Stresli biri olduğunuzu söyleyebilir misiniz? Yooo, hiç stresli değilimdir. Ben sadece… meşgulüm. Herkes meşgul. Dünya böyle. İtibarlı bir işim var, kariyerim benim için önemli ve bundan memnunum. Tamam. Arada bir kendimi biraz gergin hissedebiliyorum. Baskı altında gibi mesela. Ama büyük şehirde avukatım ben! Ne bekliyordunuz, ki? O kadar bastırarak yazmışım ki kâğıt yırtıldı. Kah-ıctsin. Neyse, boşver. Bir sonraki soruya geçelim. Günde ortalama kaç saatinizi ofiste geçirirsiniz? Düzenli olarak yüzmeye başlamak istiyorum aslında. Vaktim olunca yapacağım. Şu sıralar işler biraz yoğundu ama geçecek. Günde sekiz bardak su içiyor musunuz? Bazen. Hayır. Kalemi bırakıp boğazımı temizliyorum. Odanın karşı tarafında, küçücük ağda kâselerini ve tırnak cilalarını düzenlemeye devam eden Maya kafasını kaldırıp bana bakıyor. Maya bugünkü güzellik terapistim. Uzun siyah saçları örülü, örgünün arasında bir tutam beyaz saç, burnunda ise ufacık bir gümüş hız-ma var. “Anketimizi yanıtladınız mı?” diyor yumuşacık sesiyle. “Biraz acelem olduğunu söylemiştim size,” diyorum ben de kibarca. “Bu sorular gerçekten de çok gerekli miydi?” “Sağlık ve güzellik ihtiyaçlarınızı belirleyebilme-miz için hakkınızda olabildiğince çok bilgi edinmek isteriz,” diyor yatıştırıcı ancak acımasız bir tonlamayla. Kol saatime bakıyorum. Dokuz kırk beş. Bunun için hiç vaktim yok. Gerçekten de hiç yok. Ama işte bu benim doğum günü hediyem ve Patsy Teyzeme de söz verdim. Daha doğrusu, bu aslında geçen yılm doğum günü hediyesi. Patsy Teyzem ‘Stresten Arınma Kürü’ için hediye çeki vermişti geçen sene. Kendisi annemin ablası oluyor ve kariyer yapmış kadınlarla ilgili ciddi endişeleri var. Onu her görüşümde beni omuzlarımdan yakalıyor, kaşlarını çatarak suratıma eğiliyor. Hediye çekini yolladığı zarfm içine koyduğu karta da şöyle yazmış: “Kendine Zaman Ayır, Samanthaü!” Ki hakikaten niyet ettim buna. Ama işte çok yoğun bir iki mesele çıktı ve bir baktım ben boş bir an bulana kadar bir sene geçmiş. Carter Spink hukuk bürosunda avukatım ve tam şu anda büyük bir telaş içindeyim. Ama geçici. Düzelecek. Şu önümüzdeki iki haftayı atlatayım, yeter. Her neyse, ondan sonra da Patsy Teyzem bana bu seneki doğum günü kartını gönderdi -ve o anda fark ettim ki hediye çekimin tarihi geçmek üzere. Böylece işte buradayım, …yirmi dokuzuncu yaş günüm. Bembeyaz bir bornoz ve surreal kâğıt terlikler giymiş, bir koltuğa olurmuş bekliyorum. Önümde uzun bir gün var. Max. Sigara içiyor musunuz? Hayır. İçki içiyor musunuz? Evet. Düzenli öğünler halinde, ev yemeği yiyor musunuz? Savunmaya geçecek gibi kafamı kaldırıp bakıyorum.- Bunun ne alakası var şimdi ya? Ev yemeğini üstün kılan nedir? Besleyici, çok çeşitli bir beslenme tarzım var, yazıyorum en sonunda. Ki doğru da. Neyse, herkes Çinlilerin bizden daha uzun yaşadığını bilir -o zaman onların yedikleri yemekten daha sağlıklı ne olabilir ki? E, pizza da Akdeniz yemeği zaten. Muhtemelen evde pişmiş bir yemekten daha bile sağlıklıdır. Hayatınızın dengeli olduğunu hissediyor musunuz? Evet. Hay… Evet. “Bitti,” diye sesleniyorum ve kâğıtları Maya’ya geri veriyorum, okumaya başlıyor. Parmağı kâğıdın üstünde salyangozdan daha ağır ilerliyor. Sanki dünyanın tüm vaktine sahipmişiz gibi. Yani, o sahip olabilir. Yalnız benim cidden ofise geri dönmem gerekiyor. “Cevaplarınızı dikkatlice okudum,” diyen Maya bana düşünceli düşünceli bakıyor, “ve oldukça stresli bir kadın olduğunuz ortada.” Ne? Bunu nereden çıkardı acaba? Forma özellikle de yazdım yani, stresli değilim. “Hayır, değilim.” Son derece rahat olduğumun altını çizen bir bakın-ne-kadar-stressizim bakışı atıyorum ona. Maya ise hiç ikna olmuşa benzemiyor. “Mesleğiniz belli ki sizde çok baskı yaratıyor.” “Baskı altında güçleniyorum ben,” şeklinde açıklıyorum. Ki doğru da. Ben hep böyleydim, ta şeyden beri… Eh, annem ben sekiz yaşındayken şunu söylediğinden beri. Baskı seni güçlendiriyor, Samanthcı. Bütün ailem baskı altında güçleniyor hatta. Aile motto-muz olmuş artık. Erkekkardeşim Peter hariç elbette. Sinir krizi geçirmişti o. Ama geri kalanlar öyle değil. İşimi seviyorum. Bir kontrattaki zayıf halkayı yakalamayı seviyorum. Anlaşmayı bağlamaya yaklaşırken artan adrenalini seviyorum. Uzlaşma heyecanını, tartışmayı, odadaki en vurucu noktaya değinen insan olmayı seviyorum. Sanırım, nadiren, birilerinin omuzlarıma yük bindirdiğini hisseder gibi oluyorum. Büyük beton külçeler gibi, üst üste konuyor sanki ve ben de onları düşürmemeye çalışıyorum, ne kadar yorgun olursam olayım… Aman canım, herkes bazen böyle hisseder. Normaldir. “Cildiniz çok susuz kalmış.” Maya başını sağa sola sallıyor. Usta ellerini yanaklarımda dolaştırıyor ve parmağını çeneme dayıyor, suratı da çok endişeli. “Nabzınız fazla hızlı atıyor. Sağlıklı değil. Peki şu anda gergin inisiniz?” “İşler şu aralar biraz yoğun,” diyerek omuz silki-yorum. “Geçici bir durum. İyiyim.” İşimize baksak olmaz mı? “Evet.” Maya ayağa kalkıyor. Duvara gömülü duran bir düğmeye basıyor ve yumuşacık panflüt ezgileri odayı dolduruyor. “Tek söyleyebileceğim, doğru yere geldin, Samantha. Amacımız stresi yok etmek, bedeni canlandırmak ve arındırmak.” “Çok hoş,” diyorum ben de, söylenenler diğer kulağımdan çıkarken. Şimdi hatırladım, Ukrayna petrol şirketi kontratıyla ilgili David Ellridge’i arayacaktım. “Yeşil Ağaç Merkezinin amacı, müşterilerine bir sükunet sığmağı oluşturmak, gündelik sıkıntılardan uzaklaştırmak.” Maya duvardaki başka bir düğmeye basıyor ve ışıklar azalıp ortam loşlaşıyor. “Başlamadan önce,” diyor yumuşak sesiyle, “herhangi bir sorunuz var mı?” “Aslında var.” Öne eğiliyorum. “Güzel!” diyor sevinerek. “Bugünkü tedaviyi mi merak ediyorsunuz yoksa genel bir soru mu?” “Çabucak bir e-posta atabilir miyim?” diyorum kibarca. Maya’mn tebessümü yüzünde donuyor. “Hemencecik,” diye ekliyorum. “İki saniye bile sür-” “Samantha, Samantha…” Maya başını iki yana sallıyor. “Buraya rahatlamak için geldin. Kendine vakit ayırmak için. E-posta yollamak için değil. Bu bir saplantı! Alkol kadar zehirli. Ya da kafein gibi.” Tanrı aşkına yahu, ben saplantılı falan değilim. Çok saçma. Ben her… eee… otuz saniyede bir e-pos-talarıma bakarım. Mesele şu ki, otuz saniyede çok şey değişebilir. “Hem ayrıca, Samantha,” diye devam ediyor Maya, “bu odada bilgisayar görüyor musun?” “Hayır,” diye cevap veriyorum, itaatkâr bir biçimde loş odada göz gezdiriyorum. “İşte bu yüzden bütün elektronik eşyanızı kasaya bırakmanızı rica ediyoruz. Cep telefonu yasak. El bilgisayan da.” Maya kollarını iki yana açıyor. “Bu bir çeşit inziva. Dünyadan kaçış.” “Tabii.” İsyan etmeden kafa sallıyorum. Kâğıt terliğimin içinde bir BlackBerry sakladığımı söylemek için hiç de uygun bir zaman değil. “Hadi başlayalım o halde.” Maya gülümsüyor. “Havlunun üstüne, kanepeye uzanın. Lütfen saatinizi de çıkarın.” “Saatim bana lazım!” “Bu da bir bağımlılık işte.” Onaylamaz bir tavırla dilini dişetine vurup bir ses çıkarıyor. “Buradayken saatin kaç olduğunu bilmenize gerek yok.” Dikkatlice arkasını dönüyor ve ben de istemeye istemeye saatimi kolumdan çıkarıyorum. Sonra da tuhaf bir biçimde kanepeye yerleşiyorum, çok kıymetli BlackBerry’mi ezmemeye özen gösteriyorum. Elektronik alet yasaktır kuralını okumuştum aslında. Ve diktafonumu da teslim etmedim değil. Ama BlackBerry’siz üç saat geçirmek mi? Yani, ya ofisten ararlarsa? Ya acil bir durum olsa? Mantıklı da gelmiyor zaten. İnsanların rahat olmalarını istiyorlarsa, onları kesinlikle BlackBerry’lerin-den ve cep telefonlarından ayırmamaları gerekir. Her neyse, zaten bornozumun altından görecek hali yok. “Rahatlatıcı bir ayak masajıyla başlayacağım,” diyor Maya ve ayağıma bir losyon döküp dağıtıyor. “Zihnini boşaltmaya çalış.” Tavana bakıyorum, sanki o an yapmam gereken buymuş gibi. Zihnimi boşaltayım. Zihnim bomboş… iıpkı transparan bir… cam gibi… Ellridge meselesini ne yapacağım ya? Adamı aramam gerekiyordu. Benden cevap bekliyordur şimdi. Ya diğer ortaklara laçka olduğumu söylerse? Ya bu da ortaklığımı etkilerse? Alarm dalgalarına kapıldığımı hissediyorum. Şu anda hiçbir şeyi şansa bırakamam. “Bütün düşüncelerini serbest bırak…” diye şakı-yor Maya da. “Gerilimin dağıldığını hisset.” Belki de şipşak bir e-posta atabilirim. Bornozun altından. Kaçamakça aşağı uzanıp BlackBerry’min sert köşesini yokluyorum. En sonunda kâğıt terliğimden çıkarmayı başarıyorum. Maya da her şeyden habersiz ayaklarıma masaj yapmaya devam ediyor. “Vücudun ağırlaşıyor… zihnin iyice boşaldı…” BlackBerry’nin kenarını göğsüme dayıyorum, havlunun altından sadece ekranı görünüyor. Çok şükür oda epey loş.
Sophie Kinsella – Pasakli Tanrica
PDF Kitap İndir |