Şirazlı Şeyh Sadi – Şirazî – Bostan ve Gülistan’dan Seçme Öyküler

1193 YILLARI CİVARINDA, İran’ın Şiraz bölgesinde doğan ve asıl adı Müşerrefüddin olan Sâdi, yaşadığı asırda İslâm dünyasının yetiştirdiği en önemli şair ve yazarlardandır. O yıllarda bölgeye Salgurlular hâkimdi. Âlim ve şairleri himaye eden Salgurlu hükümdarı Ebu Bekir, Sâdi’nin yetişmesinde büyük rol oynadı. Sâdi’nin: Mera başed ez derdi tıflan haber, Ki der hordi ez ser bireftem peder. (Yani, ben çocukların ıstırabını bilirim. Çocukluğumda babamı kaybettim.) ifadesinden, kendisinin küçük yaşta yetim kaldığı anlaşılır. Bağdat’taki Nizamiye medresesinde tahsilini sürdüren Sâdi, orada tasavvufun büyük isimlerinden Sühreverdi ve el Cevzî gibi üstadlardan ders aldı. Öğrenimini tamamlamak için sabit bir yere bağlanmayan Sâdi, çağının önemli ilim ve kültür merkezlerini gezerek, ilim ve ihtisas sahiplerini buldu ve onlardan faydalandı. Çin’den Mısır’a, Anadolu’dan Suriye ve Arabistan’a kadar pek çok ülke dolaştı, hatta bir ara Haçlılara esir bile düştü. Ancak zamanının çoğunu Bağdat ve Şam’da geçirdi. Gerek Doğu, gerekse Batı dünyasında engin irfanıyla tanınan Sâdi, çağının felsefesini hayata uygulayıp, her olaydan bir hikmet prensibi çıkarıp bunları eserlerine aktardı. Asırlık ömrünün üçte birini ilim tahsiline, bir o kadarını seyahate, gerisini ise tespitlerini yazmaya ayırdı. Sâdi, 1292’de doğduğu şehir olan Şiraz’da vefat etti. Riyâdan ve riyâkârlardan nefret eden Sâdi, bir öyküsünde bunu şöyle hikâye eder: Adamın birinin, hayatı boyunca hep gösteriş ve riya içinde yaşayan yaşlı bir babası vardı.


Bir gün merdivenden yuvarlanıp öldü. Oğlu bir süre sonra babasını rüyada görüp sordu: “Babacığım ne haldesin, kabirde ne yapıyorsun, ahiretteki durumun nedir?”Babası, oğlunu şöyle cevapladı. “Oğlum! Sorguya falan rastlamadım, merdivenden yuvarlanarak doğruca cehenneme düştüm!” Sâdi’nin edebî şahsiyeti erişilmesi imkansız derecede yüksektir. İbretli fikirlerini bazen gülünç hikâyelerinin cümleleri arasına sıkıştırır. Mesela, bir hikâyesinde şunları ifade eder: Bir köylünün eşeği öldü. Köylü eşeğin başını, bostandaki bir asmanın üstüne nazarlık olarak dikti. Oradan gün görmüş, tecrübeli bir ihtiyar geçiyordu. Eşeğin başını gördü ve gülümsedi. Bostan bekçisine şöyle seslendi: “Şimdi ölmüş olan şu eşek, sağlığında kendi başını ve kıçını sopadan kurtaramadı, sonunda yara bere içinde öldü. Şimdi onun kuru kafası, nasıl olur da bostanı nazardan koruyabilir?” * * * Minnet altında kalmanın insan ruhu için büyük bir azap ve sıkıntı kaynağı olduğunu, Sâdi’nin şu kısa hikâyesi ne kadar güzel anlatır: Bir gönül adamına, dostlarından biri fildişi bir tarak hediye etmişti. Fakat sonradan araları açılınca, kendisine “köpek” diye hakaret etti. Adam, tarağı dostuna fırlatarak şöyle bağırdı: “Bu kemik bana lâzım değil. Yeter ki, bana bir daha köpek deme!” Sâdi’nin manzum eserlerinin başında, Fars şiirinin şaheserlerinden olan “Bostan” gelir. Bu eser İslâm âleminde haklı bir şöhret bularak, asırlardır on binlerce kimse tarafından zevk ve ibretle okunmuştur. Sâdi’nin, içinde yer yer manzum bölümlerin de yer aldığı, nesir tarzındaki meşhur eseri ise Gülistan’dır.

Bu eser, müellifin büyük bir belagat ve fesahatle yoğurup kaleme aldığı eşsiz bir çalışmadır. Sâdi, eserlerinde sadece ahlâka temas etmez. Öykülerinde çağının sosyal durumunu, fikrî yönünü ve görgü kurallarını da farklı açılardan ayrı ayrı işler. Sâdi özel bir kesime hitap etmez, öykülerinde toplumun her kesim ve sınıfından insan, çeşitli biçimlerde yer alır. Sultanlar, vezirler, dervişler, tüccarlar, zenginler, fakirler, köleler, cariyeler, âşıklar, cimriler, cömertler hiçbir ayırım gözetmeksizin öykülere misafir olurlar. Hatta öykülerin kahramanları zaman zaman papağan, kedi, köpek, eşek, yılan gibi hayvanlardır. Doğu edebiyatının şöhretli eserleri arasında yer alan Bostan ve Gülistan, Türkçeye ilk olarak 1391’de Seyf-i Sarâyî tarafından tercüme edilmiş, sonraki dönemler de ise, hemen hemen her asırda bir çok tercüme ve şerh yapılmıştır. Cumhuriyet dönemindeki tercümelerin en mükemmeli 1941’de Kilisli Rıfat tarafından yapılan tercümedir. Çağımızın âlimlerinden Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinde Sâdi’den şöyle söz eder: Gülistan sahibi Şeyh Sâdi-i Şirâzî şöyle naklediyor: “Ben bir ehl-i kalbi tekyede, seyr-i sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Birkaç gün sonra onu talebeler içinde, medresede gördüm. ‘Ne için o feyizli tekkeyi terk edip bu medreseye geldin’ dedim. O da dedi ki: ‘Orada herkes kendi nefsini –eğer muvaffak olursa– kurtarabilir. Burada ise bu âl-i himmet şahıslar, kendileri ile beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü cenap, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır.

Onun için buraya geldim.’” Son 15-20 yıl içinde kitapçı raflarını pek çok Bostan ve Gülistan derlemesi doldurdu. Çağlar ötesinden bütün insanlığa seslenen bu öykülerin, yayıncılar arasında revaç bulması şüphesiz ki sevindiricidir. Ancak, bunların içinde maalesef pek azı toplumun istifa edeceği tarzda kaleme alınmış ve çağımız insanına göre derlenmiştir. Elinizdeki eser, Kilisli Rıfat’ın mükemmel tercümesinden yola çıkılarak, büyük ölçüde onunla karşılaştırılarak hazırlandı. Sâdi’nin, toplumumuzla bire bir örtüşen öyküleri arasından özenle seçilerek oluşturuldu. Çağı dolayısıyla okuyucuya karmaşık gelen ve anlaşılmayan ifadeler herkesin anlayacağı bir dille yeniden kaleme alındı, dipnotları yok denecek kadar azaltıldı. Bir iki istisnanın dışında en kısa öyküler bir araya getirilerek, konularına göre tasnif edildi. Yazarın kadınlar, çocuklar, gençler ve âşıklar için söylediği özlü sözler kitabın sayfaları arasına dikkatlice serpiştirildi. Fevkalâde sürükleyici, meraklı, ibret verici ve ilgi çekici olan bu eseri zevkle okuyacağınızı umuyor, sizleri eserle baş başa bırakıyorum

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Çok güzel bir uygulama ama bazı kitaplar inmiyor