J. K. Rowling – Harry Potter 6 – Harry Potter ve Melez Prens

Vakit gece yarısına yaklaşıyordu ve Başbakan ofisinde tek başına oturuyor, beyninden en ufak bir mana bırakmaksızın geçip giden uzun bir notu okuyordu. Uzak bir ülkenin başkanından telefon bekliyordu, ve lanet adamın ne zaman arayacağını merak etmek, uzun, yorucu ve zor geçen bir haftanın nahoş hatıralarını bastırmaya çalışmak dışında kafasında daha fazlasını kaldıracak yer yoktu. Başbakan önünde duran kağıdın üstünde yazılanlara odaklanmaya her yeltendiğinde, politik rakiplerinden birinin zevkten dört köşe olmuş yüzünü daha net bir şekilde görebiliyordu. Bu istisnai rakip, henüz o gün haberlerde görünmüştü ve geçen hafta olan korkunç olayların her birini tek tek saymakla kalmamış (sanki kimsenin hatırlamaya ihtiyacı varmış gibi), her birinin neden devletin hatası olduğunu açıklamıştı. Başbakan’ın, haksız ve yanlış olan bu suçlamaları düşününce bile nabzı hızlandı. Devleti nasıl o köprünün yıkılmasına engel olabilirdi Allah aşkına? Birinin köprüler için yeterince masraf yapılmadığını öne sürmesi çizmeyi aşıyordu. Köprü on yaşında bile değildi ve en iyi uzmanlar bile neden aşağıdaki ırmağın derinliklerine bir düzine araba göndererek ikiye ayrıldığını açıklamaktan yoksundu. Ayrıca ne cüretle biri o iki iğrenç ve halka iyi tanıtılmış cinayetin polis yetersizliğinin sonucu olduğunu ya da devletin her nasılsa West Country’de çıkan, insan ve mal kaybına neden olan o tuhaf kasırgayı önceden görmüş olması gerektiğini öne sürerdi ve genç bakanlarından biri olan Herbert Chorley’nin bu hafta çok garip davranması sonucu şimdi ailesiyle daha fazla vakit geçirecek olması onun suçu muydu? “Ülkeyi korkunç bir hava sardı,” diye bitirmişti sözlerini rakip, kendi geniş gülümsemesini saklamaya zahmet bile etmeyerek. Maalesef, bu tamamıyla doğruydu. Başbakan bunu kendi bile hissediyordu; insanlar gerçekten de normalden daha fazla mutsuz görünüyordu. Hava bile kasvetliydi; Temmuz’un ortasında serin bir sis… Olamazdı, normal değildi… Notun ikinci sayfasını çevirdi, bunun ne kadar böyle devam ettiğine baktı ve kötü bir iş olduğu için pes etti. Kollarını başının üstünde esneterek gözlerini ofisinde kederle gezdirdi. Mevsim dışı soğuğa karşı sımsıkı kapatılmış uzun sürme pencerelerin karşısında güzel, mermer bir şöminesi olan şık bir odaydı bu. Başbakan hafifçe titreyerek kalktı ve cama bastıran ince sise bakarak pencereye doğru yürüdü. Tam o anda, arkası odaya dönükken arkasında hafif bir öksürük duydu.


Karanlık camdaki kendisinin korkmuş görünen aksiyle burun buruna donakaldı. Bu öksürüğü biliyordu. Daha önce de duymuştu. Boş odaya doğru yavaşça döndü. “Merhaba?” dedi, kulağa hissettiğinden daha cesur gelmeye çalışarak. İmkansız olduğunu bilmesine rağmen, kısa bir anlığına kimsenin ona yanıt vermeyeceğini umdu. Fakat, kulağa hazırlanmış bir beyanat okuyormuş gibi gelen gevrek, kesin bir ses hemen yanıt verdi. Ses -Başbakan’ın ilk öksürükten tahmin ettiği gibi- kurbağaya benzeyen ve uzun gümüş bir peruk takan, odanın en uç köşesindeki kirli yağlı boya tablosunda resmedilmiş küçük adamdan geliyordu. Muggle’ların Başbakanı’na. Acilen görüşmemiz gerek. Lütfen derhal yanıtlayınız. Saygılarımla, Fudge. Tablodaki adam Başbakan’a soran gözlerle baktı. “Ee,” dedi Başbakan, “dinle…benim için pek müsait bir zaman değil… Bir telefon bekliyorum, anlıyorsunuz ya…Şey’in Başkanı’nda-” “O işi ayarlarlayabiliriz,” dedi portre anında. Başbakan’ın ümidi suya düştü.

İşte bundan korkuyordu. “Ama onunla gerçekten konuşmayı umu-” “Başkan’ın aramayı unutmasını sağlayacağız. Bu akşam yerine yarın akşam arayacak,” dedi küçük adam. “Lütfen Mr. Fudge’ı derhal yanıtlayınız.” “Ben…ah…pekala,” dedi Başbakan halsizce. “ Evet, Fudge’la görüşeceğim.” Kravatını düzelterek masasına aceleyle geri döndü. Tam sandalyesine oturup yüzünü rahat ve etkilenmemiş bir ifade olduğunu umduğu bir şekle uyarlamıştı ki, mermer şömine rafının altındaki boş ızgaranın üstünde parlak yeşil alevler can buldu. Alevlerin arasında bir topaç gibi hızla dönen iri cüsseli bir adamın belirmesini tek bir şaşkınlık ya da korku belirtisi bile göstermemeye çalışarak izledi. Saniyeler sonra, güzelce bir antika halının üstüne tırmanmış, elinde limon yeşili silindir şapkayla uzun ince çizgili pelerinin kollarından külleri silkeliyordu. “Aa… Başbakan,” dedi Cornelius Fudge, gerilmiş elini öne uzatarak. “Sizi tekrar görmek ne güzel.” Başbakan bu iltifatı dürüstçe karşılayamazdı, o yüzden hiçbir şey söylemedi. Fudge’ı gördüğüne hiç de memnun değildi, çünkü sık ortaya çıkışları, sırf kendileri bile korkutucu olmakla beraber, genellikle çok kötü haberler alacağı anlamına geliyordu.

Dahası Fudge besbelli endişeden bitkin görünüyordu. Daha zayıf, daha kel ve daha griydi, ve buruşuk bir bakışı vardı. Başbakan bu bakışı daha önce politikacılarda görmüştü ve bu hiçbir zaman iyi bir bileşim değidi. “Size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi, kısa bir anlığına Fudge’ın elini sıkarak ve masasının önündeki en sert sandalyelerinden birine doğru işaret ederek. “Nereden başlayacağımı bilmek çok güç,” diye mırıldandı Fudge, sandalyeyi çekip oturarak ve yeşil silindir şapkasını dizlerine yerleştirerek. “Ne haftaydı ama, ne haftaydı…” “Siz de kötü bir tane geçirdiniz öyleyse?” diye sordu Başbakan resmi bir tavırla. Fudge’ın fazladan yardımı olmadan yeterince derdi olduğunu iletmeyi umuyordu. “Elbette, evet,” dedi Fudge gözlerini bitkince ovarak ve Başbakan’a somurtup baktı; “Sizin geçirdiğiniz haftayı ben de geçiriyordum, Başbakan’ım. Brockdale Köprüsü… Bones ve Vance’in ölümleri… West Country’deki olaylar da cabası…” “Siz – ee – size – demek istediğim, sizin insanlarınızdan bazıları-bu-olaylarla alakalıdırlar, öyleyse?” Fudge Başbakan’a sertçe bir bakış attı. “Elbette öyle,” dedi. “Eminim ki neler olup bittiğini anladınız?” “Ben…” diye tereddüt etti Başbakan. İşte tam olarak bu tip bir davranış biçimi Fudge’ın ziyaretlerinden hoşlanmamasına neden olmuştu. Koskoca Başbakan’dı ve yeni yetme bir okul çocuğu muamelesi görmekten hoşnut kalmıyordu. Ama elbette bu onu Başbakan olduğu ilk akşam Fudge’la yaptığı ilk görüşmeden beri böyleydi. Daha dün gibi hatırlıyordu ve ölene kadar aklından çıkmayacağını da biliyordu.

Bu ofisin içinde tek başına duruyordu ve bunca yıl hayalini ve planını kurduğu zaferin tadını çıkarıyordu ki arkasında tıpkı bu geceki gibi bir öksürük duymuştu ve dönüp o küçük çirkin portreyi onunla konuşur bulmuştu. Sihir Bakanı’nın gelip kendisini tanıtmak üzere olduğunu ilan ediyordu. Doğal olarak, uzun kampanyanın ve seçimin zorluluğunun sonunda onu delirttiğini sanmıştı. Bir portrenin kendisiyle konuştuğunu görünce büsbütün korkmuştu, fakat bu, kendini ilan etmiş bir büyücünün şömineden dışarı sekip elini sıktığında nasıl hissettiğinin yanında hiç kalırdı. Fudge bütün dünyada hala gizlice büyücü ve cadıların yaşamakta olduğunu açıklarken ve Sihir Bakanlığı bütün büyücü halkının sorumluluğunu üstlendiğinden ve büyü dışı halkın onların kokusunu almasını engellediğinden, onun kafasını onlarla fazla meşgul etmesine gerek olmayacağını temenni ederken dili tutulup kalmıştı. Fudge, bunun çok zor bir iş olduğunu, çünkü süpürgelerin sorumlu bir biçimde kullanımını düzenlemeden ejderha nüfusunu kontrol altında tutmaya kadar (Başbakan bu noktada masasını destek amaçlı kavradığını hatırladı) her şeyi kapsadığını söylemişti. Fudge daha sonra babacan bir tavırla hala şaşakalmış Başbakan’ın omzuna vurarak. “Endişelenecek bir şey yok,” demişti, “büyük ihtimalle beni bir daha göremeyeceksiniz. Sizi yalnızca bizim tarafımızdan gerçekten ciddi, Muggle’ları da -büyü dışı kişiler yanietkileyecek birşeyler varsa rahatsız edeceğim. Onun dışında, herkes kendi yoluna. Ve şunu söylemeliyim ki, bunu selefinizden daha iyi kaldırıyorsunuz. Beni camdan dışarı fırlatmaya kalktı, beni karşı tarafça planlanmış bir işletmece sandı.” Bu sözlere karşı, Başbakan en sonunda sesini bulmuştu. “Siz -siz bir işletmece değilsiniz öyleyse?” Bu onun son, ümitsiz bir ümidiydi. “Hayır,” dedi Fudge kibarca.

“Korkarım ki hayır. Bakın.” Ve Başbakan’ın çay kupasını bir fareye çevirmişti. “Ama,” dedi Başbakan nefes nefese, çay kupasının bir sonraki nutuğunun kenarını çiğnemesini izlerken, “ama neden – neden kimse bana bir şey-?” “Sihir Bakanı, kendisini sadece günümüzün Muggle Başbakan’ına gösterir,” dedi Fudge, asasını ceketinin içine geri sokarak. “Bunu gizliliğimizi korumak için en iyi yöntem olarak görüyoruz.” “Peki öyleyse,” diye sızlandı Başbakan, “neden önceki Başbakan beni uyarmadı-?” Fudge buna gerçekten çok gülmüştü. “Aziz Başbakan’ım, hiçbir kimseye söyleyecek misiniz?” Hala gülen Fudge, şömineye biraz toz atmış, zümrüt yeşili alevlere dalmış ve emici bir sesle yok olmuştu. Başbakan da hareket etmeden durmuştu ve anlamıştı ki, yaşadığı sürece hiçbir zaman bu rastlantıyı, yaşayan tek bir kişiye anlatmaya cüret etmeyecekti, ki zaten şu koca dünyada kim ona inanırdı ki? Şoku atlatmak biraz zaman almıştı. Bir süre boyunca kendini Fudge’ın yorucu seçimkampanyası sırasında az uyumanın getirdiği bir halüsinasyon olduğunu inandırmaya çalışmıştı. Bu rahatsız buluşmanın tüm hatıralarından kurtulmak için yaptığı nafile çaba ile, fareyi bundan çok memnun olan yeğenine vermişti ve özel kalem sekreterine, Fudge’ın gelişini bildiren o çirkin küçük adam portresini indirmesini söylemişti. Ama Başbakan’ın korktuğu gibi, portre kaldırılmasının imkansız olduğunu kanıtlamıştı. Birkaç marangoz, bir iki müteahhit, bir resim tarihçisi, ve Maliye Bakanı başarısızca tabloyu duvardan sökmeye çalıştığında, Başbakan bu çabayı bırakmıştı ve sadece ofisteki döneminin sonuna kadar tablonun hareketsiz ve sessiz bir şekilde kalmasını umut etmeye karar vermişti. Sık sık göz ucuyla tablonun sakinini esnerken, ya da burnunu kaşırken; hatta bir iki kere arkasında çamur kahverengisi bir branda bırakarak çerçevesinden resmen kalkıp gittiğini gördüğüne yemin edebilirdi. Ama kendini resme fazla bakmamaya ve böyle bir şey olduğunda her zaman kendine gözlerinin yanıldığını söylemeye alıştırmıştı. Sonra, üç yıl önce, bu geceki gibi bir gecede, Başbakan ofisinde yalnızken, portre Fudge’ın yakın zamanda geleceğini ilan etmişti ve Fudge sırılsıklam ve hatırı sayılır bir panik içinde şömineden fırlamıştı.

Başbakan’ın neden Axminster’ın her yerine su damlatmakta olduğunu sormasına gerek kalmadan, Fudge Başbakan’ın daha önce hiç duymadığı bir hapishane, “Serious” (ciddi) Black adında bir adam, kulağa “Howarts,” gibi gelen bir şeyden ve Harry Potter adında bir çocuk, yani Başbakan’ın uzaktan yakından bir anlam veremediği bir şeyler hakkında bağıra çağıra atıp tutmaya başlamıştı. “…Azkaban’dan yeni döndüm,” demişti Fudge nefes nefese, silindir şapkasının kenarından epeyce bir suyu cebine dökerek. “Kuzey Denizi’nin ortasında, bilirsiniz, berbat bir uçuştu… Ruh Emiciler başımın etini yiyor” -bunu söylerken ürpermişti- “daha önce hiçbir firarla karşılaşmamışlardı. Herneyse, size gelmek zorundaydım, Başbakan’ım. Black tanınmış bir Muggle katili ve Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’e tekrar katılmayı planlıyor olabilir…Ah tabi, daha Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in kim olduğunu bilmiyorsunuz!” Başbakan’a bir an umutsuzca bakmıştı ve, “Eh, oturun, oturun, ben en iyisi size herşeyi anlatayım… Bir viski alın…” demişti. Başbakan kendi ofisinde bırakın kendi viskisinin ona önerilmesini, oturulmasının söylenmesinden bile hiç hoşlanmamıştı, ama yine de oturdu. Fudge asasını çekti, yoktan kehribar renkli sıvıyla dolu iki büyük bardak var etti, bir tanesini Başbakan’ın eline doğru uzattı, ve bir sandalye çekti. Fudge bir saatten fazla süre boyunca konuşmuştu. Bir noktada, belli bir ismi yüksek sesle söylemeyi reddetmişti ve Başbakan’ın viskisiz eline sıkıştırdığı bir parşömen parçasına yazmıştı. En sonunda Fudge gitmek için ayağa kalktığında, Başbakan da kalkmıştı. “Öyleyse diyorsunuz ki…” Sol elindeki isme gözlerini kısarak baktı. “Lord Vol-” “Adı Anılmaması Gereken Kişi!” diye hırladı Fudge. “Özür dilerim… Adı Anılmaması Gereken Kişi’nin hala yaşadığını söylüyorsunuz öyleyse?” “Eh, Dumbledore öyle diyor,” dedi Fudge, ince çizgili pelerinini çenesinin altına sıkıştırarak, “ama onu hiç bulamadık. Bana soracak olursanız, destek almadığı sürece tehlikeli değil, o yüzden endişelenmemiz gereken kişi Black. O uyarıyı harekete geçireceksiniz öyleyse? Harika.

Eh umarım birbirimizi tekrar görmeyiz, Başbakan’ım! İyi geceler.” Ama birbirlerini bir daha görmüşlerdi. Bir yıldan kısa bir süre sonra taciz edilmiş gibi görünen Fudge kabine odasında yoktan var olmuştu ve Başbakan’ı Kuidiç (en azından kulağa öyle geliyordu) Dünya Kupası’nda sıkıntılı bir durum oluştuğunu ve birkaç Muggle’ın “işin içine karıştığını,” söylemişti ama, Başbakan’ın endişelenmesine gerek yoktu, KimOlduğunu-Bilirsin-Sen’in işaretinin tekrar görülmesi hiçbir şey demek değildi; Fudge bunun bağlantısız bir olay olduğundan emindi ve Muggle İrtibat Ofisi onlar konuşurken bütün hafiza değişiklikleriyle meşguldüler. “Ah, neredeyse unutuyordum,” diye eklemişti Fudge. “Üç Büyücü Turnuvası için üç yabancı ejderha ve bir sfenks ithal ediyoruz, epey alışılmış bir şey bu, ama Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Kontrolü Departmanı bana kural kitabına göre sizi ülkeye epey tehlikeli yaratıkları getirdiğimizden haberdar etmemiz gerektiğini söylüyor.” “Ben – ne – ejderhalar mı?” dedi Başbakan tükürür gibi. “Evet, üç tane,” dedi Fudge. “Ve bir sfenks. Eh, size iyi günler.” Başbakan ejderhaların ve sfenkslerin bunun en kötüsü olacağını umut üstüne umut etmişti, ama hayır; iki yıldan kısa bir süre sonra, Fudge bu sefer Azkaban’dan toplu firar olduğu haberleriyle ateşten tekrar fırlamıştı. “Toplu firar mı?” diye tekrar emişti Başbakan boğuk bir sesle. “Endişelenecek bir şey yok!” diye bağırdı Fudge, bir ayağını çoktan alevlere koyarak. “Hepsini çabucacık yakalayacağız – sadece bilmeniz gerektiğini düşündüm!” Ve Başbakan “Bekle bakayım orada bir dakika!” diye bağıramadan yeşil kıvılcım yağmuru arasında yok olmuştu. Basın ve karşı taraf ne derse desin, Başbakan aptal bir adam değildi. Fudge’ın ilk buluşmalarındaki temennilerine rağmen birbirlerini epeyce çok gördükleri ve Fudge’ın her gelişinde biraz daha şaşkın oluşu gözünden kaçmamıştı.

Sihir Bakanı hakkında (ya da, kafasında Fudge’dan bahsettiği zaman söylediği gibi, Öteki Bakan hakkında) düşünmekten hoşlanmadığı halde, Başbakan kendini Fudge’ın bir dahaki sefere daha ciddi sorunlarlara ortaya çıkacağından korkmaktan alamıyordu. O yüzden Fudge darmadağın, sinirli, ve sertçe şaşkın bir şekilde ateşten bir kez daha çıktığında Başbakan’ın onun neden burada olduğunu tam olarak bilememesi, bu oldukça kasvetli hafta boyunca olan her şeyden daha kötüydü. “Ee – Büyücü toplumunda neler olduğunu ben nereden bileyim?” diye diklendi, Başbakan. “yönetecek bir ülkem ve yeterli derdim var; şu an sizin yardımınız-” “Aynı dertleri paylaşıyoruz,” diye lafını kesti Fudge. “Brockdale Köprüsü dayanıksız değildi. O gerçek bir kasırga bile değildi. O cinayetler Muggle’ların işi değildi. Ve Herbert Chorley’nin ailesi onsuz daha güvendedir. Şu anda onu St. Mungo’nun Sihirsel Hastalıklar ve Yaralanmalar Hastanesi’ne gönderme düzenlemeleri yapıyoruz. Bu gece gitmeli.” “Neden… Korkarım ben… Ne?” diye geveledi Başbakan. Fudge büyük, derin bir nefes aldı ve dedi ki, “Başbakan’ım, size söylemekten büyük üzüntü duyuyorum ki o geri döndü. Adı Anılmaması Gereken Kişi döndü.” “Döndü mü? ‘Döndü’ derken… yani yaşıyor mu? Yani-” Başbakan, Fudge’ın ona bütün öteki büyücülerden daha çok korkulan, on beş yıl önceki esrarengiz ortadan kayboluşundan önce bin korkunç suç işlemiş olan büyücüden bahsettiği, üç yıl önceki o korkunç sohbetin ayrıntılarını hafızasında yokladı.

“Evet, yaşıyor,” dedi Fudge. “Bu demektir ki -Kem küm- canlı bir adam, eğer öldürülemiyorsa nasıl yaşıyor? Pek anlayamıyorum ve Dumbledore adam gibi açıklamıyor – ama her neyse, gerçekten bir vücudu var; yürüyor, konuşuyor ve öldürüyor, o yüzden sanırım, konuşmamızın amacına göre, evet, yaşıyor.” Başbakan buna ne diyeceğini bilemedi, ama konuştukları her konuda bilgisi varmış gibi görünmek isteğine dair inatçı bir huy, ona önceki konuşmalarından hatırladığı detayları aratıyordu. “Serious Black -ee- Adı Anılmaması Gereken Kişiyle beraber mi?” “Black? Black?” dedi Fudge dikkati dağılarak, silindir şapkasını parmaklarında hızla döndürerek. “Yani Sirius Black mi? Merlin’in sakalı, hayır. Black ölü. Meğerse biz -ee- Black hakkında yanılmışız. Aslında masummuş. Ve Adı Anılmaması Gereken Kişi’nin yanında da değilmiş. Yani,” diye ekledi kendini savunurcasına, şapkasını daha hızlı çevirerek, “bütün kanıtlar bunu gösteriyordu -elliden fazla tanığımız vardı- ama her neyse, dediğim gibi, öldü. Aslında, öldürüldü. Sihir Bakanlığı binasında. Aslına bakarsanız bir soruşturma olacak…” Şaşırtıcı olarak, Başbakan bu noktada Fudge için geçici bir acıma hissi duydu. Ama bu, kendini beğenmişlik pırıldamasıyla anında söndü. Kendisi şöminelerde belirme yeteneğinden yoksun olabilirdi, ama onun yönetimi altında devlet departmanlarından hiçbirinde hiçbir zaman bir cinayet işlenmemişti… Hiç değilse şimdiye kadar… Başbakan gizlice masasının tahtasına vururken, Fudge devam etti, “Ama Black geçti gitti.

Demek istediğim şu ki, bir savaşın içindeyiz Başbakan’ım, ve bazı adımlar atılmalı.” “Savaşta mı?” diye tekrarladı Başbakan gergince. “Herhalde bu biraz fazla abartılmış bir terimdi?” “Adı Anılmaması Gereken Kişi şimdi Ocak’ta Azkaban’dan kaçan müritleriyle birleşti,” dedi Fudge, gittikçe daha hızlı konuşarak ve şapkasını sadece limon yeşili bir leke gibi görünecek kadar hızlı çevirerek. “Açığa çıktıklarından beri bir kargaşaya sebep oldular. Brockdale Köprüsü – o yaptı Başbakan’ım, beni eğer onun için kenara çekilmezsem toplu bir Muggle cinayeti ile tehdit etti ve-“ “Aman Tanrım, yani bütün o insanların ölümü ve benim paslanmış sondaj kulesi ve çürümüş genişletme eklemleri ve başka bilmemneler hakkında sorular cevaplamak zorunda kalmamsenin suçun muydu!” dedi Başbakan öfkeyle. “Benim mi suçum?” dedi Fudge rengi değişerek. “Sen olsaydın şantaja öylece boyun eğeceğini mi söylemek istiyorsun?” “Belki hayır,” dedi Başbakan, ayağa kalkarak ve odada volta atarak, “ama şantajcıyı bir iğrençlik yapmadan yakalamak için elimden ne geliyorsa yapardım!” “Gerçekten de benim elimden geleni yapmadığımı mı sanıyorsunuz?” diye sordu Fudge ateşlice. “Bakanlıktaki her Seherbaz onu ve müritlerini yakalamaya çalıştı ve çalışıyor, ama dünyadaki en güçlü büyücülerden biri hakkında konuşuyoruz maalesef, otuz yıldır yakalanmaktan kaçmış bir büyücü!” “Öyleyse bana West Country’deki kasırgadan da onun sorumlu olduğunu söyleyeceksiniz?” dedi Başbakan, sinirleri attığı her adımla artarak. Bu korkunç felaketlerin nedenini keşfedip de halka açıklayamamak onu çileden çıkarıyordu, bunun devletin suçunun olmasından daha da fazla. “O bir kasırga değildi,” dedi Fudge sefilce. “Afedersiniz!” diye havladı Başbakan, şimdi resmen ayaklarını vura vura yürüyerek. “Ağaçlar sökülü, çatılar koparılmış, sokak lambaları eğilmiş, korkunç yaralanmalar-” “Ölüm Yiyenler’di,” dedi Fudge. “Adı Anılmaması Gereken Kişi’nin müritleri. Ve…ve devlerin de işe karıştığını sanıyoruz.” Başbakan sanki görünmez bir duvara çarpmış gibi olduğu yerde kaldı.

“Neyler işe karışmış?” Fudge yüzünü buruşturdu. “Geçen sefer büyük bir etki yaratmak istediğinde devleri kullandı,” dedi. “Yanlış Bilgilendirme Ofisi yirmi dört saat çalışıyor. Gerçekte neler olduğunu gören Muggle’ların hafızalarını değiştiren Hafıza Değiştirici takımlarımız vardı. Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Kontrolü Departmanı’nın çoğunu etrafta koşturduk, ama devi bulamıyoruz – bir felaketti.” “Yapma ya!” dedi Başbakan öfkeyle. “Bakanlık’ta moralin epey düşük olduğunu inkar etmeyeceğim,” dedi Fudge. “Bütün bunların üstüne, Amelia Bones’u kaybettik.” “Kimi kaybettiniz?” “Amelia Bones. Sihirsel Kanun Uygulama Departmanı’nın başı. Sanıyoruz ki Adı Anılmaması Gereken Kişi onu kendisi öldürdü, çünkü çok yetenekli bir cadıydı ve – ve bütün kanıtlar gösteriyor ki gerçek bir dövüş sergiledi.” Fudge boğazını temizledi ve, göründüğü üzere, bir gayretle silindir şapkasını döndürmeyi bıraktı. “Ama o cinayet gazetelerdeydi,” dedi Başbakan öfkesinden bir anlığına saparak “Bizimgazetelerimizde. Amelia Bones… sadece kendi başına yaşayan orta yaşlı bir kadın dendi. Korkunç – korkunç bir cinayetti değil mi? Epeyce tanınmıştı.

Polis çok şaşkın, görüyorsunuz ya.” Fudge iç geçirdi. “Eh, elbette öyleler,” dedi “içerden kilitlenmiş bir odada öldürülmüştü, değil mi? Öteki taraftan, biz tam olarak kimin yaptığını biliyoruz, ki bu bizi onu yakalamak için daha ileriye götürmüyor. Ve Emmeline Vance vardı, belki bunu duymadınız-“ “Ah evet duydum!” dedi Başbakan. “Aslında buradaki köşenin etrafında oldu. Gazeteler onu allayıp pulladılar, “Başbakan’ın arka bahçesine kanun ve emir ihlali-” “Ve sanki bu yeterli değilmiş gibi,” dedi Fudge, Başbakan’ı dinlemeyerek, “Ruh Emiciler her yeri sardılar, insanlara sağda solda ortada saldırarak…” Daha mutlu bir anında bu cümle Başbakan’a anlaşılmaz gelirdi, ama şimdi daha zekiydi. “Ruh Emiciler’in Azkaban’daki tutsakları koruduğunu sanıyordum,” dedi dikkatle. “Öyle yapıyorlardı,” dedi Fudge halsizce. “Ama artık değil. Hapishane’yi bıraktılar ve Adı Anılmaması Gereken Kişi’ye katıldılar. Bunun bir hayal kırıklığı olmadığını söyleyemem.” “Ama,” dedi Başbakan, doğan bir korkuyla, “siz bana onların insanlardan umut ve mutluluğu emen yaratıklar olduğunu söylememiş miydiniz?” “Doğru. Ve çoğalıyorlar. Bütün sisi yaratan şey de bu.” Başbakan dizleri çözülerek en yakın sandalyeye çöktü.

Görünmez yaratıkların köylerin ve kasabaların arasından geçerek seçmenlerine umutsuzluk dağıtması onda bayılacakmış gibi bir his uyandırıyordu. “Görüyorsunuz ki, Fudge – birşeyler yapmalısınız! Bu Sihir Bakanı olarak sizin sorumluluğunuz!” “Aziz Başbakan’ım, bütün bunlardan sonra benim hala Sihir Bakanı olduğumu gerçekten düşünemezsiniz, değil mi? Üç gün önce kovuldum! Bütün Büyücü toplumu iki hafta boyunca benim işten çıkarılmamı çığırıyor. Ofisteki bütün dönemim boyunca onları böyle birleşmiş görmemiştim!” dedi Fudge, gülümsemek için cesur bir çaba ile. Başbakan bir anlığına ne diyeceğini bilememişti. Bırakıldığı duruma karşı duyduğu kızgınlığına rağmen, karşısında oturan çekmiş gibi görünen adama acıyordu. “Çok üzgünüm,” dedi en sonunda. “Eğer yapabileceğim bir şey varsa?” “Çok naziksiniz Başbakan’ım, ama yapabileceğiniz bir şey yok. Ben buraya sizi son olan olaylar konusunda bilgilendirmek ve size halefimi tanıştırmaya geldim. Şu ana kadar burada olur sandım, ama elbette, şu anda çok meşgul bütün olanlar yüzünden.” Fudge bir tüy kalemin ucuyla kulağını karıştıran uzun kıvırcık gümüş peruk takan çirkin küçük adam portresine baktı. Fudge’ın bakışını yakalayan portre dedi ki, “Biraz sonra burada olacak, Dumbledore’a yazdığı bir mektubu bitiriyor.” “Ona şans dilerim,” dedi Fudge ilk defa acı bir sesle konuşarak. “Son iki haftadır Dumbledore’a günde iki kez yazıyordum, ama ondan tık yok. Eğer çocuğu ikna etmeye hazırlıklı olsaydı, ben hala… Eh, belki Scrimgeour daha başarılı olur.” Fudge besbelli kederli bir sessizliğe dinmişti, ama bu neredeyse anında, bir anda gevrek, resmi sesiyle konuşan portre tarafından bozulmuştu.

Muggle’ların Başbakan’ına. Bir toplantı rica ediyorum. Acil. Lütfen derhal yanıtlayınız. Rufus Scrimgeour Sihir Bakanı. “Evet, evet, iyi,” dedi Başbakan dikkati dağılarak, ve ızgaradaki alevler tekrar zümrüt yeşiline döndüğünde, yükseldiğinde ve ortalarında ikinci bir dönen büyücü belirdiğinde ve onu kısa bir an sonra antika halının üstüne tükürdüğünde irkilmedi bile. Fudge ayağa kalktı ve bir anlık bir tereddütten sonra yeni gelenin kendini toplamasını, uzun siyah cüppesinin tozunu silkelemesini ve etrafına bakmasını izledi. Başbakan da aynısını yaptı. Başbakan’ın ilk, aptalca fikri Rufus Scrimgeour’un yaşlı bir aslana benzemesiydi. Yelesinde ve çalıya benzeyen kaşlarında çizgi çizgi grilikler vardı, Tel-kenarlı gözlüklerin ardında meraklı sarımsı gözleri vardı ve hafifçe topallayarak yürümesine rağmen uzun ince boyuyla ve uzun adımlarıyla belli bir zarafeti vardı. İnsanda derhal bir kurnazlık ve sertlik hissi bırakıyordu; Başbakan, Büyücü toplumunun bu tehlikeli zamanda neden Scrimgeour’u Fudge’a yeğlediğini anladığını sandı. “Nasılsınız?” dedi Başbakan kibarca, elini uzatarak. Scrimgeour onu kısa bir süre tuttu, gözleriyle odayı taradı, ve cüppesinin altından bir asa çekti. “Fudge size herşeyi anlattı mı?” diye sordu, kapıya doğru uzun adımlarla yürüyerek ve asasıyla anahtar deliğine dokunarak. Başbakan kilidin tıkırdadığını duydu.

“Ee – evet,” dedi Başbakan. “Ve eğer sakıncası yoksa, o kapının açık kalmasını tercih ederim. “Rahatsiz edilmemeyi tercih ederim,” dedi Scrimgeour kısaca, “ya da izlenmemeyi,” diye ekledi, asasını, perdelerin çekilmesini sağlayarak pencerelere yönelterek. “Evet, pekala, ben meşgul bir adamım, o yüzden işimize dönelim. İlk olarak, güvenliğinizi konuşmalıyız.” Başbakan sesini yükseltebildiği kadar yükseltti ve cevapladı: “Zaten sahip olduğumgüvenlikten tamamiyle memnunum efen-“ “Ama biz değiliz,” diye lafını kesti Scrimgeour. “Eğer Başbakan’ları İmperius lanetinin altına girerse bu Muggle’lar için yetersiz bir koruma olacak. Dışarıdaki ofisinizdeki yeni sekreter-” “Kingsley Shacklebolt’tan kurtulmuyorum, eğer bunu demek istiyorsanız!” dedi Başbakan sıcağı sıcağına. “Gerçekten verimli, ötekilerinin yaptığının iki katı işin altından kalkıyor-” “Çünkü o bir büyücü,” dedi Scrimgeour, gülümsemenin g’sini bile göstermeden. “Size korumanız için gönderilmiş olan iyi eğitilmiş bir Seherbaz.” “Bekle bakalım bir dakika!” diye bildirdi Başbakan. “Ofisime öylece insanlar koyamazsınız, benim için çalışanları ben seçerim-” “Shacklebolt’tan memnun olduğunuzu sanıyordum?” dedi Scrimgeour soğukça. “Öyleyim – yani – öyleydi-” “Öyleyse problem yok, değil mi?” dedi Scrimgeour. “Ben…eh, Shacklebolt işinde… ee… harika olmayı sürdürdüğü sürece,” dedi Başbakan özürle, ama Scrimgeour onu duymuşa benzemiyordu. “Şimdi, Genç Bakanınız Herbert Chorley konusunda,” diye devam etti.

“Ördek taklidi yaparak etrafı eğlendiren.” “Ne olmuş ona?” diye sordu Başbakan. “Besbelli kötü yapılmış bir Imperius Laneti’ne tepki gösterdi,” dedi Scrimgeour. “Beynini sersemletti, ama o hala tehlikeli olabilir.” “Sadece vak vaklıyor!” dedi Başbakan halsizce. “Herhalde birazcık dinlenmek… Belki içkiyi bırakmak…” “St. Mungo’nun Sihirsel Hastalıklar ve Yaralanmalar Hastanesi’nden bir Şifacı takımı onu biz konuşurken bile inceliyorlar. Şu ana dek üç tanesini boğmaya kalkıştı,” dedi Scrimgeour. “Bence en iyisi onu şimdilik Muggle toplumundan almak.” “Ben… eh… İyi olacak, değil mi?” dedi Başbakan endişeyle. Scrimgeour şömineye doğru çoktan yol almaya başlayarak sadece omuz silkti. “Eh, söylemek istediklerim bunlardı. Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim, Başbakan’ım – ya da, en azından, ben muhtemelen kendim gelemeyecek kadar çok meşgul olacağım, o zaman Fudge’ı göndereceğim. Danışman kapasitesi içinde kalmaya razı oldu.” Fudge gülümsemeye çalıştı, ama başarısızdı; sadece bir diş ağrısı varmış gibi görünüyordu.

Scrimgeour ateşi yeşile döndüren esrarengiz toz için ceplerini karıştırıyordu bile. Başbakan bir an ikisine ümitsizce baktı, sonra bütün akşam bastırmaya çalıştığı sözler en sonunda ağzından fırladı. “Ama Tanrı aşkına – siz büyücüsünüz! Sihir yapabilirsiniz! Eminim ki -eh- her şeyi çözebilirsiniz!” Scrimgeour yavaşça yerinde döndü ve Fudge’a şaşkın bir bakış attı, ve Fudge bu sefer gülümsemeyi başararak kibarca dedi ki: “Sorun şu ki, öteki taraf da büyü yapabiliyor, Başabakan’ım.” Ve bununla beraber, iki büyücü parlak yeşil ateşe birbiri ardına girerek yok oldular

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

9 Yorum

Yorum Ekle
  1. Bence yazı yerlerinde baya kusurları vardı pek beğenmedim açıkçası

  2. babam dan harry potter kitabı almasını istemiştim ama babam almadı ve intarnete harry potter okumak yazdım bu site çıktı hemen girdim ve bitirdim tıpatıp aynı.

  3. Ben böyle şeyeri çok seviyorum

    1. Avaka kadabra

    1. şaka yapıyosunn

    2. olm ne vizyonsuzsun la