Thomas Mann – Seçme Öyküler

Kabahat sütannedeydi. Durumdan ilk kez kuşkulandığında, Bayan Konsul Friedemann’ın sütanneyi karşısına alıp bu kötü huyundan vazgeçmesi için o kadar nasihatte bulunması neye yaramış, kendisine o besleyici biradan başka her gün bir bardak kırmızı şarap ver. ınesi ne yarar sağlamıştı? Kadının ispirto ocağında kullanılan ispirtoyu bile içecek duruma düştüğü ortaya çıkmı.ştı ansızın. Kendisini kapı dışarı edip yerine bir başkasını eve almaya kalmamı.ş, olup bitmişti kaza. Anne Friedemann’la yetişkin üç kızı çıktıkları bir gezintiden eve döndüklerinde, yaklaşık bir aylık Johannes’i kundaklanmakta olduğu masanın üzerinden düşmüş, kısık bir sesle korkunç şekilde inildeyerek yerde yatarken bulmuşlardı; sütanne de aptal aptal yanıbaşında dikiliyordu. Yerde tortop olmuş çırpınıp duran yavrucağı, bir yerini incitmemeye çalışarak sıkı bir muayeneden geçiren doktorun yüzünü: ciddi, pek ciddi bir üade bürümüştü; üç kızkardeş hıçkırarak bir köşede dikiliyor, Bayan Friedemann ise, yüreğinde korku, sesli sesli Tanrı’ya dua ediyordu. Zavallı kadın, daha Johannes doğmadan bir başka fel.8.ketle karşılaşmış, Hollanda’lı Konsul kocasını ani 0!­ duğu kadar ağır bir hastalık elinden çekip almıştı; küçük Jothannes’in kazayı atlatıp yaşayacağı umudunu içinde besleyemeyecek kadar kolu kanadı kırık durum5 daydı henüz. Ne var ki, aradan iki gün gibi bir zaman geçm�, doktor, kadıncağızın yüreğini ferahlatan bir edayla elini sıkarak çocuk için bundan böyle hayati bir tehlikeden söz açılamayacağını, her şeyden önce hafif beyin sarsıntısının kesinlikle ortadan kalktığını, bunun da oğlanın bakışlarından anlaşılacağını, gözlerinin hiç de baştaki gibi bir noktaya dikilip kalmadığını açıklamıştı. Elbet beklemek, durumun ileride nasıl gelişeceğini görmek gerekiyordu. Karamsarlığa kapılmamalı, dediği gibi, umudu elden bırakmamalıydı.


2 Johannes Friedemann’ın doğup büyüdüğü gri ev, pek orta büyüklükte bile denemeyecek eski bir ticaret merkezinin kuzey kapısında bulunuyordu. Dışarıdan gelince çini dö§eli geniş bir hole giriliyor, buradan korkuluğu beyaza boyanmış bir merdivenle evin üst katlarına çıkılıyordu. İlk kattaki salonun duvar kağıtlarını sar1 scluk kır manzaraları süslüyor, mahun ağacından ağır ve hantal bir masanın çevresinde dik arkalıklı koltuk ve kanepeler görülüyordu. Johannes Friedemann, çocukluğunda sık sık bu f,alonda vakit geçirmiş, pervazında hep güzelliğiyle göz kamaştıran çiçeklerin yer aldığı pencer�nin cnünde, �nnesinin ayaklarının dibinde bir tabureye oturmuş, annesinin düz taranmış kır saçlarını ve yumuşak tatlı yüzünü seyredip çevresine yaydığı hoş kokuyu solurken, kulaklarını açarak onun anlattığı güzelim masalları dinlemişti. Kimi zaman da babasının, ağarmış top sakalıyla güler yüzlü bu adamın resmini annesine çıkarttırıp bakmıştı. Şimdi cennette kendisi, diye açıklamıştı annesi her seferinde, orada babasının kendilerini beklediğini söylemişti. 6 Evin arkasında küçük bir bahçe yer alıyor, yakınlardaki bir şeker fabrikasından nerdeyse sürekli esip gelen baygın kokuya karşın, yaz mevsiminde günün hatırı sayılır bir bölümü genellikle burada geçiriliyordu Dal budak salmış yaşlı bir ceviz ağacı vardı bahçede ve küçük Johannes çokluk ağacın gölgesinde alçacık bir iskemlede oturup ceviz kırıyor, bu sırada annesiyle artık büyüyüp koca kızlar olmuş üç ablası gri yelken bezinden yapılmış çadırda vakit geçiriyoı lardı. Annesi başını ikide bir elindeki işten kaldırıyor, hüzün dolu bir sevecenlikle küçük Johannes’ten yana bir göz atıyordu. Hani yakışıklı denemezdi Johannes için; sivri ve yüksek göğsü, hayli dı§arılara taşan sırtı ve fazlasıyla uzun cılız kollarıyla al\’.acık iskemlede oturmuş, çevik hareketlerle harıl harıl cevizleri kırarken öylesine acayip bir görünümü sergiliyordu ki! Ama buna karşılık elleriyle ayakları ince ve narin yapılıydı, ceylanlarınki gibi iri kahverengi gözleri, yumuşak çizgilerle çevrelenmiş bir ağzı ve ipek gibi kumral saçları vardı. Yüzü iki omuzunun arasında pek acınacak gibi durmasına karşın, nerdeyse güzel sayılabilirdi. 3. Yedi yaşına gelince, Küçük Friedemann okula yollanmış, bundan böyle yıllar bir tekdüzelik içinde hızla akıp gitmeye başlamıştı. Küçük Friedemann, her AlJahın günü çarpık vücutlu kimselere özgü yürüyüşüyle dik çatılı evler ve dükkanlar arasından geçip Gotik kemerleriyle eski okul binasının yolunu tutuyordu. Evde okul ödevlerini yaptıktan sonra, güzelim renkli resimlerle donatılmış kitaplarını okuyor ya da bahçede vakit geçiriyordu. Ablaları ise, annelerinin hastalığı do7 layısıyla ev işlerine bakıyor, kimi 7.

alllail. da kalkıp eş doot toplantılarına gidiyorlardı; çünkü Friedema.nn’lar kentin önde gelen ailelerindendi. Ama ne yazık ki üç kızkardeşten hiç biri evlenmemişti henüz, çünkü fazla bir drahomaları yoktu. üstelik kendileri de hayli çirkindi. Johannes’in de kendi akranlarınca bir toplantıya, bir eğlenceye çağrıldığı oluyordu ku.şkusuz; ama Johannes akranlarıyla düşüp kalkmaktan pek hoşlanmıyordu; oyunlarına katılamıyor, kendisine hep biraz çekimser ve soğuk davrandıklarından, onlarla arasında gerçek bir arkadaşlık bağı bir türlü kurulamıyordu. Derken bir zaman gelmiş, Joharınes onların ikide bir okulun bahçesinde başlarından geçen kimi olaylardan birbirlerine söz açtıklarını işitmeye başlamıştı; arkadaşları falan ya da filan kıza yaptıkları kurlardan konuşurken, kendisi gözlerini iri iri açarak onların söyleşilerine dikkatle kulak kabartıyor ve susuyordu. Arkadaşlarının yaşamını görünürde tastamam dolduran bu gibi olayların, beden eğitimi ve el topu gibi kendisinin bir türlü üstesinden gelemediği konular arasında-yer aldığını içinden geçiriyordu hep. Bu da ona bazen hüzün veriyordu; ama nihayet tek başına olmak ve başkalarının ilgilendiği şeylere ilgi duymamak öteden beri alıştığı durumdu. Ama yine de bir gün gelip -onaltı yaşındaydı o zaman- kendi yaşıtı bir kıza ansızın gönlünü kaptırmıştı, Johannes. Kız, sınıf arkadaşlarından birinin kardeşiydi; sarışın, neşesinden kabına sığamayan delişmen biriydi; Friedemann, kızı bir fırsatla ağabeyinin yanında tanımıştı. Kızla birlikteyken ruhunu tuhaf bir sıkıntı basmış, kızın kendisine karşı çekimser ve yapmacık bir içtenlikle davranması onu derin bir hüzne gömmüştü. 8 Bir yaz günü, öğleden sonra kentin önündeki set üzerinde tek başına dolaşırken, bir yasemin ağacının arkasında fısıltıyla konuşulduğunu işitmiş, dalların arasından dikkatle kulak kabartmıştı. Derken ağacın arkasındaki bir bankta gönlünü kaptırdığı kızın, kendisine hiç de yabancı olmayan uzun boylu, kızıl saçlı bir oğlanla oturduğunu görmüştü; oğlan, kolunu beline dolayıp kızı dudaklarından öpmüş, kız da onun öpücüğüne kikirdeyerek karşılık vermişti.

Küçük Friedemann bunu görünce, hemen dönüp usulcacık oradan uzaklaşmıştı. Başı her zamankinden daha çok omuzlarının arasına gömülmüş, elleri titremeye başlamış, göğsüne bıçak gibi saplanan bir sızı derken oradan boğazına doğru tırmanmıştı. Ama Friedemann bu sızıyı güç bela yutkunup uzaklaştırmış, elden gelen azim ve kararlılığı gösterip belini doğrultmuştu. ‘Tamam’, diye geçirmişti içinden, ‘kapandı bu iş. Bir daha asla böyle şeyleri dert etmeyeceğim kendime. Başkalarını mutluluk ve neşeye boğan şey, bana üzüntü ve acı veriyor yalnız. Benim için bitti. Bu işe paydos artık. Bir daha mı, tövbe!’ Verdiği karar Friedemann’ı rahatlatmıştı. Senin olsun demiş, süresiz senin olsun deyip çıkmıştı işin içinden. Ardından eve dönmüş, bir kitap açıp okumuş, bir ara eline kemanı alıp çalmıştı; çarpık göğsüne kaqm keman çalmasını öğrenebilmişti çünkü.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Tesekkurler
    Cumhuriyet Gazetesi klaskleri ve bu sabah nobel vb klasikleri epub olarak koyarmisiniz tesekkurler 🙂