Stephen King – Cep

Medeniyet ikinci karanlık çağına pek de şaşırtıcı olmayan kanlı bir yol üzerinde girdi ama giriş sürati, en karamsar fütürist tarafından bile öngörülemedi. Sanki ilerlemek için hazır bekliyordu. Ekim ayının ilk günü Tanrı cennetinde, borsa 10.140 seviyesinde ve uçakların çoğu da gecikmesizdi (Chicago’ya inip kalkanlar hariç, ama bu zaten beklenmedik bir şey değildi). Đki hafta sonra gökyüzünün tek hâkimi yine kuşlar olmuş, borsa ise tarihe karışmıştı. Cadılar Bayramı geldiğindeyse New York’tan Moskova’ya tüm büyük şehirler kokuşmuş ve bilinen haliyle dünya, bir hatıradan ibaret kalmıştı. Daha sonra Frekans adıyla anılacak olan olay 1 Ekim günü öğleden sonra, standart doğu saatiyle üçü üç geçe başladı. Đsim olaya uygun değildi elbette, ama olayı takip eden on saat içinde buna dikkat çekebilecek olan bilim adamlarının çoğu ya çıldırmış ya da ölmüştü. Zaten ismin pek de bir önemi yoktu. Asıl önemli olan, etkiydi. O gün saat üçte, tarihin sayfalarında önemli bir yeri olmayan genç bir adam Boston’da, Boylston Caddesi’nde doğuya doğru, attığı her adımı da neredeyse zıplayarak yürüyordu. Đsmi Clayton Riddell idi. Yüzünde, adımlarındaki canlılıkla uyumlu katıksız bir memnuniyet ifadesi vardı. Sol elinde bir ressama ait olduğu hemen anlaşılan, kapanıp seyahat çantası olabilen bir evrak çantası taşıyordu. Sağ elinin parmaklarına ise üzerinde okumaya tenezzül edecekler için küçük hazineler yazan kahverengi plastik poşetin ipleri dolanmıştı. Poşetin içinde öne arkaya sallanan küçük, yuvarlak bir cisim vardı. Bir hediye olduğunu tahmin edebilir ve yanılmamış olurdunuz. Gayton Rid-dell’in küçük hazineler’den biriyle küçük (ya da belki büyük) bir zafer kazanmayı amaçlayan genç bir adam olduğunu da tahmin edebilir ve yine yanılmamış olurdunuz. Poşetin içindeki yuvarlak cisim, ortasında gri bir karahindiba tüyü yığını bulunan pahalı bir kâğıt ağırlığıydı. Hediyeyi, Copley 13 Stephen Kin Square Oteli’nden kendisinin kaldığı ve çok daha mütevazı olan Atlantic 1 Stepken King Avenue Inn’e yaptığı yürüyüş sırasında satın almıştı. Ağırlığın altındaki doksan dolarlık etiket onu ürkütmüş ama artık böyle bir şeyi satın alabilecek durumda olduğu gerçeğini fark etmek ise daha da korkutmuştu. Kredi kartını tezgâhtara uzatmak neredeyse fiziksel cesaret gerektirmişti. Kâğıt ağırlığını kendisi için almaya kalksa yapabilir miydi bilmiyordu; muhtemelen fikrini değiştirdiğine dair bir şeyler mırıldanır ve mağazadan hızla ayrılırdı. Ama hediye Sharon içindi. Sharon böyle şeyleri severdi ve ondan da hâlâ hoşlanıyordu; Boston’a gelmek üzere ayrılmadan önce Clay’e her zaman arkandayım, bebeğim demişti. Önceki yıl birbirlerine yaşattıkları azabı düşündükçe Clay’e bu söz çok dokunmuştu. Şimdi o da onu etkileyecek bir jest yapmak istiyordu, tabi bu hâlâ mümkün olabilirse. Kâğıt ağırlığı küçük bir şeydi (bir küçük hazine) ama Sharon’ın kürenin ortasındaki açık gri sisi andıran bölüme bayılacağından emindi. 2 Clay’in dikkati dondurma kamyonunun melodisiyle dağıldı. Kamyon Four Seasons Oteî’inin (Bu Otel, Copley Square’den bile daha gösterişliydi.) karşısına, Boylston boyunca iki üç blok kadar uzanan Boston Par-kı’mn yanma park edilmişti. Kamyonun kasasına, dans eden bir çift külah resminin üzerine rengârenk harflerle mistersoftee yazılmıştı. Okul çantalarını ayaklarının dibine bırakmış, üç çocuk, dondurmacının önünde, bekliyordu. Çocukların arkasında elinde bir kanişin tasmasını tutan, pantolon ceket giymiş bir kadın ve baş başa verip konuşabilmek için (Ciddi bir konuşma olsa gerekti, kıkırdamalar yoktu.) ĐPod’lanmn kulaklıklarını omuzlarının üzerinden göğüslerine doğru sarkıtmış, düşük belli kot pantolonlar giymiş iki genç kız duruyordu. 14 Cep i Clay, kızların arkasında durarak küçük grubu bir bekleme sırası haline getirdi. Ayrı olduğu karısına bir hediye almıştı, dönüşte ComixSupre-me’e uğrayıp oğluna Örümcek Adam’m yeni sayısını alacaktı; bu arada kendine de küçük bir ayrıcalık yapabilirdi. Haberi Sharon’a vermek için sabırsızlanıyordu, ama ona eve dönmeden, yani üç kırk beş civarından önce ulaşması mümkün değildi. Muhtemelen onunla konuşana kadar Inn’deki küçük odasını arşınlayacak, gözleri sık sık evrak çantasına takılarak vaktin geçmesini bekleyecekti. O arada Mister Softee için birkaç dakikasını ayırmasının mahzuru yoktu. Kamyondaki adam, üç çocuğa siparişlerini verdi; iki çubuklu dondurma ve hepsinin ücretini ödediği anlaşılan ortadaki çocuk için bir külahta canavar porsiyon vanilyalı çikolatalı. Çocuk bol kot pantolonunun cebinden bir dolarlık banknotlar çıkarırken kanişi olan pantolon ceketli kadın elini omzuna astığı çantasına daldırdı ve bir cep telefonu çıkararak -takım giyen kadınlar artık kredi kartları ve cep telefonları olmadan evden çıkmıyordukapağını açtı. Arkalarında, parkta, bir köpek havladı ve biri bağırdı. Ses Clay’e pek mutlu gibi gelmemişti ama dönüp baktığında tek görebildiği, yürüyüş yapan birkaç kişi, ağzında frizbiyle koşan bir köpek (Tasmasının takılı olması gerekmiyor mu, diye düşündü.), gün ışığıyla yıkanan yeşil alanlar ve davetkâr gölgelikler oldu. Đlk çizgi romanını -ve devamını, üstelik ikisini de inanılmaz bir rakama- satmış bir adamın oturup külahta çikolatalı dondurma yemesi için çok uygun bir yer gibi görünüyordu. Önüne döndüğünde bol kot pantolonlu çocuklar gitmiş, takım elbise giymiş bir kadın meyveli dondurma siparişi veriyordu. Arkasındaki kızlardan birinin kalçasında nane yeşili bir cep telefonu vardı, pantolon ceketli kadınınki ise kulağına dayanmıştı. Clay bu tür bir davranışla karşılaştığı zaman zihninin bir düzleminde öyle veya böyle yaptığı gibi bir zamanlar son derece kaba bulunacak bir davranışın (evet, tamamen yabancı biriyle 15 Stephen King iş amaçlı bile olsa) artık günlük hayatın kabullenilmiş bir parçası haline geldiğini düşündü. Bunu Kara Gezgin’e koy, hayatım, dedi Sharon. Sharon’ın kafasının içinde tuttuğu hali sıkça konuşur ve lafından çekinmezdi. Ayrılmış olsunlar olmasınlar bu, gerçek dünyadaki Sharon için de geçerliydi. Ancak sözlerini cep telefonundan duymazdı zira Clay’in cep telefonu yoktu. Nane yeşili telefon Johnny’nin bayıldığı o Çılgın Kurbağa melodisinin ilk notalarını çalmaya başladı… Neydi adı, “Axel F” mi? Haürlayamı-yordu, muhtemelen zihni bu bilgiyi bloke ettiği içindi. Telefonun sahibi olan kız cihazı kalçasından çekip, “Beth,” diyerek açtı. Bir süre dinledi, gülümsedi ve yanındaki arkadaşına, “Beth arıyor,” dedi. Arkadaşı ona yaklaştı ve ikisi de dinlemeye başladılar, saç kesimleri neredeyse tıpatıp aynıydı (Clay kızların cumartesi sabahları televizyonda yayınlanan çizgi filmlerdeki karakterlere benzediğini düşündü; mesela Demirbilek Kız-lar’a.) ve öğle üstü esintisiyle dalgalanıyorlardı. “Maddy?” dedi pantolon ceket giymiş kadın# neredeyse aynı anda. Elindeki tasmanın ucundaki kaniş (Tasmanın rengi kırmızıydı ve pırıltılar saçıyordu.) sakince oturmuş, Boylston Caddesi’ndeki trafiği seyrediyordu. Yolun karşısında, Four Seasons’da, kahverengi üniforması içinde (Nedense hep kahverengi veya mavi olurlardı.) kapı görevlisi büyük ihtimalle bir taksi durdurmak için el sallıyordu. Turistlerle hınca hınç dolu, karaya hiç yakışmayan kocaman bir amfıbik tekne geçti. Şoförün megafondan yayılan sesi tarihi bilgiler veriyordu. Nane yeşili telefonu dinleyen iki kız göz göze gelip bir şeye gülümsedi ama yine kıkırdama yoktu. “Maddy? Beni duyabiliyor musun? Duyabi…” Pantolon ceket giymiş kadın tasmayı tutan elini kaldırıp uzun tırnaklı parmaklarından biriyle boşta olan kulağını tıkadı. Kadının kulak zarı için endişelenen Clay yüzünü buruşturdu. Bir an onu çizdiğini hayal etti: tasmanın ucundaki köpek, takım, son moda kesilmiş kısa saçlar… ve kula16 Cep gına soktuğu parmağının kenarından süzülen bir kan damlası. Kareden çıkmak üzere olan amfibik tekne ve geri plandaki kapı görevlisi çizime bir şekilde gerçeklik katmakta. Katacağını biliyordu. “Maddy, sesin kesiliyor! Sana saçımı yeni kuaförde yaptırdığımı… saçım?… SAÇ…” Mister Softee kamyonundaki adam eğilip dondurmayı uzattı. Beyaz dondurmanın üzerinden çikolata ve çilek sosu süzülüyordu. Dondurmacının hatifçe uzamış sakallarla kaplı yüzü ifadesizdi. Tüm bunları daha önce de gördüğünü anlatır gibiydi. Clay görmüş olduğundan emindi, çoğunu iki kez. Parkta biri çığlık attı. Clay kendi kendine bunun neşeli bir haykırış olduğunu söyleyerek tekrar omzunun üzerinden geriye baktı. Boston Parkı’nda, güneşli bir öğle sonrasında, saat üçte ancak neşeli sesler olabilirdi. Değil mi? Kadın, Maddy’ye anlaşılmaz bir şey söyledikten sonra bileğinin alışkın bir hareketiyle telefonu kapadı. Çantasına geri koyduktan sonra orada ne aradığını, hatta nerede olduğunu bile unutmuş gibi öylece durdu. “Borcunuz dört elli,” dedi Mister Softee kamyonundaki adam dondurmayı uzatmaya sabırla devam ederek. Clay o arada şehirde her şeyin ne kadar pahalı olduğunu düşündü. Belki pantolon ceket takım giymiş kadın da aynısını düşünmüştü -en azından Clay’in ilk izlenimi buydu-çünkü kadın hiçbir şey yapmadan durmaya devam etti. Üzerinden soslar süzülen dondurmaya hayatında ilk kez görmüş gibi bakıyordu. Sonra parktan bir başka haykırış yükseldi. Bu seferki bir köpeğin şaşkın ve acı dolu havlamasıydı. Clay dönüp baktığında daha önce ağzında frizbiyle koşmakta olan köpeği gördü. Đrice bir köpekti, belki de bir Labrador. Clay köpek cinslerini pek bilmezdi, çizmesi gerektiğinde bir kitap alıp oradan kopyalardı. Takım elbise giymiş bir adam köpeğin yanında diz çökmüş, boynunu kavramıştı ve gördüğümü sandığım şeyi görüyor olamam, diye düşündü Clay… köpeğin kulağım ısırıyordu. Köpek tekrar 17 F:2 Stephen King bağırıp kaçmaya çalıştı. Takım elbiseli adam köpeğin gitmesine izin vermedi ve evet, hayvancağızın kulağını ısırıyordu. Clay olanları izlemeyi sürdürürken adam dişleriyle köpeğin kulağını kafasından kopardı. Köpek bu kez neredeyse insan çığlığına benzeyen bir ses çıkardı ve yakınlardaki gölcükte yüzen ördekler haykırarak havalandı. “Rast!” diye bağırdı Clay’in arkasından biri. Kulağa rast gibi gelmişti. Rahat veya rasat olabilirdi ama daha sonra doğru duyduğuna karar verdi: bu bir kelime değil, saldırganlık belirten, anlaşılmaz bir sesti. Dondurma kamyonuna doğru dönmüştü ki Takım Giymiş Kadın’ın servis penceresinden hızla uzanıp Mister Softee Satıcısı’nı yakalamaya çalıştığını gördü. Kadın, adamın beyaz önlüğünün sarkan kısımlarını yakalamıştı ama satıcının şaşkınlıkla geriye doğru attığı adım kurtulmasını sağladı. Kadının topuklu ayakkabılarının yerle teması bir an için kesildi ve tezgâha sürtünen ceketindeki düğmelerin tıkırtısı duyuldu. Dondurma düşüp gözden kayboldu. Clay, kadının yüksek topuklu ayakkabıları kaldırıma inerken ceketinin sol koluna bulaşmış olan dondurma ve sosu gördü. Kadın dizleri bükülerek tökezledi. Yüzündeki mesafeli, iyi yetişmiş birinin toplum içinde takındığı ifade (Clay’e göre bu, kaldırımdaki isimsiz insanların genel yüz ifadesiydi.) yok olmuş, yerini gözlerinin kısılmasına ve dişlerinin ortaya çıkmasına yol açan çarpık bir ifade almıştı. Üst dudağı, içteki kadın cinsel organı kadar mahrem, kadifemsi pembe eti görünecek şekilde tamamen yukarı kıvrılmıştı. Kaniş tasmasını peşinde sürükleyerek caddeye doğru koştu. Daha yolun yarısına varamadan siyah bir li-muzin gelip köpeği ezdi. Bir an önce kabarık tüylerden ibaret olan kaniş, bir an sonra kanlı iç organlardan oluşmuş bir yığına dönüşmüştü. Zavallı hayvan muhtemelen öldüğünü daha kavrayamadan köpekler cennetinde havlamaya başlamıştı, diye düşündü Clay. Derinlerde bir yerde şokta olduğunu biliyordu ama bu, şaşkınlığının şiddetini kesinlikle azalt18 Cep iniyordu. Bir elinde kahverengi hediye poşeti, diğerinde evrak çantasıyla ağzı bir karış açık halde, kaldırımda duruyordu. Bir yerlerde (Köşenin ardında, Nevvbury Caddesi’nde gibiydi.) bir şey infilak etti. iPod kulaklıklarının üzerindeki saçları birbirinin aynı modeldi ancak nane yeşili cep telefonunun sahibi olan sarışın, arkadaşıysa esmerdi; Sarisin Kız ve Esmer Kız. Sarışın Kız’ın telefonu yere düşüp parçalanmıştı. Takım Giymiş Kadın’ı bileğinden yakaladı. Clay, Sarışın Kız’ın kadını Mister Soltee Satıcısı’na saldırmaktan veya köpeğin ardından caddeye fırlamaktan alıkoyma niyetinde olduğunu düşündü (o şartlar altında ne kadar düşünülebilirse). Hatta zihninin bir parçası sağduyusu için kızı alkışlıyordu. Esmer Kız ise küçük ellerini göğsüne bastırmış, gözleri iri iri açılmış halde gerilemekteydi. Clay elindekilerı olduğu yere bıraktı ve Sarışın Kız’a yardım etmek için o tarafa yöneldi. Caddenin karşısında – bunu göz ucuyla fark etmişti-bir araba yalpalayarak Four Seasons’ın önündeki kaldırıma çıktı ve kapı görevlisinin panikle kaçmasına yol açtı. Otelin önünden çığlıklar yükseldi. Ve Clay, Sarışın Kız’a Takım Giymiş Kadın için yardım edemeden Sarışın Kız küçük güzel suratını bir yılan hızıyla ileri uzattı, genç ve şüphesiz çok kuvvetli dişleri ortaya çıktı ve Takım Giymiş Kadın’ın boynunu ısııdı. Kan, inanılmaz bir şiddetle fışkırdı. Sarışın Kız yüzünü kanlı boyna gömdü. Kanla duş alır gibi ıslanıyor, hatta belki içiyordu… Clay bundan neredeyse emindi. Sonra Pantolon Ceket Giymiş Kadın’ı bez bebekmiş-çesine sarsmaya başladı. Kadın ondan daha uzundu, kızdan en az yirmi kilo ağır olmalıydı, ama kız, onu öyle bir şiddetle sarsıyordu ki kadının başı öne arkaya sallanıyor, boynundan daha da fazla kan fışkınyordu. Kız aynı arıda kanla sıvanmış yüzünü masmavi ekim göğüne doğru kaldırdı ve zafcı tınısını andıran bir tonla haykırdı. Delirmiş, diye düşündü Clay. Keçileri tamamen kaçırmış. 19 Stephen King Esmer Kız bağırdı. “Kimsiniz? Neler oluyor?” Sarışın Kız, arkadaşının sesini duyunca kanlı kafasını hızla çevirdi. Alnına düşen perçemlerinden kan damlıyordu. Gözleri kanlanmış yuvalarında beyaz lambalar gibi görünüyordu. Esmer Kız irileşmiş gözlerle Clay’e baktı. “Kimsiniz?” diye tekrarladı… Sonra: “Ben kimim?” Sarışın Kız, Takım Giymiş Kadın’ı bıraktı. Kadın, şahdamarından hâlâ kan fışkırır halde kaldırıma yığıldı. Sarışın Kız, daha az önce samimi bir şekilde telefona birlikte kulak verdiği arkadaşının üzerine atıldı. Clay hiç düşünmedi. Düşünseydi Esmer Kız’ın boğazı da yerde yatmakta olan kadın gibi parçalanmış olabilirdi. Bakmadı bile. Sadece sağ tarafına, yere uzandı, küçük hazineler torbasının sapını kavradı ve ellerini mavi göğe doğru kaldırarak eski arkadaşına saldıran Sarışın Kız’ın kafasının arkasına savurdu. Iskalasa… Iskalamadı, hatta tam hedefi buldu. Poşetin içindeki cam kâğıt ağırlığı Sarışın Kız’ın kafasının tam arkasına indi ve boğuk bir çıtırtı duyuldu. Sarışın Kız’ın biri kanlı, biri temiz olan elleri iki yanma düştü ve arkadaşının ayaklarının dibine bir çuval gibi yığıldı. “Neler oluyor?” diye bağırdı Mister Softee Satıcısı. Sesi fazlasıyla yüksek çıkmıştı. Belki bu tenor sesin kaynağı şoktu. “Bilmiyorum,” dedi Clay. Kalbi davul gibi çarpıyordu. “Çabuk, yardım et bana. Diğeri kan kaybından ölecek.” Arkalarından, Newbury Caddesi’nden bir trafik kazasının şüpheye yer bırakmayan şangırtılı gürültüsü yükseldi ve metal seslerini çığlıklar takip etti. Çığlıkların ardından bir patlama daha oldu. Bu seferki çok daha sarsıa ve şiddetliydi. Mister Softee kamyonunun arkasında bir başka araba Boyls-ton Caddesi’nin üç şeridini aşıp birkaç yayayı ezerek Four Seasons’ın bahçesine daldı ve burnu döner kapıya geçmiş olan diğer arabaya arkadan bindirdi. Đlk araba bu darbenin şiddetiyle döner kapıya iyice geçti ve yamulma20 Cep larına sebep oldu. Clay kapıda sıkışıp kalmış kimse olup olmadığını göremedi zira ilk arabanın radyatöründen yükselen buharlar görüş alanını kapatıyor

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir