Mürebbiye İki çocuk şimdi odalarında yalnızlar. Işıklar sönük. Oda ya karanlık çökmüş, sadece yataklarınıri bulunduğu yerde hafif, beyaz bir yansıma görülüyor. Solukları son derece ha fif, insanın uyuduklarına inanacağı geliyor. Ne var ki çocuklardan biri, “Baksana!” diye sesleniyor. Alçak sesle, neredeyse korkarak karanlığın içine seslenen kızlardan küçüğü, on iki yaşında olanı. Ondan sadece bir yaş büyük olan ablası diğer yataktan, “Ne oldu?” diyerek karşılık veriyor. “İyi, daha uyumamışsın . Ben … ben sana bir şey anlat mak istiyordum … ” Karşı taraftan bir yanıt gelmiyor. Sadece yatakta bir hışır tı hissediliyor. Abla yatakta doğrulmuş, diğer tarafa bakarak bekliyor; karanlıkta gözlerinin pırıltısını görmek mümkün. “Ne söyleyecektim… biliyor musun?.. Ama önce sen bana söyle, son günlerde mürebbiyemizde bir değişiklik fark etmedin mi?” Öteki duraksayıp düşünüyor. “Evet,” diyor sonra, “ama ne olduğunu bilemiyorum. Eskisi kadar sert değil. Geçen lerde iki gün ödev yapmadım ve hiçbir şey demedi. Sonra, nasıl söylesem, farklı işte. Sanırım artık bizimle pek ilgilen miyor, hep bir kenara çekiliyor ve eskisi gibi bizimle oyna mıyor.” Stefan Zweig “Bence çok üzgün ve bunu belli etmek istemiyor. Hem artık hiç piyano da çalmıyor.” Tekrar suskunlaşıyorlar. Bir süre sonra abla, “Sen bir şey anlatmak istiyordun, ” diye hatırlatıyor. “Evet, ama bunu hiç kimseye söylemeyeceksin, gerçek ten hiç kimseye, ne anneme ne de en yakın arkadaşına.” “Tamam, tamam!” Ablası sabırsızlanmaya başlıyor. “Ne söyleyeceksin peki?” “Dinle bak … geçen akşam yatmaya çıktığımızda Frau lein’a* iyi geceler dememiş olduğumu hatırladım birden. Artık ayakkabılarımı çıkartmıştım, ama onu şaşırtmak için odasına girerken hiç ses çıkartmadım. Kapıyı dikkatlice aç tım. Önce içeride olmadığını sandım. Işık yanıyordu, ama onu göremedim. O sırada birden birinin ağladığını duyunca çok korktum, sonra Fraulein’ın üzerinde giysileriyle yatak ta uzanmakta olduğunu gördüm, başını yastığa gömmüştü. Hıçkırıkları beni korkutmuştu, ama neyse ki o benim var lığımı fark etmedi. O zaman kapıyı yine usulca kapattım. Öyle titriyordum ki biraz durup bekledim. O sırada kapının ardından yine hıçkırıklarını duydum ve hemen koşarak oda mıza döndüm.” Bir süre ikisi de konuşmuyorlar. Sonra abla alçak sesle, “Zavallı Fraulein!” diyor. Sözcükler odanın içinde yitip gi den boğuk bir tınıyla bir süre titreştikten sonra ortalık yine sessizleşiyor. “Niçin ağladığını bilmek isterdim,” diye küçük kardeş tekrar söze giriyor. “Son zamanlarda kimseyle tartış madı, annem de artık her zamanki eziyetlerinden vazgeçip kızı rahat bıraktı, biz de bir şey yapmadık. O halde niçin ağlıyor?” “Bunu tahmin edebiliyorum,” diyor ablası. “Niçin peki, niçin, bana da söylesene!” • Almancada evlenmemiş kadınlar için kullanılan hitap, mürebbiye anla mında da kullanılır. (ç.n.) 2 Mürebbiye Kız önce duraksayıp sonunda, “Sanırım aşık oldu,” diyor. “Aşık mı? ” Küçük irkiliyor. “Aşık mı? Kime peki? ” “Hiçbir şey fark etmedin mi? ” “Otto’ya değil herhalde? ” “Öyle mi? Peki ya Otto, o Friiulein’a aşık değil mi? De ğilse, üç yıldır bizde kalıp üniversiteye devam eden ve bi zimle asla birlikte bir şey yapmayan bu adam birkaç aydan beri niçin her gün yanımızda? Mürebbiyemiz gelmeden önce onun sana veya bana iyi davrandığını hatırlıyor mu sun? Ama artık bütün gün etrafımızda. Hep de rastlantıyla karşılaşıyoruz, halk bahçesinde veya şehir parkında ya da Prater’de, Friiulein’la neredeye gitmişsek orada onunla kar şılaşıyoruz. Bu senin hiç dikkatini çekmedi mi?” Küçük kız ürkmüş bir halde kekeliyor: “Evet … evet, tabii fark ettim. Ama ben hep sandım ki … ” Sesi alçalıyor, sözlerine devam edemiyor. “Başta ben de anlamadım, biz kızlar hep böyle aptalız işte. Ama Otto’nun bizi bahane olarak kullandığını zama nında fark ettim yine de. ” Şimdi ikisi de susuyor. Konuşacak şey kalmamış gibi. İki si de kendi düşüncelerine, kendi düşlerine dalmışlar artık. O sırada küçük, karanlığın içinden bir kez daha ümit sizce sesleniyor. “Peki, niye ağlıyor o halde? Otto ondan hoşlandığına göre. Ben aşık olmanın güzel bir şey olduğunu düşünmüştüm hep.” “Bilmiyorum,” diyor ablası hayaller içinde, “ben de çok güzel olacağını düşünürdüm.” Sonra bir kez daha uyku yor gunu dudaklarından alçak sesle ve yazıklanarak aynı söz cükler dökülüyor: “Zavallı Friiulein! ” Sonra oda tekrar sessizliğe gömülüyor. Ertesi sabah bu konudan bir daha söz etmiyorlar, ama her biri diğerinin aklından aynı şeylerin geçtiğini hissetmek3 Stefan Zweig te. Birbirlerinin yanından bakmadan geçip gidiyor, uzak durmaya çalışıyorlar, ama ikisi de yan gözle Fraulein’ı ince lediklerinde bakışları ister istemez karşılaşıyor. Yemekte, yıl lardan beri yanlarında yaşayan kuzenleri Otto’yu bir yaban cıymış gibi gözlemliyorlar. Onunla hiç konuşmuyorlar, ama mürebbiyeleriyle işaretleşiyor mu diye, belli etmeden yan gözle izliyorlar. İki kız da tedirgin. O gün oyun oynamak yerine, bu gizemi anlama çabasının gerginliğiyle gereksiz ve rastgele şeyler yapıyorlar. Sadece akşam olduğunda küçüğü sanki hiç umursamıyormuş gibi kayıtsızlıkla, “Yeni bir şey fark ettin mi?” diye sorunca ablası, “Hayır, ” deyip arkasına dönüyor. İkisi de konuşmaya başlamaktan ürküyor bir şekil de. Bu suskun gözlemlerle ve kendilerini hararetli bir gizeme yakın hisseden çocukların tedirgin arayışları içinde birkaç gün geçiriyorlar. Sonunda kızlardan biri, küçük olanı birkaç gün sonra Fraulein’ın sofrada Otto’ya hafifçe göz kırparak bir işaret verdiğini, Otto’nun da başını sallayarak yanıtladığını fark ediyor. Çocuk heyecandan titreyerek masanın altından ya vaşça ablasının eline dokunuyor. Ablası kendisine doğru dönünce gözleriyle karşı tarafı işaret ediyor. Kız durumu he men kavrayarak gerginleşiyor. Daha masadan kalkar kalkmaz Fraulein kızlara, “Ço cuklar şimdi odanıza gidip biraz orada oyalanın,” diyor. “Benim biraz başım ağrıyor, yarım saat kadar dinlenece ğim.” Çocuklar gözlerini yere çevirip birbirlerini uyarmak ister gibi temkinlice el tutuşuyorlar. Mürebbiye uzaklaşır uzaklaşmaz küçük, ablasına doğru dönüyor: “Dikkat et şimdi, Otto da onun odasına gidecek.” “Elbette! Bizi bu yüzden odamıza göndermek istedi.” “Kapının önünde durup dinleyelim.” “Ya birisi gelirse?” “Kim gelecek ki?” “Annem.” 4 Mürebbiye Küçük korkuyor. “Eh, o zaman … ” “Ne yapalım biliyor musun? Ben kapıyı dinleyeyim, sen koridorda kalıp birisi gelirse bana haber ver. Böylesi daha güvenli olur. ” Kardeşi surat asıyor. “Sonra bana bir şey anlatmazsın amal” “Her şeyi anlatacağım!” “Ama her şeyi! Hakikaten her şeyi anlatacaksın!” “Tamam, söz. Sen de eğer birisi gelirse öksüreceksin.” Koridorda heyecanla, titreyerek bekliyorlar. Yürekleri deli gibi çarpmakta. Acaba neyle karşılaşacaklar? İyice bir birlerine sokuluyorlar. Ayak sesleri duyuluyor. Hemen çekilip kenara siniyorlar. Evet, gelen Otto. Elini tokmağa uzattığında kapı açılıyor ve arkasından kapanıyor. Büyük kız ok gibi fırlayarak kapıya yaklaşıyor, nefesini tutup kulak kesiliyor. Küçüğü sabırsız lıkla arkasından bakmakta. Az sonra içini kavuran merakla gözcülük yapacağı yerden ayrılıp usulca kapıya yaklaşınca ablası onu öfkeyle itip uzaklaştırıyor. Yerine gidip bir iki da kika daha bekliyor, ama dakikalar bir türlü geçmiyor. Sabır sızlıktan çatlıyor, ayaklarının altında kızgın bir zemin varmış gibi sürekli kıpır kıpır. Ablası her şeyi işitirken kendisi hiçbir şey duymuyor diye öfke ve heyecandan neredeyse ağlaya cak. O sırada diğer odalardan birinde bir kapı kapanınca hemen öksürüyor. Ve kızlar oradan kaçıp kendi odalarına dalıyorlar. Yürekleri gümbür gümbür, bir süre nefessiz bek liyorlar. Sonra küçük olanı sabırsızlıkla, “Haydi… anlatsana,” diyor. Ablanın yüzünde düşünceli bir ifade beliriyor, sonunda kendi kendine konuşur gibi dalgın, şunları söylüyor: “Hiçbir şey anlamıyorum!” “Peki, ne oldu?” “O kadar tuhaf ki.” 5 Stefan Zweig “Ne … nedir tuhaf olan? ” diyor küçük kız boğulurca sına. Ablası düşünceli. Küçük ona iyice yaklaşmış, tek bir sözcüğü bile kaçırmamak için neredeyse yapışmış bekliyor. “Çok garipti… düşündüğümden çok farklıydı. Sanırım Otto odaya girer girmez ona sarılmak veya öpmek istedi ki, Fraulein, ‘Yapma şunu, seninle ciddi konuşmak istiyorum,’ dedi. Hiçbir şey göremedim, içeriden anahtar takılıydı, fa kat konuşulanları iyice duydum. Bunun üzerine Otto, ‘Ne oldu?’ diye sordu, onun bu şekilde konuştuğunu hiç duyma mıştım. Bilirsin her zaman küstahça ve yüksek sesle konu şur, fakat bunları öylesine çekinerek söyledi ki, bir şeylerden korktuğunu hemen hissettim. Kız da onun yalan söylediğini anlamış olmalı, çünkü alçak sesle ‘Ne olduğunu sen biliyor sun,’ demekle yetindi. ‘Hayır, hiçbir şey bilmiyorum,’ dedi Otto. ‘Demek öyle,’ dedi Fraulein; sesi öylesine, öylesine kederliydi ki, ‘o halde niçin birdenbire benden uzaklaştın? Sekiz gündür benimle tek kelime konuşmadın, benden ka çıyorsun, çocuklarla çıkarken de gelmiyorsun, parka uğ ramıyorsun. Birdenbire yabancı mı olduk? Ah, niçin uzak durduğunu biliyorsun sen.’ Otto bir süre sessiz kaldı, sonra şöyle dedi: ‘Yakında sınavlarım var, çok çalışmalıyım, hiç za manım yok. Başka türlü yapamam.’ O zaman Fraulein ağla maya başladı ve gözyaşları arasında, fakat çok yumuşak ve iyimser bir sesle şöyle konuştu: ‘Otto niçin yalan söylüyor sun ? Doğruyu söylesene, ben bunu gerçekten hak etmedim. Bunu yüz yüze konuşmalıyız, gözlerinden okuyorum zaten.’ ‘Neyi?’ diye kekeledi Otto, ama çok zayıf bir sesle. Sonra Fraulein dedi ki … ” Ablayı birden titreme sarıyor, heyecandan konuşamaz halde. Kardeşi ona biraz daha sokuluyor. “Ne … ne söyledi peki? ” “Dedi ki: ‘Senden bir çocuğum var!’ ” Küçük yıldırım gibi ayağa fırlıyor. “Çocuk mu? Çocuk mu? Ama bu ola naksız! ” 6 Mürebbiye “Fakat Fraulein böyle söyledi.” “Yanlış işitmiş olmalısın.” “Hayır, hayır. Otto da aynı şeyi tekrarladı, aynı senin de yaptığın gibi yerinden uğrayarak bağırdı. ‘Çocuk mu?’ Frau lein uzun süre sesini çıkartmadıktan sonra sordu: ‘Şimdi ne olacak?; Sonra da … ” “Sonra da? ” “Sonra sen öksürdün, ben de kaçmak zorunda kaldım. ” Küçük kız büyük bir şaşkınlığa düşerek şunları söylüyor: “Bir çocuk ha! Bu olacak şey değil ama. Onu nerede sakla yabilir ki? ” “Bilmiyorum. Benim anlamadığım da bu ya. ” “Belki evinde birilerine bırakmıştır… buraya gelmeden önce. Biz varız diye annem getirmesine izin vermemiştir. Bu yüzden de o kadar kederlidir.” “İyi ama, o zamanlar Otto’yu daha tanımıyordu bile. ” Kararsızlık ve çaresizlik içinde düşünürken tekrar sessiz leşiyorlar. Akıllarına takılan şey rahat vermiyor. Yine küçük söze başlıyor: “Bir çocuk! Bu tümüyle olanaksız. Nasıl çocu ğu olur ki? Daha evli bile değil ve ancak evli insanlar çocuk sahibi olabiliyor, bunu biliyorum.” “Belki daha önce evliydi.” “Ah, aptallık etme, Otto’yla değil herhalde.” “Peki, nasıl oluyor da … ” Çaresizlik içinde birbirlerine bakıyorlar. “Zavallı Fraulein,” diyor abla büyük bir üzüntüyle. Du rup durup bir merhamet nidası gibi bu sözcük ağızlarından çıkıyor. Ve her seferinde yeniden merakları alevleniyor. “Kız mı, oğlan mı acaba? ” “Kim bilir … ” “Ne dersin … bir ara soralım mı acaba … uygun bir fırsatta? ” “Delirdin m i sen!” “Niye … bize her zaman çok iyi davranmıyor mu? ” 7 Stefan Zweig “Sen de amma iyimsersin! Bize böyle şeyleri söylemez ler ki. Bizden her şeyi saklıyorlar. Odaya girdiğimizde hep aniden susuveriyorlar, bizimle sanki çocukmuşuz gibi saçma sapan konuşuyorlar, oysa ben artık on üç yaşındayım. Ne diye soralım ki, nasılsa bize her zaman yalan uyduruyorlar.” “Ama ben ne olduğunu bilmek isterdim. ” “Ben istemiyor muyum sanıyorsun? ” “İyi d e Otto’nun bundan nasıl haberi olmaz, işte bunu hiç anlamıyorum. İnsan annesi babası olduğunu nasıl bili yorsa, bir çocuğu varsa bunu da bilir.” “Sadece bilmiyormuş numarası yaptı alçak. Hep oldu ğundan farklı görünmeye çalışır zaten.” “Böyle bir durumda değil ama. Bize büyüklenmeye kal kıştığında öyle yapıyor … ” O sırada mürebbiye içeri giriyor. Hemen susup çalışır gibi yapıyorlar. Ama yan gözle de onu izliyorlar. Mürebbi yenin gözleri kızarık, sesi her zamankinden daha boğuk ve titrek. Çocuklar da son derece sessizler, sonra gözlerini bir den saygıyla karışık bir ürkeklikle mürebbiyeye çeviriyorlar. Ellerinde olmadan, “Bir çocuğu var,” diye akıllarından geçi riyorlar ikide birde, “o yüzden bu kadar kederli. ” Ve yavaş yavaş kendileri de kederleniyorlar. Ertesi gün sofrada kızları hiç ummadıkları bir haber bekliyor. Otto evden ayrılacak. Amcasına, sınavlarının yak laştığı, yoğun çalışması gerektiği ve evde dikkatinin fazlaca dağıldığı şeklinde bir açıklama yapmış. Bu dönemi atlatana kadar bir iki aylığına bir yerlerde bir oda tutacak. Bunu duyduklarında çocuklar büyük bir heyecana ka pılıyorlar. Otto’nun kararıyla dünkü konuşma arasında gizli bir bağlantı olduğunu seziyor, hassaslaşan içgüdüleriy le burada bir korkaklık, bir kaçış olduğunu hissediyorlar. Vedalaşmak için yanlarına geldiğinde ona kaba davranarak arkalarını dönüyorlar. Fakat mürebbiyeleriyle vedalaşırken 8 Mürebbiye yan gözle izliyorlar. Kızın dudakları titriyor, ama tek söz et meden sakince elini uzatıyor. Son birkaç gündür çocuklarda büyük bir değişiklik var. Oyun oynamayı, gülmeyi unuttular; gözlerindeki neşeli, kaygısız pırıltı silindi. İçlerine bir huzursuzluk ve belirsiz lik duygusu çöktü, çevrelerindeki herkese karşı yoğun bir güvensizlik hissediyorlar. Kendilerine söylenen hiçbir şeye inanmıyor, her sözün arkasında bir yalan ve kasıt arıyor lar. Bütün gün etraflarını izleyip gözetliyorlar, her kıpırtıyı, her titremeyi fark ediyor, her sesi duyuyorlar. Gölge gibi herkesin peşinde dolaşıyor, bir şeyler yakalayabilmek için kapıları dinliyorlar, etraflarındaki sırların karanlık ağlarını, onları isteksizce yüklenen omuzlarından silkeleyebilmek ve gerçeklerin dünyasına hiç olmazsa şöyle bir göz atabilmek için tutkulu bir istek duyuyorlar. Çocuklara özgü inanç, o neşeli ve kaygısız körlük onları terk etti. Üstelik olayların ağırlığından yakında yeni bir şeyler olacağını hissediyor lar ve bunu kaçıracaklarından korkuyorlar. Etraflarının yalanlarla çevrili olduğunu anladıklarından beri katılaşıp sinsileştiler, yalancı ve hilekar davranmaya başladılar. Anne babalarının yanındayken sahte bir çocuksuluğa bürünüyor ve sonra ani bir taşkınlığa kapılıp hareketleniveriyorlar. Asa bi bir huzursuzluk tüm varlıklarını sardı, eskiden yumuşak bir ışıkla parlayan gözleri şimdi daha kıvılcımlı, daha derin. Sürekli çevreyi gözetlemek ve casusluk yapmaktan öylesine çaresizliğe kapılmış durumdalar ki birbirlerine olan sevgi leri yoğunlaştı. Bazen bilgisizliklerini fark etmenin verdiği duyguyla kabaran şefkat ihtiyacına yenik düşerek aniden birbirlerine sımsıkı sarılıyor veya gözyaşlarına boğuluyorlar. Yaşamları aniden nedensiz bir krize girmiş gibi görünüyor. İçlerinde yeni yeni uyanan duyarlıkla hissettikleri pek çok üzüntü içinde bir tanesi özellikle ağır basmakta. Keder içindeki mürebbiyelerini olabildiğince sevindirmek için hiç konuşmadan sessizce anlaştılar. Ödevlerini gayret ve özenle 9 Stefan Zweig yapıyorlar, birbirlerine yardım ediyorlar, sessiz duruyorlar, şikayete yol açacak hiçbir olasılık yaratmıyorlar, kendilerin den beklenenleri daha istenmeden yapıyorlar. Fakat Frau lein bunların hiçbirini fark etmediği için çok üzülüyorlar. Son zamanlarda bambaşka biri oldu. Bazen kızlardan biri ona bir şey söylediğinde uykudan uyandırılmış gibi irkili yor. O zaman önce nerede olduğunu anlamaya çalışarak bakmasından, çok uzaklardan geri döndüğü anlaşılıyor. Çoğunlukla saatlerce oturduğu yerde kalıp hayallere dalı yor. Bu durumda kızlar onu rahatsız etmemek için parmak uçlarına basarak etrafında dolaşıyor, belirsiz ve gizemli bir şekilde onun uzaklarda bir yerlerde olması gereken çocuğu nu düşündüğünü hissediyorlar. Ve şimdi öylesine yumuşak ve şefkatli olan mürebbiyelerini artık uyanmakta olan dişi liklerinin derinliklerinden gelen bir duyguyla giderek daha fazla sevmeye başladılar. Kızın eskiden canlı ve neşeli olan yürüyüşü artık durgunlaştı, hareketleri daha temkinli bir hal aldı ve çocuklar bütün bunlarda gizli bir keder seziyor lar. Onu hiç ağlarken görmüyorlar, fakat gözkapakları hep kızarık. Mürebbiyelerinin çektiği acıyı onlardan saklamak istediğini görüyorlar ve yardım edemedikleri için çaresizlik içindeler.
Stefan Zweig – Murebbiye
PDF Kitap İndir |