Uyku Evi – Jonathan Coe

Son kavgaları olduğu belliydi. Ancak bunu günlerdir, hatta belki de haftalardır beklemesine rağmen, şu anda içinde kabaran içerlemeyi ve öfke dalgasını hiçbir şey bastıramıyordu. Kadın hatalıydı ve bunu kabul etmeyi reddetmişti. Öne sürmeye çalıştığı her gerekçe, her türlü uzlaşma ve mantıklı olma girişimi çarpıtılmış, saptırılmış ve kendi üstüne çevrilmişti. Jennifer’la The Half Moon’da geçirmiş olduğu o son derece masum geceyi nasıl olur da aleyhine kullanabilirdi? Onun armağanını nasıl “zavallı” diye niteler ve bunu ona verirken “kuşkulu” göründüğünü nasıl iddia edebilirdi? Ve nasıl olur da annesini -hem de annesini- onu çok sık görüyor olmakla suçlamaya cüret edebilirdi? Sanki bu onun olgunluğunun, hatta erkekliğinin kanıtıymış gibi… Görmeyen gözlerle önüne baktı. Ne çevresinin ne de diğer yayaların bilincinde değildi. Sözleri aklına gelince “kaltak,” diye düşündü kendi kendine. Sonra da sıktığı dişlerinin arasından, yüksek sesle bağırdı: “KALTAK!” Ondan sonra kendini daha iyi hissetti. Ashdown dev, gri ve ezici, yüzyılı aşkın zamandır bir burnun tepesinde, dimdik bir uçurumun kenarından yirmi metre kadar geride duruyordu. Martılar bütün gün kulelerinin ve burçlarının üstünde dolanıyor, sesleri kısılana dek çığlıklar atıyordu. Dalgalar bütün gün ve gece boyu kendilerini çılgıncasına kayalara vuruyor; eski evin buz gibi odaları ve labirent gibi koridorlar, yankılanan yoğun trafiğin sesine benzer bitmez tükenmez bir uğultuyla doluyordu. Ashdown’ın en boş kısımları bile -ki artık büyük bölümü boştu- hiçbir zaman sessiz değildi. En yaşanabilecek durumdaki odalar birinci ve ikinci katlarda denize bakıyor, gün boyunca serin bir güneş ışığıyla doluyordu. Zemin kattaki mutfak uzun ve L biçimindeydi; alçak bir tavanı vardı. Ancak üç tane minicik penceresi bulunduğundan, sürekli gölgeler içindeydi.


Ashdown’ın çıplak, doğaya meydan okuyan güzelliği onun aslında insanların yaşamasına uygun bir yer olmadığı gerçeğini gizliyordu. En eski ve en yakın komşuları, onun bir zamanlar özel bir ev olduğunu, orada sekiz dokuz kişilik bir ailenin yaşadığını anımsayabiliyor, ama pek inanamıyorlardı. Ev yirmi yıl önce yeni üniversite tarafından satın alınmıştı ve şimdilerde iki düzine kadar öğrenciyi barındırıyordu. Bu sürekli değişen bir nüfustu; tıpkı ayaklarının dibinde ufka uzanan, mide bulandırıcı yeşil renkte ve sonsuz devinim içindeki okyanus gibi. Masasında oturan ve dört yabancıdan oluşan grup ona katılmak için izin istemiş olabilir ya da olmayabilirdi; Sarah bunu anımsayamıyordu. Şimdi bir tartışma çıkıyor gibiydi, ama öfke içinde yükselip alçalan seslerin bilincinde olsa da, neler söylendiğini duymuyordu. O anda aklında duydukları ve gördükleri daha gerçekti. Zehirli bir tek sözcük. Nefretle parlayan gözler. Kendisiyle konuşulduğu değil, üstüne tükürüldüğü duygusu. İki saniye mi? Belki de daha az süren, ama istemeden de olsa yarım saati aşkın bir süredir belleğinde tekrarladığı bir sohbet. O gözler, o sözcük, en azından bir süre için bile onlardan kurtuluş olmayacaktı. Şimdi bile çevresindeki sesler yükselir ve daha heyecanlı bir hal alırken, içinde yeni bir panik dalgasının yükseldiğini hissediyordu. Birdenbire midesi bulandı ve gözlerini kapadı. Acaba cadde o kadar kalabalık olmasa üstüne saldırır mıydı? Bir kapının eşiğine çeker miydi? Üstünü başını paralar mıydı? Kahve fincanını kaldırdı, ağzından birkaç santim uzakta tutup içine baktı.

Gözlerini kahvenin belirgin bir biçimde dalgalanan yağlı yüzeyine dikti. Fincanı daha sıkı kavradı. Sıvı duruldu. Elleri artık titremiyordu. Geçmişti. Bir diğer olasılık: her şey bir düş müydü? “Pinter!” Tartışmada dikkatini çeken ilk sözcük bu oldu. Konuşana bakıp, dikkatini toplamaya zorladı. İsim, bir elinde bir bardak elma suyu diğerinde yarısı içilmiş bir sigara tutan bir kadın tarafından, bezgin bir inanamamazlık tonuyla söylenmişti. Kadının kısa ve simsiyah saçları, belirgin bir çenesi ve canlı, kara gözleri vardı. Sarah onu uzaktan da olsa Cafe Valladon’a önceki gelişlerinden tanıyor ve ismini bilmiyordu. Veronica olduğunu daha sonra öğrenecekti. Kadın, “Öyle tipik ki,” diye ekledi; sonra gözlerini kapatıp sigarasından bir nefes çekti. Gülümsüyor, belki de karşısında oturan ince, ham, içten görünümlü öğrenciye oranla tartışmayı daha ciddiye alıyordu. Veronica, “Tiyatro hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlar,” diye devam etti, “Pinter’dan her zaman en büyüklerden biriymiş gibi söz eder.” “Pekâlâ,” dedi öğrenci.

“Fazla büyütüldüğüne katılıyorum. Buna katılıyorum ben. Bu da benim görüşümü kanıtlıyor zaten.” “Senin görüşünü kanıtlıyor mu?” Öğrenci, “Savaş sonrası İngiliz tiyatro geleneği” dedi, “öyle… solmuştu ki.” Yanından bir Avustralyalının sesi “Pardon?” dedi. “Neydi o sözcük?” “Solmak,” dedi öğrenci. “Öyle solmuştu ki, yalnızca tek bir kişi…” Avustralyalı, “Solmak ha?” dedi. Veronica gülümseyerek, “Takma kafana,” dedi. “Yalnızca bizi etkilemeye çalışıyor.” “Ne demek bu?” Öğrenci, “Sözlüğe bak,” diye terslendi. “Demek istediğim şu ki, savaş sonrası İngiliz tiyatrosunda, abartılmış bile olsa herhangi bir ağırlığı olan tek bir kişi vardır. Aşırı abartılmış bile olsa. Yani, tiyatro bitmiştir.” “Yani?” dedi Avustralyalı. “Bitti.

Sunacak hiçbir şeyi kalmadı. Çağdaş kültürde, bu ya da başka bir ülkede oynayacak hiçbir rolü yok.” Veronica, “Ne olmuş yani, sen zamanımı boşa harcadığımı mı söylüyorsun?” diye sordu. “Çağdaş akımların… gerisinde miyim yani?” “Kesinlikle. Hemen derslerini değiştirip sinema dersleri almalısın.” “Senin gibi.” “Benim gibi.” Veronica, “Bu çok ilginç” dedi. “Yani, şu varsayımlara bir bakalım: önce, ben tiyatroyla ilgilendiğim için onu okuyor olmam gerektiğini düşünüyorsun, bu yanlış: ben ekonomi okuyorum. Daha sonra da mutlak bir gerçeği biliyor olduğun inancın: ben… bütün söyleyebileceğim bunun son derece erkeksi bir özellik olarak gördüğümdür.” Öğrenci, “Ben erkeğim zaten,” diye dikkat çekti. “En sevdiğin oyun yazarının Pinter olması da anlamlı.” “Neden?” “Çünkü o oğlanlar için oyunlar yazar. Zeki oğlanlar için.” “Ama sanat evrenseldir: bütün yazarlar çift cinsiyetlidir.

” “Ha!” Veronica neşeli bir küçümseyişle güldü. Sigarasını söndürdü. “Tamam, cinsiyet hakkında konuşmak ister misin?” “Ben kültürden konuştuğumuzu sanıyordum.” “Biri olmadan diğeri olmaz. Cinsiyet her yerdedir.” Bu kez öğrenci güldü. “Bu duyduğum en anlamsız sözlerden biri. Cinsiyet hakkında konuşmak istemenin tek nedeni değerler hakkında konuşmaya korkman.” Veronica, “Pinter yalnızca erkekler için uygundur,” dedi. “Neden erkeklere seslenir? Çünkü o bir kadın düşmanıdır. Eserleri erkek ruhunun derinliklerindeki kadın düşmanlığına seslenir.” “Ben kadın düşmanı değilim.” “Elbette öylesin. Bütün erkekler kadınlardan nefret eder.” “Buna inanmıyorsun.

” “Ah, evet inanıyorum.” “Sanırım bütün erkeklerin birer potansiyel tecavüzcü olduklarını düşünüyorsundur?” “Evet.” “Bu da bir başka anlamsız cümle.” “Anlamı çok açık. Bütün erkekler tecavüzcü olma potansiyeli taşır.” “Bütün erkekler tecavüzcü olma olanağına sahiptir. Bu da aynı şey değil.” “Ben bütün erkeklerde gerekli aletin olduğundan söz etmiyorum. Benim söylediğim, ruhunun karanlık derinliklerinde bizim güçlerimize karşılık derin bir içerleme ve kıskançlık hissetmeyen erkek olmadığıdır. Bu içerleme zaman zaman nefrete ve buradan da şiddete dönüşebilir.” Bu konuşmayı kısa bir sessizlik izledi. Öğrenci bir şeyler söylemeye çalıştı ama beceremedi. Sonra bir başka şey söylemeye çalıştı ama vazgeçti. Sonunda söyleyebildiği şey sadece şuydu: “Evet, ama bununla ilgili hiçbir kanıtın yok.” “Kanıtlar çepeçevre, her yerde.

” “Evet, ama öznel kanıtın yok.” Veronica yeni bir sigara yakarak, “Öznellik,” dedi, “erkek nesnelliğidir.” Bu yargının yol açtığı ve ilkinden biraz daha uzun, biraz daha şaşkın sessizliği Sarah bozdu. “Sanırım haklı,” dedi. Masadaki herkes dönüp ona baktı. “Öznellik hakkında değil, en azından daha önce hiç böyle düşünmemiştim, ama bütün erkeklerin temelde düşman oldukları ve bunun ne zaman ortaya çıkacağını bilemediğimiz hakkında.” Veronica onunla göz göze geldi. “Teşekkür ederim,” dedi ve tekrar öğrenciye döndü. “Gördün mü? Herkes destekliyor.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir