John Fante – Romanın Batısı

Aylardan ocaktı, soğuk ve yağmurlu bir gün; yorgundum, seϐildim, sileceklerim çalışmıyordu ve Tate Cinayetleri hakkında “Bonnie ve Clyde tarzında” zekice bir senaryo yazmamı isteyen milyoner bir yönetmenle sürekli içilip konuşulan uzun bir geceden sonra fena halde akşamdan kalmaydım. Para söz konusu değildi. “Ortak olacağız,” demişti yönetmen, “yarı yarıya.” Son altı ayda üç benzer teklif daha almıştım. İyiye işaret değildi. Karayolunda başımı pencereden çıkarmış, yağmurdan sırılsıklam olmuş, gözlerim beyaz çizgiyi izlemekte zorlanarak nihayet okyanus sapağına girdiğimde yağmur 1967 Porsche’umun (son dört taksiti ödenmemiş, bankadan her gün arıyorlar) vinil tavanını neredeyse parçalayacaktı. Point Dume’da yaşıyoruz; Santa Monica Körfezi’ni oluşturan hilalin kuzey burnunda, porno ϐilminde bir meme gibi öne fırlamış bir kara parçası. Sokak lambalarından yoksun bir mahalledir Point Dume, dolambaçlı yolların birbirini kestiği, sürekli çıkmaz sokaklarla karşılaşılan son derece kaotik bir banliyö; o kadar ki orada yirmi yıla yakın bir süredir yaşamama rağmen yağmurlu ya da sisli havalarda yolumu kaybeder, sık sık kendimi evden iki blok ötede nereye gittiğimi bilmez bir halde dolanırken bulurum. O gece de Bonsall yerine Ferhnill’den sağa göndüm ve benzini tüketmezsem sonunda tekrar karayoluna dönüp telefon kulübesinin loş ışığım bulacağımı, Harriet’i arayıp gelmesini ve bana yolu göstermesini isteyeceğimi bile bile evimi bulmak için o çıldırtıcı ve umutsuz çabaya giriştim. Harriet’in arabası on dakika sonra tepede belirdi, steyşın tipi arabanın fırtınayı delen farları bana doğru yöneldi, arab “Bizim çocuklardan biri olmasın?” “Kürkü var.” “Nasıl bir kürk?” “Ayı kürkü.” “Ölüdür belki.” “Nefes alıyor.” Silahı ona doğru itmeye çalıştım. “Bak, uyuyan bir ayıya 22 kalibrelik bir silahla ateş edecek kadar deli değilim! Onu uyandırmaktan başka bir işe yaramayacak.


Şerifi arayacağım.” Kapıyı açtım, ama o kapattı. “Hayır. Önce bir bak. Bir şey değildir belki. Bir merkep de olabilir.” “Allah kahretsin. Şimdi de merkep mi oldu? Kulakları büyük mü?” “Dikkat etmedim.” Içǚ geçirip arabayı çalıştırdım. Harriet arabasına doğru koştu, bindi ve yola çıktı. Yolun ortasında beyaz çizgi olmadığı için o korkunç yağmurun altında tamponuna yakın durmaya çalıştım. Evimiz kayalıklardan ve aşağıda kükreyen okyanustan yüz adım ötede bir dönümlük bir arazi parçasının üzerindeydi. Araziyi çepeçevre dolanan beton duvarın içine inşa edilmiş Y biçiminde çiftlik evlerinden biri. Yüz elliye yakın çam ağacı vardı o duvarın içinde, bahçesi ormanı andırıyordu. Bütün düzenleme tam da aslında olmadığı gibi bir izlenim uyandırıyordu insanda; başarılı bir yazarın evi.

Borcu ödenmişti ama, hem de son fıskiyesine kadar; vazgeçemeyeceğim kadar büyük bir tutkuydu o ev benim için. Odžlümü çıkarırlardı ancak o evden. Harriet sürekli evi satmam için başımı etini yiyor, ben de onun mutfak döşemesinde kanlar içinde yattığını ve bahçede ona bir mezar kazdığımı hayal ediyordum; sonra da ver elini Roma. Cebimde yetmiş dolarla Piazza Navonne’de yeni bir hayat, bir de esmer, değişiklik olsun diye. Ama iyi kadındı benim Harriet’im, bana yirmi beş yıl katlanmış, üç erkek bir de kız çocuğu vermişti ki birini, hatta dördünüde, yeni bir Porsche veya MG veya GT ’70 ile seve seve takas ederdim. İKİ Harriet park girişine saptı, ben de garajda yanına park ettim. Odžteki arabayı orada görmek bizi şaşırtmıştı, büyük oğlumuz, ailenin gerçek arızası Dominic’in 1940 model antika Packard’ı. Ikǚ i haftadır görmüyorduk kendisini. Böyle bir havada eve dönmüş olması başının belaya girdiği ya da giyecek temiz gömleği kalmadığı anlamına geliyordu. Packard’ın kapısını açtım. Marihuana kokuyordu arabanın içi. Harriet içeri uzandı ve yüzünüburuşturarak yerden mavi bir külot aldı. İç geçirip külotu arabanın içine fırlattı yine. Garajdan çıktık. Bayram yeri gibi aydınlanmıştı ev, bütün pencerelerde ışık vardı, arka kapının ve garajın spot ışıkları da yanıyordu.

“Hâlâburada,” dedi Harriet tedirgin bir biçimde arka kapıya bakarak. Sonra gördüm onu, yuvarlanmış bir halıyı andıran siyah ve hareketsiz bir kütle. Harriet’e sakin olmasını söyledim. “Tabanca.” “Arabada bıraktım.” Arabadan tabancayı alıp elime tutuşturdu. “Sakin olmaya çalış Allah aşkına,” dedim. Arka kapı garajdan elli adım uzaklıktaydı, çatının saçakları yolu yağmurdan koruyordu. Harriet ceketimin kuyruğuna yapıştı ve elimde silahla korku içinde yavaşça yağmurun altında seçmekte zorlandığım karaltıya doğru yürüdüm. Sonunda bir görüntüoluştu zihnimde. Bir koyun yatıyordu yerde. Kafasını göremiyordum ama kıvırcık kürkü ve karnı gayet belirgindi. Ani bir rüzgâr birden yağmurun yönünü değiştirdi ve karaltının biçimi değişti. Soluğumu tuttum. Koyun ϐilan değildi orada yatan.

Yelesi bile vardı. “Bir aslan,” dedim geri çekilerek. Harriet’in görme yeteneği mükemmeldi ama. “Aslan filan değil,” dedi. Korkudan eser yoktu sesinde. “Bir köpek sadece.” Kendinden emin bir biçimde öne çıktı. Köpekti gerçekten, kahverengi siyah renkte kalın kürklüiri bir köpek, kafası devasa, burnu küçük ve küttü. Bir ayının kasvetli yüzüne sahip hüzün verici bir köpek. Ama belli aralıklarla inip kalkan koca gövdesi olmasa insan onu ölü sanırdı, çünkü çekik gözleri kapalıydı. Her soluk alıp verdiğinde siyah dudakları haϐifçe titriyordu. Kendinde değildi besbelli, yağmur sicim gibi yağıyordu üzerine. Ben konuşmaya çalışırken Harriet eve koşup bir şemsiyeyle döndü. Şemsiyenin altına girip canavarı çevirdik. Harriet ıslak burnunu okşadı.

“Zavallıcık. Nesi var acaba?” Kalın ve sert kulaklarını okşadım. “Bu köpek çok hasta,” dedim. Parmaklarım fasulye büyüklüğünde bir keneye temas etti. Çekip çıkardım, o denli şişmişti ki avucumda misket gibi yuvarlandı. Fırlatıp attım. “Ne işi var burda?” “Başı boş bir köpek olsa gerek,” dedim. “Sosyal olarak sorumsuz bir hayvan, bir kaçak.” “Hasta sadece.” “Hasta değil. Kendine barınak bulma zahmetine katlanamaya-cak kadar tembel.” Ayakkabımın ucuyla dürttüm. “Hadi bakalım, serseri, kımılda.” Ama ne kımıldadı, ne de gözlerini açtı. “Tanrım!” dedi Harriet bir adım geri atıp beni de çekerek.

“Ona dokunma. Kuduzdur belki!” Bu aklımı başıma getirdi. Kuduz bir köpeğe bulaşmak niyetinde değildim. Hızla içeri girip kapıyı kilitledik. Ilǚ iğime kadar ıslanmıştım, üzerimden mutfak döşemesine su damlıyordu. Islak giysilerimi çıkarırken Harriet robumu almak için yatak odasına gitti. Robumla birlikte viski ve buz da getirdi, masaya oturup durumu gözden geçirdik. “Onu orda bırakamayız,” dedi Harriet. “Ölür orda.” “Er ya da geç hepimiz öleceğiz,” dedim ikinci içkimi dikerek. Harriet sabrım yitirdi. “Bir şeyler yap. Bililerini ara. Kuduz bir köpekle karşılaşınca ne yapmak gerektiğini öğren.” Malibu veterineri Lamson’u aradığımda ocağın üzerindeki saat dokuz buçuğu gösteriyordu.

Hollywood yıldızlarının köpek doktoru, adi ve üç kağıtçı Lamson. Santa Monica’nın kuzey yöresindeki tek köpek veterineri olarak yıllarca kanımı emdiği için bahçedeki köpeğin kulağından çekip çıkardığım keneden farkı yoktu gözümde. Temizlikçi kadın açtı telefonu. Doktor ve Bayan Lamson evde yoklardı. Catalina’daki yatlarındaydılar. Dudaklarımda Napoli’nin koruyucu azizi Gennaro’ya doktoru, karısını ve yatlarını denizin dibine göndermesi için küçük bir yakarışla telefonu kapattım. Ne diyeceğini bile bile şeriϐi aradım sonra: Belediye Hayvan Barınağı’m arayın. Hayvan barınağının numarasını çevirirken derin bir umutsuzluğa kapıldım. Karşıma banda kaydedilmiş bir ses çıkacağını biliyordum, çıktı da nitekim. Ertesi sabah dokuza kadar kapalıydılar. Yağmur yavaşlayıp fısıltıya dönüştü, sonra da kesildi. Harriet pencereden köpeğe baktı. “Öldü galiba.” Yağmur sonrasının sessizliğiyle keyiϐlenip bir içki daha koydum kendime. Y biçimindeki evimin kuzey kanadında bulunan Dominic’in odasından Frank Zappa ve Mothers of Invention’un aptal müziğinin gürültüsügeliyordu.

O anlamsız müziğe ve sözlere tahammülüm kalmamıştı artık, gözlerimi Aziz Gennaro’yo doğru kaldırıp içimden, daha ne kadar sürecek bu ıstırap, daha ne kadar acı çekeceğim ey Gennaro, diye seslendim. Presley ve Fats Domino ile başlamıştık, sonra Ike ve Tina Turner gelmişti, derken sonsuza dek süren Beatles ve Grateful Dead dönemi, derken Monkees, Simon ve Garfunkel, Doors, Rotary Connection, bütün bu gruplar evimin huzurunu kirletmiş, evim her yıl yeni barbarlar tarafından istila edilmişti. Orospu çocuğu yirmi dört yaşına gelmişti ve hâlâ canıma okuyordu. T-Bird’ümünasıl hurdaya çevirdiğini hatırla, ey Gennaro! Ya Avanti’min enkazı, onu da mı unuttun? Bir keresinde ot içerken enselendiğini ve bin beş yüz dolarıma patladığı halde hüküm giydiğini de unutmayalım lütfen. Ve sadece zenci kadınlarla düşüp kalktığını ve bunun annesini ne kadar üzdüğünü de bir kenara kaydedelim. Lanetle onu, ey kutsal aziz. Ve kader kuduz bir köpeğin bu ailenin bir ferdini ısırmasına karar vermişse, onu ısırsın! Harriet yerinden sıçradı yumruğumu masaya indirdiğimde. “Neyin var senin?” “Oğlun Dominic!” dedim parmağımı doğrultarak. “Bahçeye çıkıp o köpek konusunda bir şey yapacak!” Içǚ kimden bir yudum daha aldıktan sonra Dominic’in odasına gidip kapısını yumrukladım. Müzik seti sustu. “Kim o?” “Baban.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir