Ray Cummings – New York 5000

ALAN’ın atölyesindeydik. Hemen birkaç dakika önce monte etmiştik televizyon alıcısını. Aygıtı açar açmaz da, eşsiz güzellikte bir esrarengiz genç kız karanlığın içinden çıkıp geldi. Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Boğucu şekilde sıcak bir haziran gecesi yaşıyorduk. Alan’ın kızkardeş Lekelerin her biri hem yoğundu, hem de daha ilk bakışta ne olduğu kavranabilir cinsten şeylerdi. Doğayı dile getiren derin tonlardı bunlar, öyle ki seyretmekte olduğumuz şeyin bir görüntü değil de düpedüz yıldızlı gökyüzü olduğunu rahatça söyleyebilirdik. Böylece oldukça uzun bir vakit geçti. Yahut da bize uzun geliyordu zaman!. Görüntünün ortasında bir hâle oluşmaktaydı şimdi. Birdenbire, gene bir şekil belirip maddeselleşti. Gerçek şeylerin olanca sağlamlığına sahip bir nesneyle karşı karşıyaydık. Bütün bu sahnenin içinde o şekil kadar canlı ve elle tutulur başka hiçbir şey yoktu… Kafes oymalı dev bir kuleydi bu. Yer yer çiçek tarhlarıyla süslü bir çimenliğin üzerine yerleşmiş duruyordu.


Kulenin yüksekliği en az yetmiş metreydi. Yukarıya doğru incelerek yükseliyor ve belirsiz bir nokta biçiminde son buluyordu. Kuleyi oluşturan ince kirişler, çeliğe özgü bir sertlik izlenimi uyandırıyordu insanda. Ama renkleri, daha çok, alüminyumu akla getirmekteydi. Bizim görüş açımızdan bakınca, kulenin çok yakınında gibiydik; adeta bitişiğinde: Görüntüsü bütün ekranı kaplıyordu çünkü. Tepesinin hemen yakınında bir balkon asılı duruyordu. Küçük pencerelerle donatılmış bir oda görünüyordu balkonun gerisinde. Bu odayla kulenin dibi arasında ve tam ortada ikinci bir oda daha vardı. Baktığımda içeriyi rahatça görebiliyordum: Bir merdiven ve asansörü andıran bir şey. Kulenin dibi ışık geçirmez eskilde yapılmıştı, hiçbir şey görünmüyordu orada. Biz ekranı seyrederken sahne farkedilmez bir şekilde genişlemişti. Usta yönetmenlerin filmlerindeki gibi bir travling (uzaklı-yakınlı çekim) olmuştu sanki. Şimdi, büyük plan halinde karşımızda duran kulenin girişine bakıyorduk. — Görünürde kimsecikler yok Edward, dedi Nanette. Alan’ın sesi yükseldi sonra: — Şuraya bak, Ed! Duvarın yanına bak!. Alan’ın işaret ettiği yerde karanlık bir siluet hareket eder gibiydi.

Yuvarlak bir duvarın önünde, oldukça net bir şekilde görünüyordu siluet. Acaba bu gece bekçisi miydi, yoksa bir nöbetçi mi? Hemen ardından belli belirsiz bir hareket daha oldu ekranda. Ve bir ikinci siluet belirdi: Bir genç kız siluetiydi bu. Ağır ağır yaklaştı, sonra da merdivene açılan kapının yanında durup kaldı, içeriden gelen bir ışık, kızın siluetini net bir şekilde görmeye yetecek kadar aydınlatmaktaydı orayı. Genç kız, ufak tefek ve çok ince belliydi. Açık mavi bir giysi vardı üzerinde. Soluk kumral renkte gür saçları vardı. Ve bu gür saçların üzerinde o ışık, bir taç gibi duruyordu. Geceyi gözledi bir an. Yüz çizgilerini net olarak seçemiyorduk. Bir heykel gibi kımıldamadan duruyordu. Sonra sakince döndü bize doğru. Böylece yüzünü gördüm ve yüz çizgileri hemen belleğime yerleşti. Vaktinden önce olgunlaşmış bu genç kızın yabansı ve büyüleyici bir güzelliği vardı. Genç kız yeniden kuleye girdi ve görüntü, birdenbire dağılan bir buğu gibi, bozuluverdi… Ekranda hiçbir şey görünmüyordu artık.

Çok düzensiz bir şekilde aydınlanıyordu. Bütün her şey başlangıçtaki duruma dönmüştü. Sürekli ve düzgün bir yayın yakalamak mümkün olmuyordu. Televizyonumuz iyi işlemiyordu. Selektörümüz kötü ayarlanmıştı. Anten bozuktu. Kanallar çalışmıyordu. Yürümeyen ve niye yürümediğini de hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz bir şey vardı aygıtta. Oysa nereden geldiği bilinmeyen bu görüntüyü izlemiştik. Ve bir süre, birtakım garip şeyler saçarak ışıldayan kesin bir görüntü söz konusuydu. Sağlam ve gerçek, bir yerlerde mutlaka varolması gereken şeylerin bir imajını görmüştük. İlk görüntü burada kesilmişti. İkinci görüntü gene aynı gece, ama neredeyse sabaha karşı başladı. Ayar düzenine dokunmaya cesaret edememiştik. Aslında hiçbir verici istasyona ait olmayan, gelişigüzel bir dalga uzunluğunda bırakmıştım aygıtı.

Başkaca hiçbir şeye el sürmemiş, yürümeyen yanın ne olduğunu da araştırmaya girişmemiştik. Düşünmüştük ki, bütün her şeyi olduğu gibi bırakırsak, karşımıza çıkan o görüntü, pekâlâ yeniden başlayabilirdi… Nitekim sabaha kadar uyumadık o gece. Karşımızdaki ekran gelişigüzel bir biçimde, kesik kesik aydınlanıyordu. Çok sayıda simsiyah nokta vardı ekranda. Birkaç da yeşil ve kırmızı nokta ışıldıyordu. Nanette koltuğa kıvrılmış, uyukluyordu şimdi. Alan’la ben, onu rahatsız etmemek için fısıldayarak konuşmaktaydık. Durumda herhangi bir değişiklik olduğu takdirde kendisini uyandıracağımıza söz vermiştik Nanette’e. Ama bir değişiklik olacak mıydı? Uzun susuşlarla kesilen konuşmamızda bu hususu tartışıyorduk hep. Olay bizi iyiden iyice sarmıştı. O görüntü bir başka evrenden gelmiş olamaz mıydı? İnanılmaz bir şey olurdu bu! Ama gayet iyi hatırlıyorum ki, bu olasılığı düşünmüştüm. Evet ama böyle bir şeye inanmak için yeterli neden var mıydı elimde? Bir kule ve yıldızlı bir gökyüzü, göğün altında da bir görünüm. Güzelliği tümüyle insansal nitelikte bir genç kız. Bütün bunlarda başka evrene ait olabilecek hiçbir yan yoktu. Bugün bilim açıkça ortaya çıkarmış bulunuyor ki; atmosfer, potansiyel halde görüntü ve seslerle dolup taşmakta.

Alan benden daha gerçekçidir. Nitekim soruna akılcı bir açıdan yaklaşarak konuşmaya koyuldu: — Dinle, Ed! öyle sanıyorum ki biz, o görüntü aracılığıyla, uzakta bulunan ve bilinmeyen bir verici istasyonla ilişki halindeydik.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir