Frank Herbert – Dune #2 Dune Mesihi

Ix’li Bronso ile Ölüm Hücresi’nde Yapılan Görüşmeden Pasajlar: S: Muad’Dib’in tarihçesine farklı bir şekilde yaklaşmana yol açan nedir? Y: Niye senin sorularına yanıt vereyim? S: Çünkü söylediklerini olduğu gibi koruyacağım. Y: Vayy! Bir tarihçi için ne büyük lütuf! S: Peki işbirliği yapacak mısın? Y: Neden olmasın? Ama Tarih Analizi’min ilham kaynağını asla anlayamayacaksın. Asla. Siz Rahiplerin kaybedeceği çok şey… S: Beni bir dene. Y: Seni denemek mi? Pekala… neden olmasın? Bu gezegenin popüler ismi Dune’dan kaynaklanan yaygın görüşün sığlığı ilgimi çekti. Dikkat et, Arrakis değil, Dune. Tarih, Dune’u çöl olarak, Fremenlerin doğum yeri olarak görmeyi takıntı haline getirdi. Bu tarih; Fremenlerin, vücut neminin çoğunu toplayan damıtıcı giysilerinin içinde yarı göçebe bir yaşam sürdürdükleri gerçeği ve su kıtlığı nedeniyle ortaya çıkan gelenekler üzerine yoğunlaşmaktadır. S: Yani bunlar doğru değil mi? Y: Bunlar yüzeysel doğrular. Bu yüzeyin altında yatanları göz ardı etmek… doğduğum gezegen olan Ix’i, güneşimizin dokuzuncu gezegeni olduğu için bu adı aldığını ortaya çıkarmadan anlamaya çalışmak gibidir. Hayır… hayır. Dune’u şiddetli fırtınaların hüküm sürdüğü bir yer olarak görmek yetmez. Dev kum solucanlarının yarattığı tehditten bahsetmek de yetmez. S: Ama bunlar Arrakis’in can alıcı özellikleri! Y: Can alıcı mı? Tabii ki öyle. Ama bunlar gezegene tek bir açıdan bakılmasına neden olurlar; tıpkı Dune’un, baharın yani melanjın yegane ve eşsiz kaynağı olduğu için tek ürünlü bir gezegen olması gibi.


S: Evet. Kutsal bahar konusunu biraz aç bakalım. Y: Kutsal mı? Bütün kutsal şeyler gibi o da bir eliyle verdiğini diğeriyle alır. Ömrü uzatır ve erbabının kendi geleceğini görmesini sağlar ama onu zalim bir bağımlılığın pençesine düşürür ve gözlerini sizinkiler gibi damgalar: hiç akı olmayan tamamen mavi gözler. Gözleriniz, görme organlarınız arasında renk farkı yok, hepsi aynı. S: Seni bu hücreye getiren işte bu sapkınlık! Y: Beni bu hücreye getiren senin Rahiplerin. Bütün rahipler gibi sen de, doğruya sapkınlık demeyi hemen öğrenmişsin. S: Buradasın çünkü, Paul Atreides’in, insan olması için gereken temel bir şeyi, Muad’Dib olmadan önce kaybettiğini söylemeye cüret ettin. Y: Ne Harkonnen savaşında kaybettiği babasından ne de annesiyle o kaçabilsin diye kendini feda eden Duncan Idaho’dan bahsetmediğim için değil yani. S: Alaycılığın boşuna ün salmamış. Y: Alaycılık mı? Bu hiç şüphesiz sapkınlıktan daha büyük bir suç. Ama aslında ben bir alaycı değilim. Yalnızca bir gözlemci ve yorumcuyum. Hamile annesiyle birlikte çöle kaçan Paul’de, gerçek asaleti gördüm. Ama tabii annesi, bir yük olduğu kadar büyük bir servetti de.

S: Siz tarihçilerin hatası şu ki; asla, yeterince iyi deyip geçmezseniz. Kutsal Muad’Dib’deki gerçek asaleti görüyorsun ama alaycı bir dipnot düşmeden edemiyorsun. Bene Gesserit’in de seni suçlamasına şaşmamalı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir