Victoria Bosnyak – Pericadı

Bu önsöz yazarın okura ilk seslendiği yerdir ve genelde okunmaz, atlanır. Ama lütfen sen bunu yapma! (Ancak çok mecbursan!) Merhaba Andi! Merhaba Bandi! Merhaba Fanni! Merhaba … Haklısın. Bu böyle olmayacak. Oysa sana öyle çok merhaba demek isterdim ki ama insan deli olduğu sanılmasın diye tanımadığ1 insanlarla hemen konuşmaya başlayamıyor işte. Neyse şimdilik kitabın sonunda değiliz, başındayız ve bu birkaç sözden sonra şu konuda artık anlaşabiliriz: OKUR sensin! Haklı mıyım? Bak gördün mü işte! Peki, sence ben kimim? iyi tahmin ettin! Yazarım. ismimi senin bilmen garip değil -kapakta görmüş 7 $ � °’ Si· g olmalısın- ama ben seninkini bilmiyorum. oysa me- � ” rak ediyorum. Satırlarımı belki de bir büyükanne, bir “tJ gı büyükbaba veya bir büyük büyük teyze okuyordur, �· sı senli benli konuşmak o zaman gerçekten de kabalık 8 olur. (Lütfen, lütfen beni affedin!) Her neyse kim olursan ol; oğlan, kız, küçük sevinçle selamlıyorum seni. Çünkü neler olduğunu bilmen önemli. Ben zaten biliyorum. Bu benim için ayrı bir şans hem pratik olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü ancak bu şekilde neler olduğunu anlatabilirim sana. (Aksi halde bir şeyler uydurmam gerekirdi fakat bu pek de gerçeğe uymazdı değil mi?) Eğer hikayeye başlamay1p lafı daha da uzatacak olursam sıkıcı olduğunu söyleyerek kitabı hemen bir kenara atarsın. Bu yüzden izin ver de sana son bir soru sorayım! Okula gittiğine göre okulunuzda kütüphaneci bir teyze var değil mi? Hemen anlamıştım zaten! Beni niye mi ilgilendiriyor? Öğrenmek istiyorsan kitaba başla, o zaman nedenini kesin anlayacaksın.


(Ben biliyorum zaten. Ben yazdım çünkü kitabı.) Birinci Bölüm Burada hikaye başlıyor (Şimdi şaşırdın değil mi?) eğer bu bölümü iyi yazabilirsem belki ikinci bölümü de okursun. “Kedi tırmalasın! Eşekarısı ısırsın! Fareler cirit atsın! Çürük tahtaya bassın!” diye homurdanıyordu kendi kendine. Bunları söyleyen ünlü bir halkbilimci değildi; soluk benizli, sıska, on yaşında bir oğlandı. Seve seve tanıtırım Sana, zaten hikayemizin başkah9 � � :::ı. “‘ 2 ramam o. Adı Laszl6 J6hegyi. Eylülün biri, pazartesi � � ve kahramanımız okula doğru yola koyulmuş. Şimdi ;g :Il anladın değil mi, niye kendi kendine homurdandığı- � !2 nı? Bilirsin işte,· öfkeli şimdi. 10 Neden böyle garip konuşuyor? Neden doğrudan “Allah kahretsin şu aptal okulu!” demiyor diye soruyorsun Sen de değil mi? işte şimdi işin özünü anladın. Laci (Arkadaşları Laszl6’ya kısaca Laci diyorlar.) her ne kadar sıradan bir oğlan gibi görünse de diğerleri gibi değil. (Örneğin Senin sınıfındaki kavgacı Dani veya şu oğlan suratlı Eszter gibi değil.) Laci, sürekli kitap okur.

Top oynamayı sevmez, çocuklarla oynamaz, televizyon izlemez, bilgisayar oyunları oynamayı sevmez. Birinci sınıfa başladığında akıcı şekilde okuyabiliyordu zaten. Marika Öğretmen sınıfında böyle akıllı bir çocuk olduğu için seviniyordu. Laci’den hiçbir anlamlı cevap almayı başaramadığında şaşkınlığı daha da büyük olmuştu. Aslında Laci için matematik, hayat bilgisi veya müzik dersi olması fark etmiyor, onun aklı fikri hep yarım bıraktığı kitapta oluyor. Bu yüzden Senin gibi basit ve anlaşılabilir konuşamıyor. On haftalık tatilden sonra oğlanın suratının neden hala solgun olduğunu Sana açıklamam gerekmez herhalde. Yoksa bu yıl yazın güneş parıldamamış mıydı? Tabii ki parıldamıştı fakat Laci J6hegyi’nin soluk suratına değil. Büyükanne perdeleri çekilmiş ço- i5 < o ·� w cuk odasında ah vah ettiğinde, “Canım, ciğerim, tat- a. � i;’ . dl ne yapardı? Hınzırca bir gülümsemeyle bu gibi du- .sı � hm birazcık güneşe çıksan!” dediğinde bu yaramaz rumlarda kullanmak için hazır tuttuğu şair Janos Arany’ın kitabını yatağın altından çıkarır ve alnındaki hayali ter damlalarını silerek okumaya başlardı: Yamyor sıcaktan çorak topraklarda sürgünler, YayıiJyor üstündt; bitap çekirge sürüleri … “Yeter mi büyükanne? Devam edeyim mi? Fakat belki de o zaman kendimi güneş yağıyla yağlamam gerekecek.” Büyükanne J6hegyi, okul tatilinden beri birçok kez olduğu gibi yine eliyle boş ver gitsin işareti yaptı ve iç çekerek mutfağa gitti. Fakat büyükannelerin yaptığı gibi romatizma yüzünden oflamamıştı. Vali Teyze yani büyükanne J6hegyi daha yeni emekli olmuştu ve yaşına göre durumu çok iyiydi; büyükbabayla dans etmeye bile giderdi.

iç çekmesinin sebebi daha ziyade çok sevdiği torununun yemek zamanında bile kitaplarını eliı;ıden bırakmaması ve okurken sadece dilimlenmiş ekmekle hazırlanan üçgen şeklindeki. sandviçleri yemek istemesiydi. Buna sandviçi keşfeden ve üç yüzyıl önce yaşamış olan Lord Sandwich hakkında bir şeyler okuduktan sonra başlamıştı. > 11 < ?r Qm !f “Ah ne kadar da zayıfsın yavrucuğum!” diyerek � � dert yandı Vali Teyze, büyükbabaya. Tüm yaz boyunca ,, � salamlı sandviçten, jambonlu sandviçten, sucuklu · )> Q sandviçten başka bir şey yemedi. 12 “Ekmeğin arasına neden doğru düzgün bir yemek koymuyorsun?” tavsiyesinde bulundu oldukça pratik bir adam olan büyükbaba, “Yerinde olsam çorba koymayı denemezdim,” diye de ekledi. o günden itibaren -tam olarak ertesi günden, yani Temmuzun 14’ünden itibaren- Laci öğle yemeğinde şu türden şeyler yedi: Patates püreli, köfteli sandviç; pilavlı etli sandviç; krepli sandviç. Tüm bir yaz menüsünü sıralamayacağım, sanırım artık beni anlamışsındır. “Aman nasıl da mutluyum!” diye heyecanla konuşuyordu büyükanne bu sabah, Laci açılış töreni için hazırlanan pantolonu giydiğinde; pantolon belinden düşmemişti çünkü. “Bak gördün mü?” dedi Yili Arnca’ya, büyükbabaya. “Nihayet birazcık şişmanlatabildim!” Bir defasında Vili Amca’nın pratik tavsiyesine rağmen işkembe çorbasını denediğini anlatmayı “unuttu” tabii. Terbiyesi biraz koyu olursa bir sorun olmaz diye düşünmüştü. Öyle de oldu. Okurken o alıştığı salamlı, jambonlu veya sucuklu sandviçlerden yemediğini fark ettiği tek öğle yemeği bu olmuştu. Tabii o zaman bile çocuğa şüpheli gelen öğle yemeği- ö <3 ır w nin tadı değildi, onu kızdıran asıl şey bir parça iş- � � c: � kembenin kitabına damlaması olmuştu.

“Hay aksi!” diyerek okula doğru yola koyuldu .� -o Laci. Söyle bakalım, senin de böyle okula doğru yola koyulduğun oldu değil mi? Eğer olduysa keyfinin nasıl olduğunu kendi kendine kafanda bir canlandır bakalım. Ne güllü ne lalelerle bezeli, daha ziyade kaktüslü değil mi? işte Laci böyle gezine gezine, salına salına yürüyordu günlük güneşlik bu sabah vaktinde. Ağustos Pastanesi’nin önüne ulaştığında, dükkanın tabelasına yüzünü ekşiterek baktı, üzerinde şöyle yazıyordu: Ağustos pastası yıl boyu çok hastası!!! “Ağustos ha!” diye mırıldandı Laci olmayan bıyıklarının altından. “Ağustos mu kaldı be! Eylül ayındayız! Günaydın!” diyerek selam verdi saygıyla tam da pastanenin penceresinden d�şarı bakan Aııgusztin Ustaya. Pasta ustası başını salladı ve çikolata kremasının, hamurun üzerine düşmesin diye özenle rafa bağladığı küçük radyosunun sesini açtı. “Günün moda şarkısı bu herhalde değil mi kardeş?” diye göz kırptı Bay Augusztin. “Amma da ağır okul çantası … Güzel bir şarkı.” Laci başını salladı ve ayaklarını sürüyerek yürümeye devam etti. “Ne kadar da aptal, saçma sapan sözleri var!” diye mırıldandı kendi k�ndine. Öğrencinin en büyük … > 13 � � §’ derdi çantanın ağırlığıymış sanki. Ters yöne gidebil- } .,, çı · 14 mek için ben seve seve bunun üç katını, hayır, dört veya beş katını bile taşırdım. Oğlan aklından bunları geçirirken Bekes Sokağı İlkokulu’nun önüne ulaşmıştı bile.

Etrafına bakındı, yaya geçidinden geçmek için değil, zaten tam da yolun doğru tarafında bulunuyordu, etrafı kolaçan etmek için. Olur ya belki de bir şekilde bugünü atlatabilirdi. Tam o sırada burnunun dibinde bir araba durdu ve içerisinden iki neşeli kız çıktı. “Merhaba ı.aci!” diye çığlık attılar. İkiz olsalar da hiçbir zaman aynı anda konuşmuyorlar; neden insanlar ikizler hakkında böyle tuhaf şeyler düşünür ki? Sadece arkadaşları Laci’yi aynı anda gördükleri için aynı anda selam verdiler. Laci onlara cevap vermeden önce bu iki kızın kim olduğunu çabucak anlatayım; sonra zaten buna vaktim olmayacak çünkü birazdan üçü de okula girecek. Evet, bu kızların adları D6ri ve Sari Lengyel. On yaşındalar. Laci’nin sınıftaki biricik, daha doğrusu ikicik arkadaşları. fakat ikizler deyince, Senin kafanda tamamen birbirinin aynı iki insan canlanıyor değil mi? İki bilye gibi. fakat onlar böyle değil. Sari ve D6ri ayrı yumurta ikizi yani birbirlerinin aynı değiller. Aslında her ikisi de sevimli, akıllı, mavi gözlü ama işte tüm benzerlikleri de sadece bundan ibaret. D6ri sarışın, gevezelik etmeye bayılır fakat itiraf edelim, biraz- ö Q a: w cık alıngandır.

Sari’nin saçları kahverengi, kıvırcık � i (Her dakika boşuna düzleştirmeye çalışıyor.). enerji J dolu ve aklı sürekli olarak yeni bir icat peşindedir. � ‘() Araları iyi olduğunda aynı şeyleri giyerler. Çok kavga- � lı olduklarında ise kıyafetleri baştan aşağı farklıdır, o gün saçlarını bile farklı şekillerde tararlar. Bugün her ikisi de beyaz bluz ve mavi etek giymiş, okul zamanı mecburi olduğu için şüphesiz. Tabii bugün keyiflerinin nasıl olacağını giydiklerinden çıkaramayız. Laci’nin de bildiği gibi saçlarını aynı şekilde atkuyruğu yapmaları ve birbirinin aynı açık mavi toka takmaları umut verici bir işaret. (Tamam, şimdi Laci’nin cevabı gelebilir.) “Selamlar, sevgili kızlar!” diye cevap verdi Laci ve keyfi biraz olsun yerine geldi. “İzin verir misiniz?” diye sordu gerçek bir beyefendi tavrıyla ve okulun kapısını kızlar için ardına kadar açtı. Bu kulağa iyi geliyor değil mi? Oysa sadece yarısı doğru. üstelik ilk yarısı. Çünkü zayıf, cılız küçük şövalye bütün iyi niyetine rağmen şahane, demir kakmalarla süslü, ağır, oymalarla bezeli kapıyı tek başına açamadı. “Yine de teşekkür ederim!” dedi D6ri gülümseyerek (Hayır, başkalarının bu durumda yapacağı gibi alaycı bir gülümsemeyle değil.

) ve giriş kapısını Sari’yle ikisi açtılar. Tabii onlar için kolay. Laci’den daha uzunlar ve tüm yaz boyu spor yaptılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir