Uğur Mumcu – 12 Eylul Adaleti

İstanbul Barosu Başkanı Orhan Apaydın, 21 Mayıs 1960; 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 dönemlerinde avukat olarak görev yaptı. 12 Eylül döneminde DİSK davasının avukatlığını yaparken Barış Derneği soruşturması nedeniyle tutuklandı; uzun süre askeri ve sivil cezaevlerinde kaldı. Orhan Apaydın, cezaevindeyken ölümcül bir hastalığın pençesine düşmüştü. Ağabeyi Burhan Apaydın, bir gün bana telefon ederek, Orhan Apaydın’ın sağlık durumu hakkında bilgi verdi ve benden, durumun Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ‘a aktarılmasını rica etti. Orgeneral Üruğ‘a başvurarak, Apaydın’ın hastalığı hakkında bilgi verdim. Üruğ, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun’u arayarak, Apaydın’ın hastaneye kaldırılmasını ve tutukluluk süresini hastanede geçirmesini isteyeceğini bildirdi. Üruğ ile görüşmemizi, Avukat Burhan Apaydın’a anlattım, Burhan Apaydın, hemen o gün Sağmalcılar Cezaevi’ne giderek, kardeşi Orhan Apaydın’dan “hastaneye kaldırılması” için sıkıyönetim komutanına başvurmasını istedi. Avukat Orhan Apaydın, ağabeyi Burhan Apaydın’a teşekkür ettikten sonra şunları söyledi: “Hayır başvurmam. Değil mi ki, beni, ellerimi arkadan kelepçeleyerek hastaneye götürecekler… Hayır gitmiyorum. Burada ölmeyi tercih ederim.” Orhan Apaydın bu başvuruyu yapmadı. Bir süre sonra salıverildiğinde artık ecel ile yarışı yitirmek üzereydi. Pasaport da verilmediğinden Orhan Apaydın’ın yurt dışında bakım görmesi olanağı da yoktu. Bu hukuk adamına, bütün hukuk yolları tek tek kapatılmıştı. Aynı günlerde “liberal” olduğunu ileri süren ANAP, Avukatlık Yasası‘nı değiştirerek, Orhan Apaydın’ın avukatlık yapmasını yasaklıyordu.


Ağabeyi Burhan Apaydın, kardeşi ecel ile boğuşurken Başbakan Özal’a başvurmuş ve Özal’dan Orhan Apaydın’a pasaport sağlanmasını istemişti. Apaydın’a pasaport verilmesi için Özal yasa gücünde kararname çıkardı. Apaydın’ın pasaportu hazırlanmıştı. Ama artık çok geçti! Apaydın, pasaportun hazırlandığı saatlerde son yolculuğuna çıkmıştı. Ankara Sıkıyönetim Askeri Savcısı Nurettin Soyer’in anlatımları, olağanüstü dönemin adalet anlayışını sergiliyor. Bu olayların arkasında binlerce kişinin acıları ve gözyaşları gizlidir. Bu kitabı, her üç askeri dönemde avukat cübbesi ile bir hukuk savaşı veren büyük hukukçu, özgürlük, demokrasi ve barış savaşçısı Avukat Orhan Apaydın’ın unutulmaz anısına adıyorum. Uğur MUMCU HUKUK MU, KOMUTAN MI!? Org. ERGUN, MHP SORUŞTURMASI İÇİN YAZILI EMİR GÖNDERMEDİ “Recep Ergun 26 Ağustos 1980 günü göreve başlamıştı. 18 gün sonra da 12 Eylül oldu. 12 Eylül sabahı odama geldim. Kendisine ‘Bütün savcıları evlerinden çağırttığımı, hepsinin görevlerinin başlarında olduğunu’ söyledim. Heyecanlı bir gündü. ‘Teşekkür ederim’ dedi. Ve hemen ekledi: ‘MHP’de silahlar bulunmuş, oraya sava gönderin.

’ ‘Hay hay’ dedim, ‘Oraya hemen sava gönderirim. Ancak’ dedim;. ‘Madem savcılar olarak siyasi partilerin merkezlerini aramaya gidiyoruz, diğer siyasi partilerin durumları ne merkezde? Bana ‘Onun için bana bir şey söylemediler’ dedi. ‘Siz Ankara Sıkıyönetim Komutanı’sınız. Ben de savcınızım. Eğer böyle bir arama yaparsanız, bütün partilerde yapmanız gerekir. 3 gün sonra, 10 gün sonra bize bu konuda (yanlış yaptınız) diyebilirler. (Taraflı hareket ettiniz) diyebilirler.’ ‘Çok haklısın’ dedi. ‘O zaman bütün savcıları siyasal parti merkezlerine dağıtın.’ Sıkıyönetimde 16 askeri savcı görevliydi. Savcıları ikişer ikişer AP’ye, CHP’ye, MSP’ye gönderdik. Türkiye İşçi Köylü Partisi sanırım daha önce aranmış mıydı, şimdi onu hatırlamıyorum.” Nurettin Soyer, bütün bunları niçin anlatıyordu? 30 Ağustos’ta kadrosuzluk nedeniyle Hava Kuvvetleri’nden emekliye ayrılmıştı. Sıkıyönetim anılarını yazmayı düşünüyordu.

Ancak henüz anılarını derlemeye zaman bulamamıştı. Bir önemli dönemde görev yapmıştı. 1933 yılında Afyon’da doğan Soyer, Ankara Hukuk Fakültesi’ni 1957 yılında bitirmişti. Bir memur çocuğuydu, ilk ve orta öğrenimini, babasının görev yerleri olan Samsun’da, Zonguldak’ta ve Kütahya’da tamamlamıştı. 27 Mayıs İhtilali’nde Kütahya’da görev yapmıştı. Askeri Vali Albay Muhsin Batur, sonradan Hava Kuvvetleri Komutanı olmuştu. 12 Mart 1971 döneminde İzmir’de sıkıyönetim savcısı olarak görev yapmış, Nurcular ile ilgili bir davada mahkemeyi reddetmişti. Bu, askeri yargı tarihinde ilk oluyordu. Nurcular ile ilgili davada Savcı Soyer, “tarafsız davranmadığı” için yargıcı reddetmişti. Savcı Soyer’in “tarafsız davranmadığı” için reddini istediği Askeri Yargıç, Kaya Alpkartal’dı. Yıllar sonra Kaya Alpkartal, Soyer’in karşısına MHP Genel Başkanı Türkeş’in avukatı olarak çıkmıştı. 12 Mart döneminde İzmir’de Koramiral Cemal Süer Sıkıyönetim Komutanı‘ydı. Süer ile hiçbir sorunu olmamıştı. 12 Eylül’den önce Ankara Sıkıyönetimi’nde yargıç ve savcı olarak görev yapmıştı. Korgeneral Nihat Özer ile en küçük bir sorunu olmamıştı.

Soyer, “Nihat Özer, gerçekten hem çok iyi bir insan hem de çok saygılı bir sıkıyönetim komutanıydı” diye saygıyla anıyor eski sıkıyönetim komutanını. Ya Recep Ergun?. “Recep Ergun ile aranızda sorun oldu mu?” Acı acı gülüyor; “Sorun olmadığı gün olmadı ki!.” Evet, Soyer bu açıklamaları ilerde yazacağı anılara bırakmıyordu da niçin bugün yapıyordu? Neden çok açıktı. Orgeneral Recep Ergun, Milliyet gazetesinde Yener Süsoy ile önceki pazar günü yaptığı konuşmada yargıç ve savcılara baskı yaptığı yolundaki savların “yalan” olduğunu söylemiş ve “Komutanlık yaptığım üç sene içinde neredeyse hakimlerle küs gibi yaşadım” demişti. Askeri Savcı Nurettin Soyer’i bu açıklamaları yapmaya zorlayan neden, Ergun’un bu sözleriydi. “Şimdi olayları tek tek anlatacağım. Siz ve Cumhuriyet okurları savcı ve yargıçlara baskı yapıldı mı, yapılmadı mı, bunu sizlerin yorumlarına bırakacağım.” Ve başlıyor anlatmaya… “SOYER- Parti merkezlerine savcı arkadaşları gönderdik. Savcılara, ‘Bana ihtiyacınız olursa bildirin’ dedim. Siz o gece MHP’ye gittiniz mi? SOYER- Gittim. MHP’de silah bulunduğunu duyunca ben de savcılar ile MHP’ye gittim. Orada baktım ki, bir komando yüzbaşısı arama yapıyor. Askerler kağıtları yere atıyorlar. ‘Aman durun’ dedim.

‘Elinizi sürmeyin, bu kağıtlar kıymetli olabilir. Aman bir şey yapmayın.’ Bahçede on beş kadar genç çocuk vardı. ‘Bunlar kim’, dedim. ‘Vallahi bilmiyoruz, içeride yakaladık’, dediler. Hemen emniyet müdürünü aradım. Bir ekip istedim. ‘Bunları alın, kimlik tespiti yapın. Ona göre işlem yaparsınız’, dedim. Çocukları emniyetten gelen ekibe teslim ettim. Sonra ‘Aman silahlara el sürmeyin’, dedim. Dört beş silah bulunmuştu. Kasa ve masaların aranması gerekiyordu. Emniyetten gelen ekibe ‘MHP Yönetim Kurulu’ndan birini bulun, aramaya devam edin’, dedim. Bahçelievler’deki genel merkez binasının her yanı dolu.

Gençlik kolları da bu binada çalışıyor. Altta mahzen gibi bir yer var… Bu aşamada Recep Ergun’un bir müdahalesi oldu mu? SOYER- Hayır, olmadı, O gün olmadı… İlk gün müdahalesi olmadı. Çok enteresandır. O gün MHP’de bulunan gençlik kolları başkan yardımcısı -şimdi adını hatırlamıyorum- ki hâlâ kaçaktır. Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Güçlü… Ben bunların adlarını o gün bilemiyordum. Daha sonra bu adlar çete başları olarak ortaya çıktı, Polis de -maalesef- o gün bunları bıraktı. Bunları nasıl bıraktı? Ben bunları çözemedim. Bunlar hâlâ kaçak. Kim serbest bıraktı peki bunları? SOYER- Hasan Eryılmaz… Siyasi polis müdürü… Eryılmaz tek başına mı bıraktı bunları? SOYER- Bana sordu. ‘Albayım, bunların bir ilişkileri yok. Bırakalım mı?.’ ‘O zaman salacaksınız’, dedim.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir