İskender Pala – Şah & Sultan

Ilık yaz akşamlarında, meşe dallarının yaprakları arasından göz kırpan yıldızlara doğru uçup gittiğimi düşünmek, tekdüze ömrümün en heyecanlı eğlencesi haline gelmişti. Bahardan bu yana gözlerimi karanlıkta yıldız aramaya alıştırmıştım. Babaydar’ın son günlerde iyiden iyiye artan dalgınlık hallerine ve “Ey yolcu, sevgiye yürü, ta ki hakikate eresin!” diye bana duyurmak ister gibi kendi kendine mırıldanmasına aldırmadan yıldızlarımı topluyordum. Artık cırcır böceklerinin ritmik seslerine yetişebiliyor, onların her ötüşünde yeni bir yıldıza daha gidiyor, uçsuz bucaksız göklerde el değmemiş bir yıldızımın daha olmasından haz duyarak elimdeki çakıllardan birini daha yıldız torbama doldurabiliyordum. Sessizliğin en koyu vaktinde bir yıldızda tek başına olmak ve her şeye hükmetmek bir çocuk için sultanlık değil de nedir!?. Babaydar benim tek akrabamdı. Yahut ben öyle zannediyordum. Kış gelince köydeki kerpiç evimizin eşyasız odasındaki ocak başında, yaz günlerinde ise şu yaşlı meşenin dalları arasına çattığımız yüksek duldamızda birbirimizin varlığına güvenerek yaşayıp gidiyorduk. Bana okuma yazma öğrettiği son bir yılın kuşluk saatlerini hariçte tutarsak hayatımız derin bir sıradanlıkla kuşatılmış gibiydi. Gerçekte benim neyim olurdu, bilmiyordum. Babaydar diyordum ama babam mıydı, dedem miydi, yoksa beni yanma almış hayırsever bir ihtiyar mıydı, hâlâ benim için bir muammadır. Varlık ve sahiplenme düşüncesinin kerpiç bir ev ile bir duldadan ibaret olduğunu ve köyün karşısındaki dağın arkasında dünyanın son bulduğunu düşünen sekiz yaşındaki yalnız bir çocuk için, o gün bunların fazla da önemi yoktu zannederim. Ona annemi sorduğum bir gece, ta sabaha kadar yorganımın altında ağlamama yol açacak öyle azarlayıcı sözler işitmiştim ki bir daha annem veya babam hakkında bir tek kelime edemedim. Bu konuda zihnimdeki soruları dile getirirsem beni terk edeceğinden korktum hep.


O gece, -her zamanki gibi- dizlerinin çok ağrıdığından, bostan işleri yapmak için artık yaşlandığından, duldaya inip çıkarken bir gün bu ağaç merdivenden düşüp öleceğinden şikâyete başladığında, ikimiz de gerçekten çok yorulmuştuk. O gün bostan sulama günümüzdü çünkü. Yaz gününde serin sularla bostan sulamanın keyfini anlatamam size. Babaydar çaydan ayırdığı bir kol suyu arklardan akıtarak bostanm her karışına ulaştırmak için elinde kürek, oflayıp puflayarak suya yol açarken ben, tarlamıza -neden böyle dediğimi bilmiyorum, bizim tarlamız olduğundan şimdi şüphedeyim- akıp gelen, sonra da kızgın toprağın emdiği suların son birikintilerinde zıplayan balıkları toplardım. O gün bereketli geçmiş ve küçük sepetimiz ağzına kadar irili ufaklı balıklarla dolmuştu. Hiç şüphesiz, hayatımın en yorgun ama en mutlu akşamlarından biriydi. Söğüt dallarına geçirip kor ateşte pişirdiğimiz balıkları birer ikişer midemize indirirken Babaydar her zamanki durağanlığının aksine beni karşısına oturtup önemli şeyler anlatacağını söylemişti. Ürpermiştim. Her gecekinden farklı bir gece olacağını düşündüğüm için benliğime tesir eden bir titreyişle ürpermiştim. Henüz sekiz yaşımdaydım ve çocuk ruhuma ağır gelecek bir hakikat adına ürpermiştim. Elbette cümlelerine yine “Nefes aldığın her saniyede sevgiye yürü babacım, sevgiye yürü, ta ki hakikate eresin!” diye başladı. Sonra tane tane ve emreder gibi söylemeye devam etti: “Bütün inançların temeli sevgidir. Her kim bir şey veya kimseyi severse ona inanmış, boyun eğmiş, kulluk etmiş olur. Kulluk, sevginin yedi derecesinden biridir ki ilk adımda dostluk başlatır. Bu dereceler ezeli ‘ilgi’den doğar, ilgiyi ‘sevgi’ takip eder. Sonra ‘tutku’, ‘aşk’, ‘şevk’ ve ‘kulluk’ diye devam edip ebedi ‘dostluk’ta nihayet bulur.

İyi veya kötü, yararlı veya zararlı her tür sevginin bir etkisi, sonucu, meyvesi ve hükmü vardır. Coşku, zevk, özlem, yakınlaşma, ayrılma, uzaklaşma, terk etme, sevinme, üzülme, ağlama gülme… Hepsi sevginin etkileri ve hâlleridir. Kişi sevgi basamaklarında sürekli bir kazanç ve güç kazanarak ilerlemelidir. Belli bir yol aldıktan sonra sevgi yüzünden ağlasa da, gülse de; sevinse de, üzülse de; hatta sıkılsa yahut coşsa da bundan yarar görür. Nitekim sevgiden uzaklaştığı zaman bunun tersi olacak, her hâlden üzülecektir. Akıllı insan kendisine zarar verecek sevgiyi istemez. “Hakikati sevmek, babacım, sevgilerin en güzelidir. Çünkü hakikat Mutlak Güzellik’ten doğar ve bütün güzeller O’nun güzelliğinden bir ilham taşıdıkları için sevilirler. Hakikati ayırt etmeyi bilirsen sevgiliye karşı sevgide ortak edinmemiş olursun. Sevgiliyi sevmek, sevgilinin sevdiklerini sevmek, sevgili için ve sevgili yolunda sevmek, sevgiliyle birlikte sevmek, bunların hepsi insanın tabiatına uygundur. Büyüyünce bu dediklerimi çok daha iyi anlayacaksın, ama şimdilik sevgiyi bir su farz et. Ona ulaşmak zevk, ayrı kalmak acı verir insana!.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Okumak istiyorum