Saki (Hector Hugh Munro) – Lady Anne Susuyor

‘ Thackeray, Kipling ve diğer birçok İngiliz aydın gibi Hector Hugh Munro da Doğu’da dünyaya geldi. İngiltere’de, anne ve babasından uzakta, terkedilmişlik duygusunu tanıyarak aman vermez iki teyzesinin sıkı gözetimi altında büyüdü. Munro soyadını köklü bir İskoç ailesinden, Fars-çada kadeh sunan anlamına gelen Saki takma adını ise Rubailer’den almıştır.Munro’nun kız-kardeşiEthel’in tanıklığına göre, vasisi olan teyzeleriAugusta ve Carlota gerçekten itici insanlardı. Hayvanlardan nefret etmeleriMunro’nun hayvanlara duyduğu sevgiden kaynaklanıyordu. Munro’nun yapıtları, yalnızca varlıkları bile çevresindeki insanların hayatını zehir etmeye yeterli, yaşı geçkin, iğrenç, kendi istekleri doğrultusunda hareket eden insanlar ve dostlukları bir tür büyü olan hayvanlarla doludur. Munro, üniversite öğrenimini İngiltere’de tamamladıktan sonra ülkesi Birmanya’ya döndü ve polis komiseri olarak çalışmaya başladı. Bir yıl içinde yedi kez sıtma nöbeti geçirmesi nedeniyle tekrar İngiltere’ye dönmek zorunda kaldı. Londra’da gazetecilik mesleğine atıldı. West-minster Gazette’de politik taşlamalar yazdı. 1902-1908 yılları arasında Polonya, Rusya ve Paris’te Morning Post’un muhabirliğini yaptı. Paris’te güzel yemeklerin tadına varmayı ve kötü edebiyatı küçümsemeyi öğrendi. 1914 yılında, kırk dört yaşında, İngiltere’nin Fransa’ya gönderdiği yüz gönüllü asker arasında yer aldı. Er olarak katıldığı savaşta, 1916 yılının kışında Beaumont-Hamel saldırısında vurularak öldü. Son sözlerinin “Put out that bloody cigarette!” [Söndür şu lanet sigarayı!] olduğu söylenir.


Savaşa gönderme yapmış olması muhtemeldir. Munro kozmopolit bir yaşam sürdü, ancak (aşağıda sözünü edeceğimiz bir öyküsü dışında) tüm yapıtları melankolik bir çocukluk yaşadığı İngiltere’de geçer. Yaşamı boyunca çocukluk dönemini unutmadı ve bu dönemde yaşadığı onulmaz talihsizlikler yapıtlarına malzeme oluşturdu. Bu olağandışı bir durum değil; bilindiği gibi “talihsizlik” sanatsal yaratımın öğelerinden biridir. Acı çektiği ve çok şey öğrendiği İngiltere, orta sınıfın en büyük uğraşısı olan can sıkıntısını tertiplemek ve sonsuza dek birtakım alışkanlıkları tekrarlamak demek olan Victoria dönemi İngilteresiydi. Munro, İngilizlere özgü acı bir nüktedanlıkla o dönem toplumunu hicvetti. Bu seçkinin ilk öyküsü Lady Anne Susuyor satirik olmayı oynayan acımasız bir öyküdür. Masalcı Amca, öykü sanatının alışkanlıkları ve sahte erdemlilikle alay eder. Yazarın talihsiz çocukluğunun izlerini taşıyan Tavan Arası, Sredni Vaş-tar’ın ön hazırlığı gibidir ve bazı noktalarıyla Wells’inDuvardaki Kapı’sını anımsatır. Gabriel-Ernest adlı öyküde Munro, alışageldiğimiz taşlama öğelerini aşarak her tür arkaizmden uzak, evrensel bir miti yeniden canlandırır. Tober-mory ’nin baş kişisi bir hayvandır; insansal ve ussal nitelikleri nedeniyle bir tehdit teşkil eder. Derisi ve Gerisi, bildiğimiz kadarıyla daha önce yazın dünyasında eşi görülmemiş tuhaflıkta bir öyküdür. Öykü kahramanı kırılgan olduğu sürece değerlidir; onurunu tekrar kazandığı andan itibaren ise bir hiçtir. Dinlenmeme Karü’nde, öykü kahramanları meselenin özünü bilmezken okuyucu metinle eğlenceli bir biçimde suç ortaklığı yapar. Mowsle Barton’da Huzur adlı öyküde ise erki, büyüyü, cehaleti, kötülüğü, sefaleti ve düşkünlüğü bir araya getiren büyücülük düşüncesini yoğun bir biçimde duyumsarız.

Bıldırcın Yfemi garip başlığından itibaren insan davranışlarının keyfiliği ve aptallığını dolaylı olarak anlatır. Açık Pencere ’nin ana konusu doğaüstü değil, doğaüstüye öykünmedir. Bu derlemede yer alan öykülerden ikisini seçmemizgerekseydi (aslında bizi bu ikiliğe zorlayan hiçbir şey yok), hiç tereddütsüz Sredni Vaştar ve Araya Giren-ler’i seçerdik. Bunlardan birincisi, her iyi öykü gibi belli bir belirsizlik taşıyor: Bir yandan Sredni Vaştar’ın gerçekten bir tanrı olduğunu ve talihsiz çocuğun bunu sezinlediğini, diğer yandan Vaştar’ın çocuğun tapınması sonucunda tanrılaştığını ya da gücünü çocuktan aldığını, ancak çocuğun bunu bilmediğini varsayabiliriz. Sredni Vaştar’ın, geldiği bilinmeyene geri dönmesi iyi bir buluş. Aynı şekilde, çocuğun özgürlüğüne kavuşmaktan ötürü duyduğu neşe ile ekmek kızartmak gibi önemsiz bir işten ötürü duyduğu neşe arasındaki oransızlık da ilginç. Araya Girenler başlıklı öykü diğerlerinden tamamıyla farklı. Stevenson’ın Prens Otto’sunda olduğu gibi, olay, coğrafya bilgisinden çok düş gücüne dayanan ormanlarla dolu, gizemli Orta Avrupa’da geçer. Öykünün kişisel bir deneyimden kaynaklanıp kaynaklanmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bu öyküyü, birçok kez ve değişik biçimler altında karşımıza çıkan zaman dışı bir öykü olarak algılıyoruz. Öykü kişileri olay örgüsünün dışında bir varlığa sahip değiller; ama bu nitelik mitlerle efsanelere özgü olduğu için öykünün lehine işliyor. Her ne kadar öykünün başlığı sonunu bildirir gibi görünse de, bu “son” şaşırtıcı ve inanılmaz derecede acıklı. Aslında aynı kişi olan iki adam, iki düşman, insanlık için değil de tanrı için birbirlerini kurtarıyorlar. Saki, bir tür alçakgönüllülükle acımasız ve acıklı öykülerine önemsiz bir hava verir. Bu incelik, fiflik ve vurgu eksikliği Wilde’ın tadına doyum olmaz komedilerini anımsatıyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir