Adam, bir ağustos günü kayboldu. İzninden yararlanarak, trenle yarım günlük mesafedeki bir yere gitmek için yola çıkmış, bir daha da kimse ondan haber alamamıştı. Kayıp ihbarları ve gazete ilanları da sonuç vermemişti. Elbette, insanların ortadan kaybolması o kadar nadir rastlanır bir durum değildir. Zaten istatistikler de, her yıl yüzlerce kayıp ihbarının yapıldığını söylüyor. Tuhaf olan, bulunma oranının son derece düşük olması. Cinayet ya da kaza söz konusu olduğunda geride belirgin kanıtlar kalır. Diyelim kaçırılmış olsun, yetkililer kaçırılma nedenini hemen bulurlar. Ancak, bunlardan hiçbirine girmediğinde, kayıp olaylarında ipucu yakalamak imkansızlaşır desek, yanlış olmaz. Eğer bunu tipik bir kaçış olayı olarak adlandırırsak, kayıp olaylarının çoğu tipik kaçış vakası sınıfına giriyormuş. Bu adamın durumu da ipucu yokluğu noktasında istisna değildi. Nereye gittiği aşağı yukarı anlaşılmış olsa da, o bölgeden adama benzeyen bir ceset bulunduğu raporu gelmemişti. Yaptığı işin niteliği açısından, kaçırılmasına neden olacak ölçüde karanlık işlere bulaştığı da düşünülemezdi. Normal hayatında, kaçabileceğini düşündürtecek bir davranışı da hiç olmamıştı. Doğal bir şey ama, başlangıçta herkes gizli bir kadın-erkek ilişkisi olduğunu düşündü. Fakat karısı, adamın gezi amacının koleksiyonu için böcek bulmak olduğunu söyleyince, polisler de, adamın iş arkadaşları da iyice açmaza düştükleri hissine kapıldılar. Gerçekten de, böcek şişesi, yakalama ağı gibi şeyler bir kaçamağı kamufle etmek için fazlasıyla kaçıkça olurdu. Üstelik, resim kutusu gibi tahta bir kutuyu ve matarasını çaprazlama omzuna asmış, ilk bakıldığında bir dağcıyı andıran adamın S. istasyonunda trenden indiğini anımsayan istasyon görevlisinin ifadesiyle yanında kimsenin olmadığı, tamamen tek başına olduğu tespit edilmiş, kaçamak tahmini de dayanaksız kalmıştı. Bunalım sonucu intihar görüşü de atıldı ortaya. Bunu dile getiren, adamın kendini psikolojik tahlile vermiş bir iş arkadaşıydı. Bir yetişkin olduktan sonra bile, hâlâ böcek koleksiyonu gibi hiçbir yaran olmayan bir uğraşa sahip olmanın bile psikolojik bir eksikliğin kanıtı olduğu düşüncesindeydi. Çocuklarda bile, böcek toplamayı saplantı haline getirmek, çoğunlukla Oe-dipus kompleksine kapılmış olanlarda oluyordu ve isteklerinin tatmin edilmemesinin bedeli olarak, asla kaçamayacak böcek ölüsüne üst üste iğneler batırdıklarını söylüyordu. “Düşünün ki,” diyordu adam, “bu eğilim yetişkin olduğunda bile sona ermemişse, şüphesiz rahatsızlığın iyice arttığının bir göstergesidir. Çoğu böcek koleksiyoncusunun şiddetli bir sahip olma arzusu taşıması, aşın dışlama eğilimi göstermesi, kleptoman ya da homoseksüel eğilimleri olması kesinlikle tesadüf değildir. Oradan, bunalım sonucu intihara bir adım kalır. Gerçekten de, koleksiyon tutkunları içinde biriktirme eyleminden ziyade, böcek öld^ürme kabı içindeki pnısik asidin öldürme gücünün cazibesine kapılarak bir türlü koleksiyon tutkusundan vazgeçemeyenler de varmış… Sözü açılmışken, adamın bize o hobisinden bir kez bile söz etmemiş olması da, onun kendi hobisini karanlık bir uğraş olarak algıladığım kanıtlamaz mı?” Ancak, ayrıntılarıyla düşünülmüş bu varsayım da, bir ceset bulunmadığı için gündeme taşınmadı. Böylece, kimse gerçek nedenini anlayamadan, yedi yıl geçti ve Medeni Kanunun 30. maddesine göre adamın ölmüş olduğu kabul edildi. Bir ağustos öğleden sonrası, kocaman bir tahta kutu ve matarasını çaprazlamasına omzuna asmış, pantolonunun paçala-nnı sanki hemen dağa tırmanmaya başlayacakmış gibi çoraplarının içine hkışhrmış, kül rengi piket şapkalı bir adam, S. istasyonunda perona indi. Ancak o çevrede hrmanmaya değecek bir dağ yoktu. Çıkışta biletini verdiği istasyon görevlisi de arkasından şüpheyle bakakaldı. Adam kararlı adımlarla ilerleyip, istasyonun önünden kalkan otobüsün en arka sırasındaki koltuğa oturdu. Dağın tam tersi yöne giden otobüstü. Adam son durağa kadar otobüsten inmedi. Otobüsten indiği yer, engebeli bir alandı. Alçakta kalan kısımlarda daracık bölümlenmiş pirinç tarlalan, onlann arasındaki hafif yüksekliklerdeyse adacıklar halinde dağılmış hurma bahçeleri vardı. Adam indiği gibi köyün içinden geçip, gitgide bembeyaz kuru toprakların çoğaldığı sahil tarafına yönelerek yürümeye devam etti. Nihayet evlerin bittiği yerde seyrek bir çam korusu başladı. Her ne arada olduysa, ince tanecikleri ayakla^^ alhna yapışan kumluğa gelmişti. Yer yer ot öbeklerinin kumlan gölgelediği yerler, hatta iki üç metrekare genişliğinde cılız patlıcan tarhları vardı ama ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Adam, nihayet ileride o gün gitmeyi amaçladığı denize ulaşacağına kanaat getirdi. Adam ilk kez durdu. Çevresini kolaçan ederek, gömleğinin koluyla terini sildi. Yavaş hareketlerle tahta kutusunu açıp üst kapaktan demet halinde yerleştirdiği çubuk parçalannı çıkart-h. Çubuklan birbirlerine monte edince böcek yakalama ağı haline geldiler. Çubuk kısmının ucuyla ot öbeklerine vurarak tekrar yürümeye başladı. Kumlara deniz kokusu sinmişti. Ne kadar yürüdüyse de bir türlü deniz görünmedi. Belki, zeminin engebeli oluşundan dolayı, görüş alanı kapanıyordu ama aynı manzara sonsuza kadar devam edecekmiş gibiydi. Sonra, aniden görüşü açıldı ve bir köy göründü. Yüksek bir yangın kulesinin çevresinde, zemini taş döşeme ile pekleştirilmiş ahşap çatılı evlerin toplandığı, her yerde karşılaşılabilecek türden yoksul bir köydü. Bazı evlerin çatısı siyah kiremitten yapılmıştı, düz teneke çatılı bir bina da vardı. Düz teneke çatılı ev, köydeki tek kavşağın köşesindeydi. Herhalde balıkçılık kooperatifinin toplantı yeri olmalıydı. Daha ileride mutlaka hedefindeki denize ve kum tepeciklerine ulaşacaktı. Ancak, köy anormal bir genişliğe sahipti. Çok dar toprak alanlar da vardı ama büyük kısmı beyaza çalan kumlarla kaplanmıştı. Yine de yerfıstığı ve patates yetiştirilen tarhlar vardı ve deniz kokusuyla karışık besi hayvanlarının kokusu da geliyordu. Kum ve kille alçı gibi düzleştirilmiş yolun kenarlarında kırık deniz kabuklarından oluşan tepecikler de vardı. Adam yolda ilerledikçe, balıkçılık kooperatifinin önündeki açık alanda oynayan çocuklar, yan yatmış tezgâhın önünde balık ağı onaran yaşlı adam, köyün tek bakkalının önünde toplaşmış saçları seyrek kadınlar, rastladığı herkes yaptıkları işi bir an bırakarak adama kuşkulu bakışlar fırlattılar. Fakat adam hiç aldırış etmedi. Onun ilgisini çeken sadece kumlar ve böceklerdi. Şaşırtıo olan yalnızca köyün genişliği değildi. Yol gitgide yukarı çıkan bir yokuş haline gelmişti. Bu tahminini aşan bir durumdu. Denize doğru ilerlediği müddetçe, doğal olarak yokuş aşağı olması gerekirdi. Acaba, haritaya yanlış mı bakmıştı? Tam o sırada karşılaştığı genç kıza sormak istedi. Kız telaşla bakışlarını kaçırarak, sanki duymuyormuş gibi bir tavırla yanından geçip gitti. Yapacak bir şey yok. Bunlara aldırmadan ilerlemeye devam edeyim. Nihayetinde, kumların rengi, balık ağları, öbek öbek deniz kabukluları bulunduğuna göre deniz de çok yakın olmalı. Gerçekten içinde tehlike hissi uyandıracak hiçbir şey yoktu. Yol gitgide dik bir yokuş, gerçek bir kumluk haline geldi. Ancak, evlerin bulunduğu kısım yükselmiyordu. Sadece yol yükseliyor, köyün kendisi düz zeminde devam ediyordu. Hayır, sadece yol değil, binalann arasında kalan sınır kısmı da yolla aynı şekilde yükseliyordu. O yüzden, bakış açısına göre, köyün bulunduğu alan bir yokuş olmasına rağmen, evlerin düz zemin üzerine yapıldığı söylenebilir. Bu izlenimi ilerledikçe daha da güçlendi, nihayet bütün evler kumdan yükseltilerin içine oyulan alanlara yapılmış gibi görünmeye başladı. Dahası, kumun yükseltisi evlerin çatılannı aşmaya başladı. Evler, kumluktaki çukurlara gömülüp gidiyordu sanki. Yokuşun eğimi aniden dikleşti. Buralar evlerin çatısına kadar, basit bir hesapla yirmi metre yüksekliğe kadar çıkıyor olmalıydı. Acaba nasıl bir yaşam süıiyorlar diye derin oyuklardan birine göz atmak için kıyıya yaklaştığında, aniden kopan bir rüzgarla nefesi kesilecek gibi oldu. Birden görüş alanı açıldı, bulanık deniz köpükler çıkararak, ayaklannın altındaki sahili dalgalanyla yalıyordu. O hedeflediği kum tepesinin zirvesine ulaşmıştı. Mevsim rüzgârlannın dövdüğü denize bakan kısım, kum tepecikleri hakkında genel kabul gören tanımlamalarda olduğu gibi, suni olarak yükseltilmiş gibi dik bir eğime sahipti, seyrek, iğne yapraklı bitkiler biraz olsun düz kısımlan seçerek cılız kümeler oluşturmuşlardı. Ancak, köy tarafına bakınca, kum tepesinin zirvesine yakınlıklarına göre daha derin oyulmuş büyük çukurlar, köyün merkezine doğru kat kat sıralanarak devam ediyordu, erimeye yüz tutmuş arı kovanı gibi bir görünümü vardı. Hatta, köyle kum tepeciği iç içe geçmiş gibiydi. Her halükârda, insanı rahatsız eden, sinir bozucu bir manzaraydı. Fakat, hedeflediği kum tepesine ulaştığına göre, bir sorun yoktu. Matarasındaki sudan bir yudum alan adam ağzını ıiz-gâra doğru açtığında, kum taneleri ağzının içine yapıştı. Adamın hedefi kumlukta yaşayan böceklerden toplamaktı. Elbette, kumluklardaki böcekler şeklen küçüktür ve albenileri zayıftır. Ancak, kendini adamış bir koleksiyoncu, kelebeklere ya da yusufçuklara dönüp bakmaz bile. Onlar, hasta koleksiyoncular; kendi örnek kutularını rengarenk süslemeyi amaçlamadıkları gibi, taksonomiye ilgileri de yoktur; elbette aktarlar için malzeme arayışında da değillerdir. Böcek koleksiyonculuğunun daha basit, daha doğrudan bir zevki vardır: Yeni bir tür bulmak. Bu hedefe bir ulaşılırsa, Latince uzun bir isimle birlikte koleksiyoncunun kendi adı da böcekler atlasına italik harflerle dahil edilir ve yan sonsuz bir anlam kazanmış olur. İsterse böcek şeklinde olsun, uzunca bir süre insanların belleğinde yer edinilebilecekse, harcanan çabalar da amacına ulaşmış demektir.
Kobo Abe – Kumların Kadını
PDF Kitap İndir |