Kamuran Şipal – Gece Lambalarının Işığında

Öğle yemeğini acele yiyip üstüvane biçimindeki sac barakadan çıktı. Kapının önünde başına geçirdiği şapkayı biraz yana yatırdı. Yedek subay olmak için gerekli altı aylık eğitimi görmek üzere bulundukları yere geleli henüz bir ay olmamıştı. İlk günleri büyük bir sıkıntı içinde geçmiş, fakat zamanla sert kışla hayatına alışmışlardı. Az ilerde, boydan boya uzanan bir hendeğin üzerine atılmış tahta köprüden geçti. Elini yüzünü yıkayıp serinlemek için yüznumaraların bulunduğu ana binanın merdivenlerine doğru yürüdü. Zaten esmer olan teni, sabahtan akşama kadar yakıcı güneş altında talim yapmaktan iyice kararmıştı. Yarım saat sonra içtima var, diye düşündü; taş merdivenleri hızla tırmandı. Uzun, dar koridoru geçip sonundaki yüznumaraya girdi. Bir musluğun başında durup soğuk suyu yüzüne yüzüne çarptı. Sonra boynunu yıkadı, dönüp tekrar yüzünü yıkadı. Biraz serinlemiş, dışarı çıktı. Az ilerdeki erbaşların gazinosuna doğru yürüdü. Kendi gazinolarının yapımı henüz tamamlanmamıştı. İçtima zamanına kadar bir kahve içip dinlenmeyi düşündü.


Sıcaktı. Birkaç adım atmadan yüzündeki serinlik kaybolmuştu. Yirmi-otuz metre ilerisindeki genişçe hendeğin içinde bir kalabalık gördü. On beş-yirmi kişi dar bir halka yapmış, ileri geri çalkalanıyordu. Oraya doğru yürüdü. Bir araya üşüşmüş başlar arasından bir aralık bulup kendi başını ileri uzattı. Üçgen biçimindeki hendeğin bir yamacına şişman biri oturmuştu. Bir elini toprağa dayamış, adeta bir dinlenme durumunda, yatar gibi oturmuştu. Pek sakin görünüyordu, çevresinde biriken kalabalığa pek aldırışsızdı. Öbür eli ince uzun bir sicim tutuyor, o da toprağın üzerinde dinleniyordu. Sicimin ucu küçük bir köstebeğin arka ayaklarından birine bağlıydı. Gevşek bırakılan sicim az sonra ileri doğru geriliyor, köstebeğin başı, acele oyduğu delikte kayboluyordu. O zaman sicimi tutan etli, iri el, ipi birden sertçe çekiyordu. Önce köstebeğin arka ayakları geriliyor, geri gitmemek için direniyordu; ama sonra küçük, sivri baş çaresiz delikten çıkıyor, kendisine izin verilen bir başka yerde tekrar toprağı oymaya başlıyordu. Ancak, bu toprağı oyma işi pek çabuk olup bitiyordu.

İpin çekilmesinde biraz geç kalınsa, köstebek, oyduğu deliğin içinde iyice kaybolacak, sonra dönüp arka ayağındaki ipi dişiyle kesecek, canını kurtarabilecekti belki. Ama oradakiler bunu biliyorlardı. Boyuna köstebeğin ne kurnaz, ne hinoğlu hin olduğundan söz ediyor, bir anda sıvışıp gitmesini önlemek için köstebek sahibini zamanında uyarıyorlardı. Bu yüzden hayvanın canını kurtarma denemeleri hep sonuçsuz kalıyordu. Derken, seyirci kalabalığı, toprağı pek yumuşak ve verimsiz buldu: Bir anda oyuluveriyor, köstebeğin vücudunun ön kısmı oyukta kayboluyor, bu ise hayvanın toprağı ha bire, korkak, telaşlı, çabuk eşelemesinden duyulan zevki yarıda kesiyordu. Köstebek sahibi seyircilerin isteğine uyup ayağa kalktı. Köstebek yavrusu, şişman bir elin tuttuğu ipin ucunda, neye uğradığını şaşırmış bir halde, baş aşağı sallanıyordu. Belki umutlarını henüz büsbütün yitirmemişti. Bıraksalar, canını kurtarma denemelerini belki yine sürdürecekti. Kalabalığın ardına takıldı. Olup bitenler, içinde derin bir nefretle karışık bir acıma duygusu uyandırmıştı. Köstebeğin yanı sıra yürüyor, onu gözden kaybetmemeye çalışıyordu. Varlığında hayvana yapılan işkencenin önüne geçilmesi için güçlü bir istek duyuyor, kulakları, kalabalık içinden yükselecek sert, kızgın bir ses arıyordu. Ama böyle bir sesin yükselmeyeceğini de çok iyi biliyordu: Aralarında yürüdüğü şu insan kalabalığı, nasılsa ellerine düşmüş bu köstebek yavrusuna her türlü eza cefayı, her türlü işkenceyi yapacak, böylece mayasını gösterecekti. Kafasında, zencilere ilişkin kitaplarda okuduğu birtakım linç olayları canlandı; bu, çevresindeki kalabalığın köstebek yavrusuna daha da zalim davranma isteğini uyandırdı içinde.

Köstebek yavrusuna kuşkusuz acıyordu. Ama öte yandan, asılı olduğu ipin ucunda çırpınmamasını, ondan kurtulmak için hiçbir denemede bulunmamasını istiyordu. Sakin, suçsuz katlanmalıydı. Her şeyi, her şeyi insanlar yapmalı, köstebek yavrusu da onların işini kolaylaştırmalıydı. Birdenbire kalabalık arasından bir ses yükseldi: “Suya bırakalım, suya… Bakalım yüzecek mi?” Seyirci kalabalığı ana binaya çıkan merdivenin yanına gelip durdu. Hemen oracıkta, gece yağan yağmurdan kalma, büyücek bir su birikintisi vardı. Ordan burdan hayvanın suya bırakılmasını isteyen başka seslerin de yükselmesi üzerine, köstebek sahibi yere çömeldi. Hayvanı usulca çamurlu suyun ortasına bıraktı. Sert değildi hareketleri, halinde yaptığından zevk aldığını gösteren hiçbir belirti yoktu. Belli ki, bu gibi şeyler ona ufak görünüyordu; ama daha büyük işkence sahnelerinin üzerinde etkili olacağı ve zevksiz, heyecansız geçiştirilemeyeceği kesindi. Gözleri, köstebek sahibinin çamurlu suyun içindeki hayvanın telaşlı hareketlerini izleyen sakin gözlerine takıldı. Ona karşı bir küçümseme duydu. Sonra bu duygu, çevresindeki kalabalığa ve oradan da tüm insanlığa yayıldı. Öteden beri bilinen bir gerçeğin işte yine, hem de su götürmez bir şekilde doğrulandığı duygusu, içinde gizli bir memnuniyet uyandırıyordu. Farkında olmadan, kalabalığın köstebek yavrusuna davranışının daha da sertleşmesini ve hayvanın hayatına son verilmesi işine bir an önce başlanmasını sabırsızlıkla beklemeye başladı.

Köstebeğin suyun içindeki hareketleri seyircileri memnun etmemişti. Ortaya bırakıldı mı, acele suyun kenarına geliyor, yeniden suyun ortasına çekilince aynı hareketi tekrarlıyordu. “Buraya getirin!” dedi ön taraftan bir ses, “Toprak sert burada.” Köstebek sahibi acele etmeden kalktı. Sesin geldiği yana yürüdü. Kalabalık da sağından solundan kendisini izledi. İpin ucunda, yine baş aşağı sallanan köstebek yavrusu, suya dalıp çıkmaktan büzülmüş, ufalmıştı. Islak tüyleri öğle güneşi altında ışıl ışıldı. Kalabalık birkaç adım ilerde yeniden hendeğin içine girdi. Bu sırada bir ses, “Bırakın şu hayvanı!” diye bağırdı köstebek sahibine, “Hiç insaf yok mu sizde?” Sese aldıran olmadı. Kalabalık, hendeğin bir yamacına oturan köstebek sahibinin çevresinde dar bir halka yapıp hayvanın var gücüyle sert toprağı eşelemesini seyre koyuldu. Ne var ki, köstebek yavrusu, bütün çabasına karşın vücudunu sokacak bir delik açamıyordu: Başı, ön ve arka ayakları tam bir işbirliği içinde çalışıyor, ama boşa dönen otomobil tekerlekleri gibi, havaya sadece toz zerreleri saçıyordu. Kalabalık yeni gelenlerle büyümüş, halka, dışa doğru yeni halkalar yapmıştı. Ordan burdan köstebek üstüne sözler yükseliyordu. Bir ara köstebek sahibine doğru, “Dikkat edin!” diye seslendi biri, “Deliğe girdi mi hemen dönüp ayağındaki ipi keser!” Köstebek yavrusu boyuna uğraşıp didiniyor, ama bu fazla sert toprakta küçük bir delik bile açamıyordu.

Başı ordan oraya oynuyor, daha yumuşak bir toprak arıyordu. Gerilerden doğru, “Köstebek değil mi o?” dedi kalın bir ses, “Bütün buğdayların canına okuyan odur.” Başka bir ses cevap verdi: “Onun yüzünden değil mi ıspanağı yüz elli kuruşa yiyoruz!” “Günah yahu!” dedi bir başka ses, “Günah be, bırakın şu hayvanı!” Diğer bir ses buna karşılık verdi: “Ne günahı, zararlı hayvanları öldürmek sevaptır.” Derken orta boylu, göbekli biri kalabalıktan ayrılıp köstebek sahibine doğru yürüdü. Bir elini hayvanın ayağına bağlı ipe uzattı. Öbür elini, ipi kesecek bir çakı falan arar gibi asker ceketinin cebine daldırdı. Böyle birinin ortaya çıkması, sanki kendisini hareket etmekten alıkoyan bir engeli yıkıp götürmüştü. Kımıldamak, insanlık bakımından çirkin bir olayın önüne geçmek isteği duydu birden. Birisi çıkmış ve o zamana kadar görmezden, bilmezden geldiği görevini ona anımsatmıştı. Elini acele montgomeri ceketinin üst ceplerinden birine soktu. Kalem açmak için kullandığı jileti çıkardı. “Al!” dedi göbekli arkadaşa uzatıp, “İşte, jilet.” Çocuk jileti aldı, kesecekmiş gibi ipe doğru eğildi. Bu anda köstebek sahibi, boşta duran elini sert bir hareketle çocuğa uzattı. Malını istediği gibi kullanma hakkına sahip olduğunu anlatmak ister gibi, “Karışma!” dedi, “Günahsa bana!” Oradan biri ipi kesmek isteyene seslendi: “Sen günahı bildiğin için mi göbek bağladın?” Arka taraftan bir başkası, “Ne günahı yahu!” diye bağırdı, “Öldürün gitsin!” Çocuk bunun üzerine, elinde jilet, geri çekildi.

“Yazık!” diye söylendi kendi kendine, “Sanki eğlenecek başka şey kalmadı.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir