Sultan Vahdettin – Ben Hain Degilim

Bugünlerde misafirlerinin üzerine serin gölgelerini salan asır-dîde ağaçlarıyla Yıldız Parkının içerisinde bulunan Malta Köşkünün küçük bir odasındayız. 16 Kasım 1922 tarihinde bu şirin köşk, ömrünün en kâbus dolu gecelerinden birini yaşamaktadır. Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahdettin (aslı Vahîdüddin) o gün İngilizlerin İşgal Orduları Başkomutanı General Harrington’a bir mektup yazarak İstanbul’da hayatını tehlikede gördüğü için sığınma talebinde bulunmuş, bir an evvel İstanbul’dan “mahall-i âhare” (bir başka yere) naklini istemiştir. Yalnız imza yerinde “Padişah” değil, yalnızca ”Halife-i Müslimîn Mehmed Vahîdüddin” yazısı okunmaktadır. Çünkü 15 gün önce saltanat rejimi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kaldırılmış ve Osmanlı Devleti’nin “münkariz”, yani tarihe karışmış bulunduğu kanunla belirlenmiş, Osmanoğulları üzerinde yalnızca Hilafet unvanı bırakılmış, bu da TBMM’nin meşru hakkı sayılarak “Türkiye Devleti makam-ı Hilafetin istinadgâhıdır” hükmünü içeren önergenin 6. maddesiyle kanunlaşmıştır. Tam 101 pare top atışıyla kutlanmıştı bu önemli olay. İlginç bir tevafuk eseri olarak o akşam Mevlid kandilidir ve saltanatın kaldırılmasının bu mübarek güne rastlamış olması uğur telakki edilip o akşam ile ertesi gün resmî bayram ilan edilmiştir. Bir başka deyişle Saltanatın kaldırılması bayramı bile dinî bir vesileyle kutlanmıştır! 623 yıllık, okumakla bitmeyecek büyük bir destanı arkasında bırakan Sultan Vahdettin, Malta Köşkünün bu ıssız odasında uykusuz bir gece geçirmeye hazırlanmaktadır. Atalarını düşünür, Fatih’i, Yavuz’u, Kanuni’yi. Bir de bugünü. Ağabeyi Sultan II. Abdülhamid’in imparatorluğun sınırlarını 30 yıl tutabilen kudretli elini hatırlar, özler. Bir Osmanlı padişahının bu acınası duruma düşmesinin, düşmanı olan İngilizlere iltica talebinde bulunmasının ağırlığını dakika dakika bir zehir gibi içer.


Elinin altındaki saray hazînesinden ve değerli eşyasından yanına tek parça almadığı gibi, henüz 4 aylıkken kaybettiği babası Abdülmecid’den kalma elmaslı sorguç ve som altından bir çekmeceyi makbuz karşılığında Hazine-i Hassa müdürüne eliyle teslim eder. Yanına, Sultanlık tahsisatı olan 50 bin liradan başka bir para almadan ertesi sabah İngilizlerin gönderdiği otomobillerle Malta Köşkü’nden Dolmabahçe Sarayı’na geçer, oradan da İngiliz donanmasına ait bir istimbotla Malaya zırhlısına. Derken Malta adasında göreceğizdir onu. Sonra Mekke, San Remo ve son durağı olan Şam’da. 1926 Mayıs’ında San Remo’daki Villa Manolya’da sefalet içinde vefat ettiğinde cenazesi, çevredeki esnafa olan borcunu ödeyemediği için rehin tutulur. Ta ki para ödeninceye kadar. Sonra apar topar çıkartılıp Suriye’nin başkenti Şam’da, dedesi Kanuni Sultan Süleyman’ın yüzyıllar önce yaptırdığı Süleymaniye Camii’nin minaresi altındaki bir mezara defnedilir. Tarihteki en köklü devlet tecrübelerinin birinin içinden gelen Vahdettin, bulunduğu konumun gerektirdiği sorumluluğu, Osmanlı deyişlerinden biriyle söylersek “saltanat ırzı”nı daima korumuş ve sürdürmüştü. Ülkesinden “hicret etmek” zorunda kalmasına rağmen hiçbir zaman bir karşı ihtilale girişmeyi düşünmedi, bu tür tekliflerle kendisine gelenleri daima geri çevirdi, hatta Mekke’deyken Hilafeti devralmak isteyen Şerif Hüseyin’in kendisini siyasetine alet edeceğini fark eder etmez, İtalya’ya dönmüş ve muhtemelen kalsaydı sahip olabileceği bazı maddî ödülleri de elinin tersiyle geri çevirmeyi bilmişti. Osmanlı’ydı ve Osmanlı olmanın ağırlığını, o en çetin dönemlerinde bile asla unutmamıştı. İngilizlere sığındığı halde onların elinde oyuncak olmaması, nasıl büyük bir ailenin torunu olduğunu ve bunun getirdiği sorumluluğu o şartlarda dahi unutmamış olması bile yeter bunu ispat için. Kaçışın siyasî zemini üstüne… Sultan Vahdettin hakkında en çok sorulan soru, ister istemez neden vatanını terk edip de düşmanların eline kaçtığı üzerinde odaklanmaktadır. Gerçekten de cevaplanması çok zor bir sorudur bu. Hele Osmanlılık şuurundan bahsediyorsak… Her şeyden önce o karanlık günlerin koordinatlarını zihnimizde iyi tespit etmemiz gerek. Birincisi, yukarıda belirttiğimiz gibi, Saltanat 1 Kasım 1922 tarihinde TBMM tarafından kaldırılmış ve Vahdettin’in üzerinde yalnızca Halifelik unvanı kalmıştır; yani yurt dışına giderken padişah değildir! İkincisi, 5 Kasım 1922 akşamı İsmet Paşa ve heyeti trenle Lozan’a hareket etmiştir.

Dahası, İngiltere, Fransa ve İtalya barış görüşmelerine Osmanlı hükümetinin de katılmasını istemektedirler. Hatta bu isteklerini Sadrazam Tevfik Paşa’ya da bildirmişlerdir. Ancak Tevfik Paşa, Ankara hükümetine de haber vermiş, görüşmelere beraber katılmalarını teklif etmiştir. Ortam gerginleşmiş ve savaşı kazanan Ankara hükümeti, İstanbul’un bu işe ortak edilmesini hazmedememiştir. Rauf Orbay’ın deyişiyle TBMM gayet kızgın ve asabidir. Her şeye rağmen artık yalnız Halife de olsa, Vahdettin’in tarafını tutanlar ile muzaffer Ankara hükümeti yanlıları arasındaki uçurum gitgide büyümekte, öte yandan da Yıldız Sarayı’nın çevresinde gösteriler yapılmakta ve ara sıra silah atılarak sarayda bir tedhiş havası uyandırılmak istenmektedir. İşte 16 Kasım günü “Halife-i Müslimîn” Vahdettin’in aldığı kahredici nitelikte kararın arkasındaki siyasî zemin budur. Vahdettin’in yurdu terk ettiği haberi Meclis’e işte bu kızgınlığın doruğa ulaştığı ortamda bir bomba gibi düşmüştür. Bu durumda sormak gerekmez mi: Vahdettin “Ben bu siyasî mücadelede yokum” diyerek çekip gitmekle Ankara’nın Lozan’daki işini kolaylaştırmamış mıdır? Eğer kalmış olsaydı, muhtemelen Lozan’da işler daha da karışmayacak ve zaten bocalayan diplomasimizin elleri daha fazla bağlanmayacak mıydı? Nitekim hemen ertesi günü (18 Kasım 1922) Veliahd Abdülmecid, TBMM tarafından halife seçilmemiş midir? Konyalı Mehmed Vehbi Efendi tarafından hal, daha doğrusu “hilafetten indirme” fetvası verilen Vahdettin’in yurt dışına gitmesi, muhakkak ki Ankara’nın işini büyük ölçüde kolaylaştırmıştı. Nitekim bu anlamlı çabasının takdir edilmeyişine tepki gösterdiği bir konuşmasında sonraları şu anlamlı cümleleri söylemiştir: “Facialara ve olaylara kalkan olamadı isem de, paratoner vazifesi gördüm. Bütün musibetleri üzerime çektim, kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir