Jules Verne – Wilhelm Storitz’in Sırrı

…Mümkün olan en kısa zamanda gel sevgili Henry. Seni büyük bir sabırsızlıkla bekliyorum. Burası çok güzel bir ülke, ayrıca bir mühendis, Aşağı Macaristan’ın bu sanayi bölgesinde ilginç çok şey bulacaktır. Yolculuğundan pişman olmayacaksın. Sevgilerimle. Marc Vidal. Bu yolculuktan pişman değilim ama anlatmaya da hakkım var mı bilmiyorum? Hakkında hiç konuşulmasa daha iyi olur denen şu olaylardan biri değil, zaten bu hikâyeye kim inanır ki?… Kapalı Kapı, Trabacchio Kralı, Kader Zinciri, Kayıp Yansıma’nın yazarı, Königsberg Prusyalısı Wilhelm Hoffmann belki de bu öyküyü yayınlamaya, hatta Edgar Poe bile, Olağanüstü Öyküler’inde bunu yazmaya cesaret edemezdi, diye düşünüyorum. O zamanlar yirmi sekiz yaşındaki erkek kardeşim Marc, portre ressamı olarak salonlarda büyük bir başarı sağlamıştı bile. Altın madalyayla Liyakat nişanı rozetini hakkıyla almıştı. Döneminin portre sanatçıları arasında önemli bir yere sahipti ve Bonnat, kardeşimin kendisinin öğrencisi olmasından gurur duyabilirdi. Birbirimize en sevecen, en sıcak duygularla bağlıydık. Benimki biraz baba sevgisiydi, çünkü ben ondan beş yaş büyüktüm. Daha gençtik, anne babamız yoktu ve Marc’ın eğitimini sağlayan, ağabeyi olarak bendim. Resme şaşırtıcı derecede yeteneği olduğundan onu, kendisini oldukça özel ve hak ettiği başarıların beklediği bu mesleğe yönlendirdim. Ama Marc, modern teknolojinin bir deyimi olan tıkanıp kalma tehlikesinin ara sıra yaşandığı bir yola girmek üzereydi.


Yine de bunların, bir Kuzey Şirketi mühendisinin kaleminden dökülmesine neden şaşırmalı? Sonuçta, söz konusu olan bir evlilikti. Zaten Marc bir süredir Güney Macaristan’ın önemli bir şehri olan Ragz’da bulunuyordu. Çok başarılı resimler yaptığı ve iyi para kazandığı başkent Budapeşte’de geçirdiği haftalar. Macaristan’da sanatçılara, özellikle de Macarların kardeşleri olarak gördükleri Fransız sanatçılara gösterilen ilgiden payını almasını sağladı. Ardından, son gününde, Ragz’la bağlantısı olan PeşteSzegedin hattına binmek yerine, Tuna boyunca inerek, bu yerleşim yerinin merkezine kadar gelmişti. Macaristan’da adı en çok duyulanlardan, Doktor Roderich’in ailesi, şehrin en saygın aileleri arasında yer almaktaydı. Zaten hatırı sayılır bir mal varlığı olan doktor, mesleği sayesinde servetine servet katıyordu. Her yıl bir ayını Fransa, İtalya ve Almanya’ya yolculuk yapmak için ayırırdı. Zengin hastalar dönüşünü sabırsızlıkla beklerdi, yoksullar da, çünkü onlara hizmet vermekten asla kaçınmazdı, iyiliksever bir insan olarak yoksulları küçümsemezdi, bu da ona her şeyden daha çok saygınlık kazandırıyordu. Roderich ailesi yalnızca doktor, karısı, oğlu, Yüzbaşı Haralan ve kızı Myra’dan oluşuyordu. Marc, bu misafirperver eve ziyaretlerinde, bu genç kızın sevecenliğinden, inceliğinden ve güzelliğinden etkilenmeden edemiyordu, büyük bir olasılıkla da Ragz’da uzun süredir kalmasının nedeni buydu. Ama eğer Marc, Myra Roderich’ten hoşlandıysa, Myra Roderich’in de Marc’tan hoşlanmış olabileceğini söylemekle ileri gitmiş sayılmayız. Marc’ın bunu hak ettiği konusunda benimle hemfikir olunacaktır! Evet! Boyu ortanın üzerinde, parlak mavi gözlü, kestane rengi saçlı, bir şairin alnına sahip, yaşamın en hoş yönlerini sunduğu mutlu bir adam görünüşünde, uysal, güzel şeylere tutkun bir sanatçı ruhu taşıyan, iyi bir delikanlıydı ve bu genç Macar kızı seçerken onu güçlü bir içgüdünün yönlendirdiğinden eminim. Myra Roderich’i yalnızca, Marc’ın mektuplarındaki tutku dolu tasvirlerden tanıyordum ve onunla tanışmak için can atıyordum. Benden, ailenin büyüğü olarak Ragz’a gelmemi rica ediyor ve en az beş altı hafta kalmamı istiyordu.

Nişanlısı, -bu sözü yinelemekten hiç bıkmazdı- benimle tanışmayı arzu ediyormuş… Ben oraya gider gitmez düğün tarihi saptanacaktı. Myra, hakkında bunca iyi şey söylenen gelecekteki kaynını önceden kendi gözleriyle görmek istiyordu. -Bakar mısınız!… Gireceği ailenin üyeleri hakkında olabildiğince kendi kendine karar vermenin bir yoludur bu. Hayır, kuşkusuz, kaçınılmaz eveti ancak Henry ona Marc tarafından tanıştırılınca söyleyecekti… ve böyle binlerce istek!… Kardeşim tüm bunları, sık sık yazdığı mektuplarında neşeyle anlatıyordu ve onun Matmazel Myra Roderich’e çılgınca âşık olduğunu hissediyordum. Myra Roderich’i yalnızca Marc’ın coşkulu cümlelerinden tanıdığımı söylemiştim. Oysa ona en güzel elbisesini giydirerek, güzel bir poz verdirip birkaç saniye objektifin önüne oturtmak çok zor olmazdı, öyle değil mi? Eğer Marc bana fotoğrafını göndermiş olsaydı, de visu fikir sahibi olabilirdim… Ama hayır! Myra bunu istememişti… Benim karşıma ilk kez bizzat kendi çıkarak gözlerimi kamaştıracakmış, öyle diyordu Marc. Eminim fotoğrafçıya gitmesi için de hiç ısrar etmemiştir!… Hayır! Her ikisinin de istediği, Mühendis Henry Vidal’in tüm işlerini bir kenara koyup, baş davetli olarak Roderich Köşkünün salonlarında boy göstermesiydi. Karar vermek için bu kadar neden bulmaya gerek var mıydı? Kesinlikle hayır, kardeşimin bensiz bir düğün yapmasına izin veremezdim. Kısa bir zaman içerisinde ve yasal olarak yengem olmadan önce Myra Roderich’in karşısına çıkacaktım. Zaten, mektupta da belirtildiği gibi, genelde turistlerin büyük ilgisini çeken Macaristan’ın bu bölgesini ziyaret etmek bana hem büyük yarar sağlayacak hem de bundan büyük zevk alacaktım. Her şeyden önce, geçmişi birçok kahramanlık olayıyla dolu ve Cermen ırklarıyla karıştırılmaktan hâlâ hiç hoşlanmayan bu Macar ülkesinin Orta Avrupa tarihinde büyük bir yeri vardır. Yolculuğa gelince, giderken Tuna yolundan gitmeye, dönüşte de demiryolunu kullanmaya karar vererek bu sorunu çözdüm. Her şey belli, bu muhteşem nehri yalnızca Viyana’dan itibaren izleyeceğim ve aktığı 2790 km boyunca onu baştan sona kat edemesem de, en azından Avusturya ve Macaristan’dan geçerek en ilginç bölümünü oluşturan Viyana, Pressburg, Graz, Budapeşte ve Sırbistan sınırının yakınındaki Ragz’ı göreceğim. Burası son noktam olacak ve Semlin’e, Belgrad’a gidecek kadar zaman bulamayacaktım. Bu sırada, Tuna, bir yandan güçlü sularıyla onca harika şehirden geçerken, bir yandan da ünlü Demir Kapı’yı, Vidin’i, Nikopol’ü, Rusçuk’u, Silistre’yi, Braila’yı, Galitz’i, İsmail’i geçip Karadeniz’deki üç kat büyük ağzına ulaşarak, Valjevo, Moldavya ve Besarabya’yı Bulgaristan Krallığı’ndan ayırmaktadır.

Tasarladığım gibi bir yolculuk için on haftalık bir izin sanırım yetecekti. On beş gün kadar Paris’le Ragz arasında geçirecektim. Myra Roderich fazla sabırsızlanmayarak bu süreyi gezgine tanımayı seve seve kabul edecektir. Bir on beş gün de kardeşimin yanında kaldıktan sonra, iznimin geri kalanını Fransa’ya dönüş için kullanacaktım. Böylece, Kuzey Şirketi’nden izin istedim ve bu isteğim kabul edildi. Acil bir iki işi yoluna koyduktan ve Marc’ın istediği belgeleri aldıktan sonra, yola çıkış hazırlıklarıyla ilgilendim. Bu hazırlık fazla uzun sürmeyecekti, ayrıca bavullarla uğraşmayacaktım, yalnızca elimde küçük bir valiz ve bir sırt çantam olacaktı. Ülkede konuşulan dil konusunda hiçbir endişem yoktu, en azından, kuzey bölgelerine yaptığım bir yolculuktan sonra bana yabancı olmayan Almanca konusunda. Macar diline gelince, belki de anlamakta fazla güçlük çekmeyecektim. Zaten Fransızca Macaristan’da sık kullanılan bir dil -en azından yüksek tabaka arasında ve bu merkezde, kardeşim Avusturya sınırlarının dışında asla bir sıkıntı duymamıştı. “Fransız’sanız, Macaristan’da yaşamaya hakkınız vardır,” diyordu bir Diyet milletvekili vatandaşlarımızdan birine ve içtenlikle söylenmiş bu cümlesi, Macar halkının Fransızlara duyduğu sevgiyi yansıtıyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. İsim ve e posta yazmadan yorum yaptırmanıza sevindim