Pierre Boulle – Maymunlar Gezegeni – Uzay Serisi 7

Jinn ve Phyllis, uzay denizinde, meskûn gezegenlerden uzaklarda dolaşarak rahat bir tatil geçiriyorlardı. O günlerde gezegenler arası olduğu kadar, yıldızlar arası yolculuklar da günlük olaylardandı. Roket uzay gemileri Sirius’a turist getiriyor veya bankerleri, Arcturus ve Alderban’a mal takası yapmak üzere götürüyordu. Jinn ve Phyllis varlıklı ve işi gücü olmayan bir çift oldukları için kendi âlemlerine dalmışlar, uzayın derinliklerine açılmışlar, yelkenli uzay gemisiyle başıboş dolaşıyorlardı. Bütün özellikleri, böyle yelkenli bir uzay gemisiyle dolaşmak ve birbirlerine bıkmadan şiirler okumaktı. Yelkenli uzay gemisi, zarf içine sokulmuş bir küreyi andırıyordu. Son derece hafif yapılmış olan bu küre biçimi uzay yelkenlisi, ışık-radyasyon basıncıyla hareket ediyordu! Böyle bir gemi, ancak yerçekiminin az bulunduğu yerlerde, bir yıldızın civarından uzaklaşılmadığı takdirde kullanılabiliyordu. Düz bir hat üzerinde olmak şartıyla daima yıldızdan uzaklaşarak hareket edebiliyordu, fakat Jinn ve Phyllis’in yaşadığı gezegenin üç güneşi bulunması ve bu güneşlerin, orantılı olarak birbirlerine yakın olması, ışığın üç eksen üzerinden alınmasına imkân veriyordu. Bunun için de Jinn, yelkenli gemisini büyük bir rahatlıkla kullanabiliyordu. Yelkenli geminin istendiği zaman açılıp kapanabilen birtakım siyah renkli panjurları vardı. Bu panjurların, ışığın belirli bir bölümdeki yansıma gücünü değiştirmesi, ışık-basınç etkisinin değişmesine sebep oluyor ve gemi istenilen yöne götürülebiliyordu. Ayrıca, sonsuz elastikiyeti olan yelkenli gemi, yöneticinin arzusuna göre genleştirilip daraltılabiliyordu. Böylece, Jinn, hızını arttırmak istediği zaman, gemiye mümkün olan en geniş çapı veriyordu. Işık geniş bir yüzeye çarptığı için de, yelkenli gemi baş döndürücü bir hızla giderken birbirlerine sarılıyorlar, gözlerini uzayın esrarlı boşluğuna dikip büyüleyici manzarayı seyrediyorlardı. Diğer taraftan, yavaş gitmek istedikleri zaman, Jinn’in bir düğmeye basması yelkenli geminin büzülmesine ve sadece ikisini alabilecek kadar küçük bir küre halini almasına yetiyordu.


Işık etkisi yok sayılabilecek kadar az olacağı için kendi hareketine karşı direnç bu ufacık hava kabarcığ epey uğraşmış ve tehlikeli bölgeden kaçabilmeleri için zorunlu olmadıkları takdirde kullanılmasını kendi kendilerine onur meselesi yaparak yasakladıkları yedek roketleri çalıştırmak zorunda kalmıştı. Bir gün Jinn ve Phyllis, geminin tam ortasına dünyayı umursamazcasına yan yana uzanmışlar, tatillerinin tadını çıkarmak için vücutlarını üç güneşin kızgın ışınlarına terk etmişlerdi. Gözleri kapalı olan Jinn, yalnız Phyllis’e olan aşkını düşünüyordu. Phyllis, yanlamasına uzanmış, her zaman yaptığı gibi gözlerini uzayın sonsuz boşluğuna dikmiş, boşluğun düzenli ve tatlı heyecanını duymaya çalışıyordu. Phyllis, birden toparlandı, kaşlarını çatarak kalkıp oturdu. Boşlukta alışık olmadığı bir ışık görmüştü. Birkaç saniye bekledi, sonra güneş ışınlarının parlak bir cisme çarpmasıyla yansımasından doğan parlaklığı tekrar gördü. Uzayda yaptıkları bu yolculuklardan dolayı keskinleşen düzenli duygularının kendisini aldatmasına imkân yoktu. Gören Jinn de, Phyllis’in haklı olduğunu söyledi. Jinn’in böyle şeylerde yanılması söz konusu olamazdı. Üzerinde ışınları yansıtan, uzak olduğu için ne olduğunu söyleyemedikleri bir cisim boşlukta yüzüyordu. Phyllis omuzunun üzerinden eğilmiş bakarken, Jinn, bir dürbün alarak bu cisme doğru çevirdi ve mercekleri ayarladı. — Büyük bir cisim değil, dedi. Camdan yapılmış gibi görünüyor… Hayır, biraz daha dikkatli bakmam gerekiyor. Gittikçe yakınlaşıyor.

Bizden çek daha hızlı gidiyor. Bana öyle geliyor ki… Gözlerinde sorgulu bir anlatım belirdi. Dürbünü gözlerinden çeker çekmez, Phyllis dürbüne sarıldı. — Bu bir şişe, sevgilim. — Bir şişe mi? Phyllis, tekrar baktı. — Evet, bir şişe. Açıkça görüyorum. Açık renkli camdan yapılmış ve ağzı mantarlı. Mantarı bile net görüyorum. Şişenin içinde, kâğıt olduğunu tahmin ettiğim bir şey var… Muhtemelen bir mesaj. Jinn, bu şişeyi muhakkak almalıyız! Jinn de aynı fikirde olduğu için küre biçimindeki gemiyi, usta manevralarla şişenin yolu üzerine getirdi, sonra hızını yavaşlatarak şişenin gemiye yetişmesini bekledi. Phyllis, uzay elbisesini giymiş, geminin altındaki kapaktan çıkmış, bir eliyle ipi yakalamış, diğer eline uzun saplı, ağdan yapılmış bir kepçe almıştı. Şimdiye kadar uzaydan birçok öteberi toplamışlardı. Topladıkları bu şeyleri koleksiyonlarında saklıyorlardı. Phyllis, koleksiyonuyla iftihar ederdi.

Fakat böyle bir şişeye ilk olarak rastlıyorlardı. Phyllis, sabırsızlığından tir tir titriyor, şişenin içindeki mesajı bir an önce okumak istiyordu. Birden başlı telefonuna haykırdı, — Daha yavaş, Jinn… Hayır, biraz daha hızlı, yanımızdan geçecek… Sancak… Şimdi, ani iskele… Dur… yakaladım! Phyllis, gösterdiği başarıyı sevinç çığlıkları atarak belirtti. İrice bir şişeydi ve ağzı sıkıca kapanmıştı. Şişenin içinde, bükülmüş bir demet kâğıt vardı. Phyllis, ayaklarını sabırsızlıkla yere vurarak: — Jinn, kır şu şişeyi, haydi çabuk, diye yalvardı. Jinn, hiç acele etmeden şişenin ağzındaki mantarın çevresini kaplayan erimiş mum tabakasını parçaladı. Fakat mantarı açtığı zaman, şişenin içindeki kâğıdın, şişe kırılmadan çıkarılmasına imkân olmadığını gördü. Eşinin itirazlarına aldırmadan şişeyi bir çekiçle kırdı. Çok sayıda, el yazması ince kâğıt vardı. Mesaj Dünya diliyle yazılmıştı. Jinn, öğreniminin büyük bir kısmını Dünya’da yapmış olduğu için bu yazıyı rahatlıkla okuyabiliyordu. Her nedense, böyle garip bir şekilde ellerine düşen bu kâğıtları okumaya başlamaktan çekiniyordu. Fakat Phyllis’in sabırsızlığı karar vermesine yetti. Phyllis, Dünya yazısını okuyamadığı için yalvardı.

— Ne olursun, Jinn, haydi başla! Küre’nin hızını düşürdü, önlerinde çarpacakları bir şey olmadığı kanısına varınca, Phyllis’in yanına oturdu ve okumaya başladı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir