlar, “Saçmalık bu,” dediler. Sonra Mahsan söz aldı. “Kardeşlerim, güzel kafacıklarınızı böyle şeylerle yormamalısınız,” dedi. “Gelin eşlerimizin yanına gidelim, babam da pazara gidip bizim hediyelerimizi alsın. Haydi, gelin kardeşlerim.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir