Sofi Tram-Semen – Atalarimiz Hunlar

Bu kitap, 14. yüzyılda parçalanmış Deşt-i Kıpçak’ın kalıntılarından biri olan ve “Karaçaylı” olarak adlandırılan Elbruz (Celbruş, Assı Dağı, Minni Tau) dağının eteklerinde, dağ geçitlerinde ve dağönü ovalarda oturan 16. yüzyılda araştırmacı Lamberti tarafından “Karaçioli” diye adlandırılan, “Kara Çay”, “Karça”, “Karaçar” lakapların sahibi, eski “Bulgar Kuman” kaganatının yerlisi, Nart boyu Hun Türklerinin şifahi kültüründen derlenmiş bilgilere ve dünya tarihinde bilinen Hunlar hakkındaki kaynaklara dayanarak yazılmış olup, resmı̂Rus tarihine göre “yeni yaratılmış”, yeni nesil tarihçilerin bir kısmına göre “Alan”, bazı komşu halklar tarafından da “farklı grupların oluşturduğu halk” olarak tanımlanmaya çalışılan HunKara Çaylılar denilen halkın, her alanda göze çarpan, maddi-manevi kültüründe ve millı̂ kimliğinde izlenen Hun özelliklerini hatırlatmak amacını gütmektedir. ÖNSÖZ Rusya’nın azınlıkta bulunan halkları hakkında son dönemlerde çok sayıda kitap yazılarak çarpıcı görüşler ortaya atılmıştır. Doksanlı yılların getirdiği “ısınma dönemi”, Gorbaçov’la birlikte demirperdeleri yıktı ve yaşamını sessizce sürdürmek zorunda bırakılan azınlıklara, dünyaya açılma, kendini tanıtma ve tarihî izlerini arama fırsatını verdi. Rusya’daki azınlıklar, özellikle Türk kökenliler, resmı̂ tarih mağduru sayılabilir, çünkü ataları hakkındaki bilgileri ve öz kültürlerini yeni kuşaklara sansürsüz aktaramıyorlardı. Böylece genç kuşaklar, giderek hafızadan silinmeye mahkûm edilen halk değerlerinden mahrum kalıyor ve manevi yönden gelişemiyordu. Bunun sonucunda da Ruslara karşı “millı̂ yetersizlik kompleksi” oluşuyordu. Odžzellikle Türk halkları, resmı̂tarihten ve okul sıralarından öğrendikleri “barbar” kılığından ürkerek, sindirilmeye elverişli bir kişiliğe bürünmek zorunda kalıyorlardı. Yalnızca, tarihı̂ topraklarını kaybetmeyen birkaç halk, yeni nesillerini kendi kültürü çerçevesinde yetiştirebilmiştir. Bütün dünyaya dağılmış ve devletleri parçalanmış Türkler ise böyle bir imkândan yoksundu. Tarih boyunca farklı halkların dilinde Hu, Hun, Kıpçak, Kuman, Sarık, Polov, Küyeşe, Has, As, Sibil, Hazar, Tatar, Hor, Peçeneg olarak adlandırılan Türklerin bugünkütorunları Karaçaylı, Balkarlı, Azeri, Gagauz, Sekeli, Kazak (Rus Kazakları), Kazah (Orta Asya Kazakları), Türkmen, Odžzbek, Bulgar, Altay Türkleri, Kalmuk, Kırgız, Karakalpak, Başkurd, Uygur, Kırım ve Kazan Tatarları, Tuvin, Hakas, Kumuk, Çuvaş, Avar, Nogay, Yakut vb. halklar zorla verilmiş etnik isimleri ve gerçek tarihten yoksunlukları nedeniyle geçmişleri hakkında tamamen bilgisizdi. Türk halkı üzerindeki Rus Çarlığı’nın kanlı sindirme ve millı̂belleği yok etme girişimleri o kadar kuvvetliydi ki, günümüzde bile etkisini sürdürmektedir. Sonuçta yüzyıllarca devam eden resmı̂devlet politikası, baskı altındaki halkların millı̂hafızasının zayıϐlamasında etkili olmuştur.


Dağılan ve farklı isimlerle adlandırılan Türk halkları, kardeşlerini unutmuş, çevre halkların özelliklerini diline yansıtmış, genetiği farklı unsurlarla karışmış, diğer halkların kültürünü paylaşmış antropolojik ve kültürel anlamda yönlendirilmiştir. Bu durum, Türk halklarını köklübir değişime uğratamasa da Deşt-i Kıpçak devleti ve halkı tarihten silinmiş ve Rus Çarlığı’nın “mavi rüyası” neredeyse gerçekleşmiştir. Sınırları, kuzeyde Moskova nehri, güneyde Velikaya Bulgarya Kaganatı; doğuda Baykal gölü; batıda Dunay’a (Isǚ tr) uzanan, Moskovya, Rim ve Bizans’ın vergi verdiği büyük Türk devleti (Gun, Kıpçak) önce Moğollar tarafından yağmalanarak “Kızıl Orda’ya dönüşmüş daha sonra da Çin entrikacılığına taş çıkartacak kurnazlıklarla “Velikaya Rus” (bugünkü Rusya Federasyonu) olmuştur. “Nasıl böyle oldu” sorusu, yüzyıllarca soruldu ve bugün de sorulmaya devam etmekte. Bu konuda son zamanlarda birçok çarpıcı belge ve bilgi çıktı ortaya. Bu bilgilerden birine göre, Rusya askerı̂ önderliğini ve üst düzey soyluluğunu, eski düşmanları Moğollar (Syanbiyler) tarafından vurulduktan sonra, Moskovya Knezliği’nin çağrısı doğrultusunda, “Rus” tarafına geçen “Türkler” oluşturmuştur (Murat Adji, “Polın Polovetskogo Polya”). Yüzyıllar boyunca arşivlerde saklanmış ve sadece lisansüstü öğrencilerinin ve bilimadamlarının incelemesine izin verilen Obşiy Gerbovnik Dvoryanskih Rodov Vserossiyskoy İmperiyi, İstoriya Russkogo Dvoryanstva, Russkaya Rodoslovnaya Kniga, Russkiye Familiyi Türkskogo Proishojdeniya (N.A. Baskakov, Türk Kökenli Rus Soyadları, Ankara, 1997) kitaplarında ve diğer tarihı̂kayıtlarda bu gerçek mevcuttur. “Poskrebi kajdogo Russkogo, okajetsya Tatarin” (Udžstünübiraz kazırsan her Rus’un altından Tatar çıkar) diyen Rus atasözü boşuna söylenmemiştir. Rus halkı resmı̂ politikanın çelişkisini geleceğe yönelik olarak kodlamış ve gerçeği savunduğunu belirterek, gelecek nesiller önünde kendini aklamıştır. Ama Çarlık o kadar vicdanlı değildi. Söylenen tarihı̂kayıtlarda “Kızıl Orda”dan gelen ve “Russkiy” etnik ismini alan Türklerin, “Rus” devletinin tüm üst düzey soyluluğunu, askerı̂ kuvvetlerini ve seçkin kitlesini oluşturduğunu görmek mümkündür. Bazı tarihı̂kanıtlar ve Türk halklarında korunagelmiş tarihı̂bilgilere göre Moskovya, yedi bin yıl at üstünde savaşan Hunların askerı̂etkisi altında yetişmiş ve aralarında Syanbiyler tarafından ele geçirilerek “Syanbiyleşmiş” Hunların da bulunduğu Moğol ordusuyla savaşamazdı, kazanması da imkânsızdı. Çünküne tarihı̂ne de askerı̂tecrübesi vardı.

Ama tatlı dilli Moskovya, bir düşmanının eliyle diğerini mahvetmenin yolunu buldu: Türk soylularına kucak açıldı, yeni vatan oluşturma muamelesi yapıldı ve art niyetlilikte pek başarılı olamayan Türk soyluları, Rus devletinin “knyaz”ı, “graf’ı olarak “Russkiy” etnik ismini kabullendi. Sonuçta Türk kültürü “Rus” kültürü, Türk zaferleri “Rus” zaferleri oldu. Ama “Rusluk”a soyunan Türklerin yeni vatan hayalleri, Moğollar Deşt-i Kıpçak’tan kovulur kovulmaz kanlı bir “Ruslaştırmaya” dönüştü ve Türk devletine “Rus” adı verildi. Avrupa devletlerinin de bu olaydaki etkisi tarih tarafından bilinmekte. Çünkü Batı dünyasını diz çöktüren Türklere karşı kin ortaktı. Tarihteki bütün egemen halkların kaderi de bu şekildedir: Süzerene* bağlı halk, güçlenir güçlenmez efendisini yıkar, maddi-manevi varlığını da (özellikle aynı topraklarda yaşıyorlarsa) kendine mal eder. Eğer buna yapmaya gücü yoksa kendi yenilgisini “kutsal savaş” gibi gösterir ve gelecek kuşaklara, egemen halkın “vahşi” ve “gaddar” olduğu yönünde hatıralar bırakır. * Bir diğer halkı yöneten, patronajlığı üstlenen devlet. Hunlara karşı her ikisi de yapılmıştır. Devleti ve kültürü benimsendi. Bunu haklı çıkarmak için de Türklerin acayip olması gerekiyordu ve at eyerini, kaşığı, üzengiyi öğreten, Avrupa’ya Demir Devri’ni getiren, gelişmiş manevi kültüre sahip Gunlar (Hunlar), Avrupa tarihinde “barbar” kılığına büründürüldü. Ama çağdaş dünyada Türklerin medenileştirici etkisi, her bilgili ve mantıklı insan tarafından bilinmektedir. Rus Çarlığı’nın yazı işleri makamında üretilen tarihî masallar, artık inandırıcılığını kaybetmiştir. Bilindiği gibi tarihte galip, iki renkle tanımlanır: siyah veya beyaz. Kader, Hunlara siyahı Batı’nın elinden nasip etmiştir.

Ve bu siyah o kadar kalındır ki günümüzde bile gün ışığını zor geçirmektedir. Kara çalmakta başarılı bir tarihe sahip olan Rusya Çarlığı, bu konuda en önde anılabilir. Çünkü dünya tarihinde eşsiz bir fethetme olayı gerçekleştirerek, dost sıfatıyla Gunları (Hun, Kıpçak Türkleri) yeni vatan hikâyesiyle oyalamış, onlara kendi “Rus” etnik ismini kabul ettirmiş, maddi ve manevi varlığına öyle de sahip olmuş, onun savaşçılığıyla düşman olduğu Moğolları yenmiş ve Rus ismini tarihe yazmıştır. Daha sonra da Türk’übarbar ilan etmeyi ve bu yalanı tutturmayı da başarmıştır. MS 10-13. yüzyıllarda, bin yıla yakın bir tarihi olan Deşt-i Kıpçak, Gunların, Alan ve Sarmatlarla (Parfyanlarla akraba Irǚ an kökenli halklar) kardeşlik anlaşması çerçevesinde oluşturduğu Kaϐkas Halkları Birliği temelinde, büyük bir imparatorluğa dönüşerek içinde birçok etnik grubu barındırmıştı. Kaganatlara bölünmüş ve eski “Hunnu”nun devlet düzenine benzer biçimde “Kağanlar Kurulu” ve “Şanüy” (Han) tarafından yönetilen devletin halkını Gun (Hun), Alan, Sarmat, Ugr, Kıpçak, Dinlin, Syanbiy, Çidi, Tele, Aşın, Kırgız, Gyangun, Üyeçji, Usun, Sak, Kyan, Hora, Di ve daha eskiden Hunlara katılmış etnik gruplar oluşturuyordu. Ayrıca Kuzey Kaϐkasya’nın (Skifya’nın kuzeydoğusu) yerli halkları da birliğe dahil olmuştu. Elbette bu kadar etnik grubun barındığı bir devlette, Kaganatların (Prenslikler) özgürlüğü kısıtlanmadığından MS 13. yüzyılda rekabet ve geçimsizlik gibi olumsuzluklar yaşanmaya başlamıştı. (Aslında doğruyu söylemek gerekirse, Türk halkının her boyu kendini “tepe”, diğerlerini ise “dağlık” sayar. Bu “soy”, “kitle”, “boy” kibiri ne yazık ki gelenekseldir.) Deşt-i Kıpçak kurulurken, Hun hafızasında “ayrımcılık ve bölücülük”ten kaynaklanmış iç savaş trajedisinden (Hunnu’nun yıkılışı) kalma dersler hâlâ etkiliydi ve Kaϐkas Halkları Birliği döneminde, o dersler dikkate alınarak, bütünleşmeye, birleşmeye özel önem veriliyordu. Bin yıla yakın bir süreçte ise bu hafıza zayıϐlamış ve iç çekişmeler devletin trajik sonunu hazırlamaya başlamıştı. “Bölünen halk yok olur” (Bölünen halk-talk) diyen atasözü artık unutulmuş, yeni kuşaklar da kudretli devletin yıkılabileceğini düşünmeden iktidar çekişmelerine girişmişlerdi.

Düşman da fırsatı değerlendirmekte gecikmedi. Moğol saldırıları devleti güçten düşürdüve Moskovya’yla yeni vatan oluşturma girişimi, kanlı “Ruslaştırma”yla sonuçlandı. Artık yüce Hun halkının “batı kanadı”nın tarihi durmuştu. Tarihı̂arenaya geç çıkan (MS 9-11. yüzyıllar) Rus halkı başkanlığı ise, yetersiz nüfusu ve kısa tarihine rağmen perde arkası işlerde uzmanlık göstererek imkânsızı başarmıştır. Yavru kelebeğin, ana kelebeği içerden yiyerek beslenip dünyaya gelmesi gibi, Gun (Hun) halkının etnik, kültür ve coğraϐi varlığıyla “beslenerek” kudretli Rus Imǚ paratorluğu olarak ortaya çıkıvermişti. Çin bile, diplomasi başarısı, eski tarihi ve yaratıcılığıyla bunu omuzlayamamıştı. Moskovya Knezliği ise yapılan ve yazılanların arasındaki uçurumları öyle ince yorumlarla örtmüş ve tarihi öyle ustaca kurgulamıştır ki, Türklerin “barbar” ve “korkak”; Rusların da “yüce”, “cesur”, “medenileştirici” olduğu ve Tatar-Moğol “zorba” ve “barbarları”na karşı kutsal savaş verdiğini anlatan tarihı̂ hikâyeler inandırıcılık kazanmıştır. Gerçekte ise Moğollarla savaşanlar, Rusların “Tatar” köklü dediği Türklerdi. Moskovya da kaçak Türk soylularının yeni vatan hayalleriyle sığındığı yerdi, Ruslar da dost sayıp yakınlaştığı halktı. Tarihteki “yenilgisiz Rus silahı”, “yenilgisiz Türk silahı”ndan başka bir şey değildi. Çünkü “Rus” etnik ismini alan Türklerin tüm başarıları birdenbire “Rus” oluvermişti. Moskovya temelinde yeni bir vatan kurduğuna inanan Türk soyluları, ne yazık ki, trajik olarak nitelendirilebilecek biçimde yanılmışlardı ve o yanlışın etkisi günümüzde de devam etmektedir. Rus Çarlığı’nın tarih yaratıcılığı (modern Rus tarihçiliği de pek farklı değildir) şaşırtıcıdır. Savaşma kabiliyeti bütün dünya tarihince kabul edilen Hunları bile kuralsız yöntemleri ve gaddarlıklarıyla devletinden eden Moğol (Syanbiy) askerini Moskovya nasıl yenebilirdi? Ne tarihı̂tecrübesi, ne askerı̂uzmanlığı, ne de üretim seviyesi böyle bir orduyu yenebilecek gücü örgütleme ve barındırma imkânını veriyordu.

Bugün Türk kökenli halkları “barbar”, “canavar”, “çuçmek”, “çurek” vb. lakaplarla küçümsemekten çekinmeyen Rus halkının bu uyduruk tarih belleğine kazınmıştır. Gülümsemeyi körükleyen “yalan üstü yalan” sayılabilecek “hikâyeler”i üretmeye devam eden resmı̂devlet tarihi de vicdanlı olsaydı “Tatar-Moğol baskısı”nın aslında Türkleri yok etme girişimi, bugünkü Rusya’nın Deşt-i Kıpçak, Rus halkının yüzde 70 civarında silah ve kanla “Ruslaştırılmış” Türkler olduğunu kabul etmeliydi. Kanıt olarak, “Rus” devletinin üst düzey soyluluğunu, askerı̂önderliğini ve seçkin kitlesini oluşturan Türk boylarından birkaçının adını verelim: Ermolov (Kaϐkas savaşının başrol oyuncusu. A. Puşkin bunun hakkında şöyle yazmıştı: “Bu Doğu’nun çığlığıdır.! Karlarla kaplı başını indir Kaϐkas: Ermolov geliyor!”*) Urusov, Kurakin, Bulgakov, Talizin, Tarbeev, Godunov, Saburov, Glinskiy, Mansurov, Karamzin, Uşakov, Çerkasov (Batı Ukrayna’daki tutucu Türklerin Moskovya dönemindeki lakabıdır. Bugün Çerkez denilen Adıglarla ilgisi yoktur. Birinci Kaϐkas Savaşı sırasında “Maştık” isimli Adıg boyu, bu lakabı (Çerkez) benimsemiştir.), Apraksin, Çirikov, Temeryaz, Udžsüpov, Golenişev-Kutuzov, Arakçeev, Musin-Puşkin, Ogarkov, Turgenev, Çaadaev, Tarakanov vb. Türk soyları saymakla bitmez ve hepsi de Rus İmparatorluğu’nun kimliğini, şanını, kültürünü ve kuvvetini oluşturan soylardır. * Puteşestviye v Arzrum vo vremya pohoda 1829 goda. Moskovya’nın fethetme yöntemi tarihte eşi benzeri görülmemiş, şaşkınlık verici bir yöntemdir. Deşt-i Kıpçak’ın önder soylarını kendi efendisi kılarak onların devletine “Rus” ismini vermeyi başarmıştır. Sonuçta Türk zaferleri, çağlar boyunca “Rus” zaferleri olarak anıldı ve Türk kültürüde aynı kaderi paylaştı.

Fakat Türk halkının “Ruslaşması”na karşı çıkan, Moskovya’yla yeni vatan oluşturulmayacağını öngören ve gelecekte trajik olayların yaşanacağını bilen Türk boyları da vardı. Onlar canları pahasına Hun adını ve geleneklerini koruyarak, çevredeki Doğu, Batı, Güney Kaganatlarına ve diğer Türk boylarının topraklarına sığınarak kural tanımaz kanlı “Ruslaştırma”dan kurtulabilmiş ve Türk kimliğini koruyabilmişlerdir. (Olaylar MS 14-19. yüzyıllar boyu devam etmiştir.) Yerlerinde kalan Don, Volga, Kaϐkas önü ovaları ve Kaspiy, Azov, Kuban, Terek, Yayık vb. yerlerde yaşayan Türk halkları ise, çiçeği burnunda “Rus” yüceliğinden nasibini almış ve millı̂ belleklerinin yok olmasına neden olacak kadar gaddar olaylar sonucu Ruslaşmıştı. Odžzellikle “Kazaklar”, Ruslardan daha fazla Rus olmuştur. Rusya’da bu konular mühürlü ve yasak olmasına rağmen onlarca tarihı̂ yazıdan, askerı̂ rapordan hatta Rus yüceliğini ölümsüz kılmaya çalışan şiirden Türk halkının neler çektiğini ve neler kaybettiğini anlamak mümkündür. “Şanlı Rus Çarlığı” döneminden kalma bir askerı̂ rapor şöyle demektedir: “… şehir tamamen ateşler içindeydi. Kervansaraylar hariç 10.000 ev, 38 cami, 50 su değirmeni, Karasubasar’ı mahvettikten sonra, şiddetli bir Kırım (Kırım Hanlığı) yağması başladı. Kazaklar ve Kalmuklar Bahçesaray’a kadar ulaştılar. Yolda giderken de birçok Tatar köyünü basarak 1000 esir, 30.000 sığır, 100.000 koyun almışlardı…” (Kırım 1736) Buna benzer birçok askerı̂hatıra ve rapor vardır ve hepsinde de barbarlığın tablosu -kan, yıkım, ateş, vahşet- çizilmektedir.

Ama bunu anlayabilecek manevi seviyeye ulaşamamış şahsiyetler, bu barbarlığı, tarihe “yüce Rus kimliği” olarak taşımışlardır. Rus Çarlığı, Türk halkının sığındığı, eski devlette bir arada yaşamış ve kaynaşmış Kaϐkas halklarının topraklarına (Eski “Velikaya Bulgarya Kaganatı”nın güney kısmı) pek sokulamamıştır. Ancak, 18. yüzyılda Gürcistan’ın Rus egemenliğine boyun eğmesinden sonra, Kuzey Kaϐkasya, Rus topraklarına katılarak ağır ve uzun bir savaşa sürüklendi. D. Ilǚ ovayskiy’in yazıları, o dönemin gelişmelerini tüm şiddeti ve çıplaklığıyla yansıtmaktadır. Ama Çarlık ne yaptıysa da Kaϐkaslar’ı Ruslaştıramadı ve Rus idaresi bölge halklarını yeni isimleriyle tarihe geçirmek zorunda kaldı. Böylece kenardaki, hatta merkezdeki halklar da ayaklanarak “yeni yaratılmış halklar” olarak kayda geçseler de kendi isimlerine ve topraklarına sahip çıkma fırsatını buldular. Direnemeyenler ise etnik, antropolojik ve kültürel farklara rağmen “Rus” oldular. Aslında Çarlık’ın açgözlülüğü eninde sonunda, Rus halkının aleyhine işlemiştir. Çünkü toprak kazanma ve “yüce olma” çabaları, gelecek nesilleri kargaşalığa sürüklemiştir. Rus halkının genetik tablosu değişmiş, millı̂ kültürü ve millı̂ gelenekleri, başka kültürlerin tetiklediği yönlendirme sonucu, özel değerlerini kaybetmiştir. Günümüzdeki Rus antropolojisi, birçok etnik unsurun katılımını içermekte; kültürü, kaynaşımdan oluşmaktadır. Ve üstün kültürün “dokunuşu” uzun süren etki bıraktığı için Türk etkisi bugün de okunmaktadır. Rus halkının içinde tarihı̂ köklerini arayanlar, birçok “demirperdenin” ve “sansürün” arasından sıyrılan genetik sesini duymaya başlamışlardır.

Bu yüzden Rusya tarihi yazdığına; gerçek Rus halkı da konuştuğuna dikkat etmelidir. “Kanın sesi, sel” diyen atasözleri unutulmamalıdır. Rus halkı ayaklanırsa sarsar. Çarlık, Ruslaştırma kampanyasını başarıyla sonuçlandırmış da olsa, olup bitenlerin mutlaka ortaya çıkacağını, Ruslaştırılmış ve Ruslaştırılmamış Türklerin birbirini bulacağını ve nefretin kendine çevrileceğini hissetmiştir. Bu nedenle Türk halklarını köklerinden sökebilmek için yeni bir yönteme başvurmuş ve “kısaltılmış, biçilmiş, dikilmiş” denebilecek bir Inǚ cil icat ederek yeni dini kabul ettirme seferlerine başlamıştır. Dinine, şereϐine düşkün Türk halkları ise bunu kabullenememiş ve devleti “köylüayaklanmaları” denilen kanlı savaşlar sarmıştır. Rus “temizleyici” seferleri her zaman Bog (Tanrı) adına,”medenilestirici” misyonla, “kutsal görev” olarak yapılmıştır. O dönemin millı̂ marş sözleri de Tanrı’yla anlaşma yapılmışçasına “Bog (Tanrı) bizimledir, anlayın bunu putperestler ve başınızı önümüzde eğin, çünkü Tanrı bizimledir” şeklindedir. Genç halkın çocukluk hırsını içeren cahil bir tutum. Bog adına kutsal görevde olan Bizans bile bu “Inǚ cil tashihi” ve “kutsal seferlere” karşı ses çıkartmadı. Çünkü hedef, ortak düşmandı ve görüldüğü gibi Türk egemenliği korkusu, Bog (Tanrı) korkusundan üstündü. “Rus köylülerinin ayaklanması” olarak adlandırılan ayaklanmalar hakkında yazılmış tarihı̂ belgelerde, Rus köylülerinin Çarlık sansürünün gözünden kaçmış iki seslenişi vardır: “Sırına keçü” ve “Ura” (Rus askerleri bugün de zafer sevincini “ura” seslenişiyle belirtir). “Ura”, Slav dillerinde bir anlam ifade etmemektedir. Bu yüzden Rus köylülerinin dilinde böyle bir sözcük olamazdı. Türk dilinde ise her ikisinin de anlamı açık: “Urakın”, saldırı demektir.

“Ura” ise saldırı çağrısıdır. Rus kulağınca “sırınna keçü” şeklinde algılanan ve öyle yazılan “sırına keçü” (geleneğine geç, savaş, millı̂geleneğine geç) sözü, tarihi, gelenekleri ve millı̂şereϐi içeren bir sözdür. Rus köylüleri, savaş öncesi “urakına” (saldırıya) geçmeden önce yapılan cesaretlendirici konuşmanın sonunda söylenen “ura” seslenişini, Kazaklardan duymuş ve kullanmışlardır denebilirse de “sırına keçü” cümlesini kullanmış olabilecekleri düşünülemez. Çünkü bir geleneğin, halkın kanını, canını etkileyici şeref kanununa dönüşmesi için çok köklü bir tarihe sahip olmak gerekir. Oysa Rus halkının tarihi o dönemlerde 500-600 yılı geçmiyordu, henüz oluşum dönemindeydi ve geleneksel şerefe hitap edemezdi. Bu sözleri iki Hun atasözüyle güçlendirelim: “Sırına göre capısı, capıga göre bağası” (Geleneksel şereϐine göre kişiliği, kişiliğine göre değeri), “Ata sırı, ulunda; ana sırı, kızında” (Baba şereϐi, oğlunda; ana namusu, kızında). Görüldüğü gibi seslenişin ana kaynağı açık. “Rus köylülerin” Türk köylüleri olduğu anlaşılmaktadır. “Halk oluşumu sırasında” denilen sözü desteklemek için başta sıralanan Türk soylarına karşın, Rus soy isimlerini yorumsuz olarak sunalım: Hrukov (erkek domuz oğlu), Laptev (ottan ayakkabı örücü oğlu), Kalamoytsev (tuvalet temizleyici oğlu), Hrapov (Karlayıcı oğlu), Peçkin (Ocak oğlu), Krisin (Fare oğlu), Sukaçov (Dişi köpekçi oğlu), Nosov (Burun oğlu), Çelombitkov (Secdeci oğlu), Mogilniy (Mezarcı oğlu), Konühov (At bakıcısı oğlu), Metölkin (Süpürgeci oğlu), Bragin (Amatör votka üreticisi oğlu), Pyanov (Sarhoş oğlu), Hmelnov (Az sarhoş oğlu), Rıgalov (Kusucu oğlu), Zemlânkin (Yeraltında yaşayan oğlu), Rvanov (Yırtık giysili oğlu), Naydônov (Bulunmuş oğlu), Sukin (Dişi köpek oğlu) vb. Aslında birbirine geçmiş yalanları içeren Rus Çarlığı tarihi, temizlenmesi gereken bir alandır. (Ne yazık ki ona dayanan modern tarih de bilerek ya da bilmeyerek yanılmaya devam etmekte.) Rus halkı, ileride bunu mutlaka başaracaktır. Çünküduygusal, dürüst ve uyumlu bir halktır. Doğruyu öğrendikten sonra yalana tahammül edemez. Gelecek nesilleri Çarlık rejiminin yazı işleri makamında üretilmiş fantezilerle yetiştirmeye devam etmeyecektir.

Bugün Ruslar ve Türkler, genetik ve kültürel bakımdan öylesine kaynaşmışlardır ki birini “barbar” yaparak diğerini “medenileştirmek” imkânsızdır. Hiçbir gelişmiş mantık, dünya tarihinin tartışmasız kabul ettiği bir millı̂ kültüre sahip olan Türklerin “barbar” olduğuna inanmaz, genç Rus halkının medenileştirici misyonunu ise ciddiye almaz. Çünkü halklar aniden oluşmazlar, binlerce yıllık süreçte düşe kalka, yana yakıla, çelikleşerek oluşurlar. Rus halkı ise, bu süreci yaşadığı düşünülemeyecek kadar gençtir. Ancak Türk halkı ne kadar direndi ve millı̂özelliğini korumaya çalıştıysa da şiddetli baskı mekanizmasına dönüşen imparatorluk, planlarını gerçekleştirdi. Eğilmeyen başlar kesildi, direnecek gücü kalmayan parçalanmış halklar Rus devletine ve etnik ismine dahil oldu. Böylece Türk ovaları Rus tarlaları oluverdi. (Rusçada nedense “Rus orman”,”Rus toprak”,”Rus pelmen [bölmen: Hun yemeği]”, “Rus çeburek [eski Türk çiğböreği]” gibi birçok gülünç sözcük vardır? Psikolojide, büyüklük kompleksinin, bir yetersizliğin kronik hale gelmesiyle oluştuğu söylenir. Acaba Çarlık’ı komplekse sürükleyen ve her şeyi kendinin ilan etmeye zorlayan ve bugüne kadar uzanan o korku nedendi? Neden bugün de Türk halkları “Rus havasını” solumakta ve “Rus tarlasını” ekmektedir?)

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir