Stanislaw Lem – Soruşturma

HER katta ritmik tangırtılar çıkaran antika asansör, oyma çiçeklerle süslü cam kapılardan geçip yukarıy “Soruşturmanın resmi yönünü şimdilik bir kenara bırakabiliriz,’’ dedi adam, “Farquart, lütfen devam edin.” “Nasıl isterseniz, Başmüfettiş. İkinci haber birincisinden sekiz gün sonra Planting’den geldi. Birisi yine gece vakti mezarlık morgunda bir cesedin pozisyonunu değiştirmiş. Ölen kişi Thicker adında bir dok işçisi – adam neredeyse ailesini iflas ettiren uzun bir hastalıktan sonra ölmüş.” Farquart gözünün ucuyla sabırsızlıkla kımıldayan Gregory’ye baktı. “Cenaze töreni ertesi sabah yapılacakmış. Aile morga geldiği zaman cesedin yüzükoyun yattığını görmüş -yani sırtı dönük duruyormuş- ve elleri açıkmış, bu da Thicker’in… hayata dönmüş olduğu izlenimini vermiş. En azından ailenin inandığı şey bu. Çok geçmeden mahallede bir transa geçme dedikodusu dolaşmaya başlamış. İnsanlar Thicker’in sadece ölmüş gibi göründüğünü, sonra uyandığını ve kendisini bir tabutun içinde bulunca bu sefer korkudan iyice öldüğünü söylemeye başlamışlar. “Bütün bu hikâyeler tamamıyla saçma,” diye ‘ sürdürdü Farquart. “Kasaba doktoru, Thicker’in ölümünü hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulamış durumda. Fakat söylentiler çevreye yayıldıkça, insanların zaten belli bir zamandan beri gece vakti pozisyon değiştiren, yani hareket eden cesetlerden bahsetmekte oldukları anlaşılmış.” “‘Belli bir zaman’ ne anlama geliyor?” “Bunu bilemiyoruz. Söylentiler Shaltam ve Dipper’de meydana gelen olaylarla ilgiliydi. Ocak ayının başında yerel polis fazla derine gitmeyen bir soruşturma yaptı, fakat işi fazla önemsemedikleri için çok düzgün bir iş çıkaramadılar. Bölgede yaşayanların verdikleri ifadeler kısmen taraflı, kısmen tutarsız olduğu için sonuçta ortaya fazla değeri olmayan bir rapor çıktı. Shaltam’da söz konusu olan kişi kalp krizinden ölmüş olan Samuel Filthey adlı birisiydi. Mezar kazıcısına göre -ki bu adam aynı zamanda kasabanın ayyaşıdır- Filthey Noel gecesi ‘tabutunda dönmüştü’. Bu hikâyeyi doğrulayacak bir kimse bulunamadı. Dipper’deki olay sabahleyin tabutunun -yanında yerde bulunan deli bir kadının cesediyle ilgiliydi. Komşulara göre kadından nefret eden üvey kızı cenaze evine geceleyin gizlice girmiş ve onu tabutundan dışarıya atmıştı. Gerçek şu ki, bunca hikaye ve söylenti arasında, yönümüzü bulmamız mümkün değil. Birisi size olası bir tanığın adını veriyor ve o tanık da sizi başka birine gönderiyor ve bu böylece gidiyor… “Olay kesin bir ad acta 1 olarak bir tarafa bırakılmalıydı,” Farquart daha hızlı konuşmaya başlamıştı, “fakat ocak ayının on altısında James Trayle adındaki birinin cesedi morgdan kayboldu. Bizim merkezin isteği üzerine Çavuş Peel olayı araştırdı. Ceset morgdan gece yarısı ile cenaze kaldırıcısının onun ortadan kaybolduğunu anlamış olduğu sabah beş arasında bir sırada alınıp götürülmüş. Ölen kişi bir erkekti… belki kırk beş yaşlarında-” Başmüfettiş, “Belki ne demek? Emin değil misin?” diye onun sözünü kesti. Adam sanki kendini çok iyi cilalanmış bir aynada seyrediyormuş gibi başını önüne eğmiş oturuyordu. Farquart boğazını temizledi. “Eminim, ama bana söylendiği gibi aktarıyorum… Her neyse, ölüm nedeni aydınlatma gazından zehirlenmeydi. Talihsiz bir kaza.” Başmüfettiş, kaşlarını kaldırarak, “Otopsi?” dedi. Yan tarafa eğildi ve pencereleri açan bir kolu çekti. Nemli bir esinti odanın ılık ve ağır havasına yayıldı. “Otopsi yapılmamış, fakat bunun bir kaza olduğundan emindik Altı gün sonra, ocağın yirmi üçünde başka bir olay, bu sefer Spittoon’da meydana geldi. Kayıp ceset damıtma tesisinde çalışan yirmi sekiz yaşında bir işçiye aitti. Adam bir gün önce, fıçılardan birini temizlerken zehirli gazlan içine çekerek ölmüş. Cesedi öğleden sonra saat üç civarında morga götürülmüş. Bekçi onu son defa akşamüzeri saat dokuz civarında görmüş. Sabahleyin yerinde yokmuş. Çavuş Peel bu olayla da ilgilendi, fakat bu soruşturmadan da bir sonuç alınamadı. Bunun başlıca nedenlerinden biri de, o sırada bu iki olayı daha önce meydana gelenlerle birleştirmeyi akıl edememiş olmamızdır…” “Lütfen şimdilik bu konudaki fikirlerinizi kendinize saklayın. Şu an için sadece olguların üzerine eğilmek istiyorum,” dedi Başmüfettiş, Farquart’a, hoş bir gülümsemeyle. Buruşmuş elini masanın üzerine koydu. Gregory bakmaktan kendisini alamadı: Elin kanı tamamıyla çekilmiş gibiydi, görünürde tek bir damar yoktu. “Üçüncü olay Londra belediyesi sınırları içindeki Lovering’de meydana geldi. Orada Tıp Fakültesi’nin yeni açılmış bir otopsi laboratuvarı var.” diye sürdürdü Farquart, donuk bir sesle, sanki bu uzun hikâyeye devam etmek için bütün hevesi kaybolmuştu. “Stewart Aloney adındaki birinin cesedi ortadan kayboldu. Adam elli yaşındaydı ve Bangkok seferinde tutulmuş olduğu kronik bir tropikal hastalık yüzünden ölmüştü. Olay, diğer ortadan kaybolmalardan dokuz gün sonra, şubatın ikisinde meydana geldi – daha kesin söylersek şubatın ikisini üçüne bağlayan gecede. Bundan sonra duruma Scotland Yard el koydu. Soruşturma Teğmen Gregory tarafından, yapıldı. Aynı kişi daha sonra benzer başka bir olayın, şubatın on ikisinde Bromley mezarlık morgundan bir cesedin kaybolması olayının da soruşturmasını yürüttü – bu olay bir kanser ameliyatından sonra ölen bir kadının cesediyle ilgiliydi. “Teşekkür ederim,” dedi Başmüfettiş. “Çavuş Peel niçin burada yok?” “Kendisi hasta, Başmüfettiş, şu anda hastanede,” diye yanıtladı Gregory. “Öyle mi? Nesi var?” Teğmen tereddüt etti. “Emin değilim, fakat sanırım böbrekleriyle ilgili bir şey.” “Teğmen, bize kendi soruşturmanızı anlatın.” Gregory boğazını temizledi, derin bir nefes aldı ve kül tablasına sigarasını silkeleyerek kendisinden umulmayacak kadar sakin bir sesle konuşmaya başladı. “Fazla bir şey bulamadım. Bütün cesetler gece vakti kaybolmuş, olay yerinde hiçbir ipucu yok, içeriye zorla girildiğini gösteren hiçbir işaret yok. Zaten zor kullanılarak girilmesine de gerek yok, çünkü morglar genel olarak kilitli tutulmuyor ve kilitli olanları da herhalde bir çocuk bile eğri bir çiviyle açabilir…” “Otopsi laboratuvarı kilitliydi.” Otopsi uzmanı olan Sorensen ağzını ilk defa açmıştı. Sanki kafasının çirkin üçgen şekline dikkat çekmemek için, başını arkaya atmış bir şekilde oturuyor ve bir parmağıyla gözlerinin altındaki şişmiş deriyi ovuşturuyordu. Birden Gregory’nin aklına Sorensen’in genellikle ölülerle birlikte olduğu bir meslek seçmekle iyi yapmış olduğu fikri geldi. Ona doğru abartılı bir şekilde eğildi. “Lafı ağzımdan aldınız, Doktor. Cesedin ortadan kaybolduğu odada kilitli olmayan bir pencere vardı – aslında sanki birisi çıkmış gibi açıktı.” “İlk önce içeriye girmesi lazım,” diye onun sözünü kesti Sorensen, sabırsızlıkla. “Çok zekice bir gözlem,” diye yanıtladı Gregory, sonra bu sözleri söylediğine pişman oldu ve gizlice Başmüfettiş’e bir göz attı. Adam ise sanki hiçbir şey duymamış gibi sessiz ve kımıldamadan oturuyordu. “Laboratuvar ilk katta,” diye sürdürdü Teğmen, rahatsız edici bir sessizlikten sonra. “Kapıcıya göre bu pencere de bütün diğerleri gibi kilitliymiş. Adam o gece bütün pencerelerin kilitli olduğuna yemin ediyor – bundan tamamıyla emin olduğunu, zira hepsini kendisinin kontrol ettiğini söylüyor. Don olma olasılığı varmış ve adam eğer camlar açık olursa kaloriferler donar diye korkmuş. Otopsi laboratuvarlarının çoğu gibi, orası da zaten fazla ısıtılan bir yer değil. Laboratuvarın yöneticisi olan Profesör Harvey’le konuştum. Adam kapıcıyı çok tutuyor, onun görevini biraz fazla ciddiye aldığını, fakat namuslu birisi olduğunu ve bize söylediği her şeye inanabileceğimizi söylüyor.’’ “Laboratuvarda gizlenebilecek bir yer var mı?” diye sordu Başmüfettiş. Çevresindekilere, sanki birdenbire onların varlığını yeniden hatırlamış gibi, baktı. “Ee, bu… mümkün değil, Başmüfettiş. Kimse kapıcının yardımı olmadan saklanamaz. İçeride otopsi masalarından başka eşya yok. Ne karanlık bir köşe, ne de bir girinti… aslında öğrencilerin paltoları ve araçları için birkaç dolap var ama bir çocuk bile onların içine sığamaz.” “Bundan emin misin?” “Efendim?” “Yani bir çocuk için bile çok küçük olduklarından,” dedi Başmüfettiş, sakin bir sesle. “Ee…” Teğmen’in alnı kırıştı. “Bir çocuk onların birinin içine sığabilir, fakat en fazla yedi-sekiz yaşında bir çocuk.” “Dolapları ölçtün mü?” “Ölçtüm.” Yanıt hiç duraksamadan verilmişti. “Hepsini ölçtüm, çünkü bir tanesinin diğerlerinden daha büyük olduğunu sandım. Hepsi aynı boydaymış. Dolapların dışında, bazı tuvaletler, yıkanma odaları ve sınıflar var. Bodrum katında bir buzdolabı ve depo var. Üst katta profesörlerin ofisleri ve öğretmenler için bazı odalar var. Harvey, kapıcının her gece her odayı, bazen bir kereden fazla kontrol ettiğini söylüyor – bana sorarsanız, işini fazla abartıyor. Her neyse, hiç kimse orada saklanmazdı.”

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle