Michael Crichton – 13. Savaşçı

İbn-i Fadlan’ın M.S. 922’de Kuzeylilerle yaşadığı deneyimleri içeren elyazması. “Eaters of the Dead” “Gündüzü akşam olmadan, bir kadını yakılmadan, bir kılıcı kullanmadan, bir kızı evlenmeden,buzu aşmadan, birayı içmeden önce asla övme.”
—VİKİNG ATASÖZÜ
“Kötülük her zaman vardır.”
—ARAP ATASÖZÜ İBN-İ FADLAN ELYAZMASI, TANIK OLUNMUŞ EN ESKİ Viking yaşamı ve toplumunu gözler önüne serer. Bu, bin yıldan daha da fazla bir süre önce meydana gelen olayları canlı ayrıntılarıyla aktaran sıradışı bir belgedir. Elyazmasının tabii ki bu kadar büyük bir zaman dilimi içinde zarar görmeden günümüze kadar ulaşması mümkün olmamıştır. Onun da en az metnin kendisi kadar çarpıcı bir geçmişi vardır. ELYAZMASININ KÖKENİ MS. 921’in haziran ayında, Bağdat halifesi saray erkânından Ahmed İbn-i Fadlan’ı Saka Kralı’na elçi olarak gönderdi. İbn-i Fadlan’ın seyahati üç yıl sürdü ve asıl amacına hiçbir zaman ulaşamadı. Bu arada yol boyunca İskandanivyalılarla karşılaştı ve onlarla birçok macera yaşadı. İbn-i Fadlan neden sonra Bağdat’a geri döndüğünde, yaşadığı deneyimleri resmi bir rapor şeklinde saraya sundu. Bu orijinal elyazması zamanla yok oldu ve onu yeniden oluşturmak için daha sonraki kaynaklarda bulunan kısmi parçalara güvenmek zorundayız.


Bunlardan en iyi bilineni, on üçüncü yüzyıl dolaylarında Yakut İbn-i Abdullah tarafından yazılmış olan Arapça coğrafya sözlüğüdür. Yakut, o zamanlar sözlüğüne Fadlan’ın üç yüz yaşında olan eserinden harfi harfine alınmış bir düzine metin eklemiştir. Bu yüzden Yakut’ta orijinal metnin bir kopyası bulunduğu düşünülebilir, fakat bu birkaç paragraf daha sonraki âlimler tarafından defalarca yeniden çevrilmiştir. Elyazmasının bir başka bölümü 1817’de Rusya ‘da keşfedilmiş ve 1823’te St. Petersburg Akademisi tarafından Almanya’da basılmıştır. Bu belge 1814’te J.I. Rasmussen tarafından daha önce yayımlanmış o içermektedir. Bu elyazmasının yazan da, tarihi de kesin olarak belli değildir. Binlerce yıldan daha fazla bir zamana yayılmış, bu çok çeşitli Arapça, Latince, Fransızca, Danca, İsveççe ve İngilizce çevirileri karşılaştırıp bir sıraya sokmak yutulması zor bir lokma gibi görünüyor. Zaten bunu ancak büyük bir güç ve enerji sahibi biri yapabilirdi ve 1951’de böyle biri yaptı da. Norveç’te Oslo Üniversitesi’nden emekli, karşılaştırmalı edebiyat profesörü Fraus-Dolus bütün kaynakları derleyip onu 1957’deki ölümüne kadar meşgul eden yoğun bir çeviri işine girişti. Yeni çevirisinin bölümleri Oslo Milli Müzesi Raporları’nda (1959-1960) yayımlandı, fakat belki de makale sınırlı sayıda yayımlandığından bilimsel alanda pek fazla ilgi çekmedi. Fraus-Dolus çevirisi tamamen edebi nitelikteydi. Fraus-Doluş kendi giriş bölümünde: “Bu dillerin doğastndandır ki, güzel bir çeviri doğru değildir, ve doğru bir çeviri güzelliğini kendiliğinden bulur.

” diyor. Fraus-Dolus çevirisinin açıklama ve dipnotlu tam bir metnini hazırlayabilmek için birkaç değişiklik yaptım. Tekrarlanmış bölümleri çıkardım ve buhu metinde belirttim. Paragraf yapısını değiştirdim; modern geleneğe göre her aktarılan konuşmaya yeni bir paragrafla başladım. Arapça isimlerin üzerindeki ve altındaki işaretleri almadım. Son olarak, duruma göre orijinal cümle yapısını değiştirdim ve bunu genellikle anlamını daha iyi vermesini sağlamak için yan cümleciklerin yerini değiştirerek yaptım. VİKİNGLER İbn-i Facüan’ın Vikinglerle ilgili görüşleri Avrupalıların bu insanlar hakkındaki geleneksel fikirlerinden çarpıcı şekilde ayrılıyor. Avrupalıların ilk Viking tasvirleri rahipler tarafından kaydediliyordu. Rahipler, o zamanın kayıt tutabilen tek gözlemcileriydiler ve kuzeyin putperest insanlarını korkuyla izliyorlardı. İşte on ikinci yüzyılda yaşamış İrlandalı yazar D.M. Wilson’dan alınmış abartılı bir metin: Her vücutta yüz tane çelik gibi sert demir kafa, her kafada yüz tane keskin, hazır; soğuk, hiç paslanmayan, tunçtan dil ve her dilde yüz tane geveze, gürültülü, hiç dinmeyen ses olsa da, İrlandalIların kadın ve erkek, halk ve kilise, yaşlı ve genç, yüksek sınıf ve haricindekilerin bu cesur, öfkeli ve tamamen putperest insanlar yüzünden her evde ortakça yaşadığı zorlukları, yaraları ve baskıyı kimse ne sayıp açıklayabiliyor, ne numaralandırabiliyor ne de anlatabiliyordu. Modern bilim adamları Viking akınlarının bu kadar, insanın kanını donduracak şekilde anlatılmasını fazlaca abartılı buluyorlar. Yine de Avrupalı yazarlar İskandinavyalIları kanlı barbarlar oldukları ve Batı kültürü ve fikirlerine ters düştükleri iddiasıyla hâlâ dışlamaya çalışıyorlar. Çoğu kez bu belli bir mantık çerçevesinde yapılıyor.

Örneğin, David Talbot Rice diyor ki: Sekizinci yüzyıldan on birinci yüzyıla kadar Vikingler Batı Avrupa’da belki de diğer etnik gruplardan çok daha fazla etkili olmuşlardır… Vikingler aslında büyük gezginlerdi ve deniz yolculuğunda oldukça ustaydılar. Şehirleri büyük ticaret merkezleriydi, sanatlan orijinal, yaratıcı ve etkileyiciydi, iyi edebiyatlan ve gelişmiş kültürleriyle övünürlerdi. Peki gerçekten bir medeniyet miydiler? Bence öyle olmadığını kabul etmek gerekir. Medeniyetin alameti olan hümanizm eksikti çünkü. Aynı tavır Lord Clark’ın fikirlerine de yansıyor. İzlanda destanlarına baktığımızda -ki bunlar dünyanın en büyük eserlerindendir- eski Norveçlilerin bir kültür meydana getirdiklerini kabul etmemiz gerekir. Fakat bu bir medeniyet miydi?… Medeniyet enerji, istek ve yaratıcı güçten daha fazla bir şey, eski Norveçlilerde olmayan, ama onların zamanında bile Batı Avrupa’da yeniden ortaya çıkmaya başlamış olan bir şey. Nasıl tarif edebilirim ki? Yani kısaca bir tür kalıcılık. Gezginler ve işgalciler sürekli bir değişim içindeydiler. Bir sonraki ilkbahardan, yolculuktan ya da savaştan daha ilerisini düşünme ihtiyacı duymuyorlardı. Ve bu yüzden de taş evler inşa etmek ya da kitap yazmak gibi işlerle uğraşmadılar. Bu yorumlar ne kadar dikkatli okunursa o kadar da mantıksız geliyor insana. Aslında yüksek eğitim almış, zeki AvrupalI bilim adamlarının Vikingleri sadece başlarını sallayarak bu kadar özgürce nasıl dışlayabildiklerini ve Vikinglerin bir “medeniyet” olup olmadıkları gibi bir soruyla niye uğraştıklarını merak etmemek elde değil. Bu durum, ancak eski Avrupa tarihi hakkındaki geleneksel fikirlerden sıyrılıp Avrupa uzun vadede ve geniş bir açıyla ele alınırsa açıklanabilir bir hale gelir. Okul çağındaki her Avrupalı çocuğa Yakındoğu’nun “medeniyetin beşiği” olduğu, ilk medeniyetlerin Nil, Fırat ve Dicle nehirleriyle beslenen Mısır ve Mezopotamya’da oluştuğu, buradan Girit ve Yunanistan’a, sonra da Roma ve son olarak da Kuzey Avrupa’daki barbarlara kadar yayıldığı öğretilir.

Oysa bu barbarların .medeniyet gelene kadar ne yaptıkları bilinmez, hatta bu soru gündeme bile getirilmezdi. Önemli olan bu tohumların atıldığı ve yayılmanın olduğu süreçtir. Gordon Childe bunu “Avrupa barbarlığının Doğu medeniyetiyle aydınlanması” olarak özetler. Modern bilim adamları da kendilerinden önceki Yunan ve Romalı bilim adamları gibi bu görüşü savundular. Geoffrey Bibby, “Kuzey ve Doğu Avrupa’nın tarihinin batı ve güneyden görünümü, kendini medeni sanan, önyargılı insanların barbar diye adlandırdıkları insanlara tepeden bakmalarına benziyor” diyor. Bu başlangıç noktasına göre İskandinavyalIlar medeniyete en uzak yerde olduklarından, doğal olarak, ona en son ulaşacaklardır ve dolayısıyla son barbarlar olarak kabul edilebilirler; diğer Avrupa bölgelerinin yanında Doğu’nun akıl ve medeniyetini hazmetmeye çalışan sorunlu bir diken gibi. Sorun şu ki, eski Avrupa tarihi ile ilgili bu geleneksel görüş son on beş yıl içinde büyük ölçüde ortadan kalktı. Hızla gelişen ve daha güvenli olan karbonla yaş belirleme teknikleri eski görüşlerin yaygınlaşmasını destekleyen bu eski kronolojiyi geçersiz hale getirdi. Şimdi ise Avrupalıların daha Mısırlılar piramitleri inşa etmeden önce büyük, abide gibi taş mezarlar yaptıkları, Stone Henge’nin Mikene Yunan medeniyetinden daha eski olduğu, Avrupa’daki maden işlemeciliğinin Yunanistan ve Truva’dan daha ileride olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu keşiflerin anlamı henüz kavranabilmiş değil, ama tarih öncesi Avrupalıları aptalca, Doğu medeniyeti tarafından aydınlatılmayı bekleyen barbarlar olarak görmek de imkânsızdır. Tam tersine, Avrupalılar oldukça büyük taşlara şekil verebilecek yeteneğe ve aynca dünyanın ilk gözlemevi olan Stone Henge’yi inşa edecek kadar derinlemesine bir astronomi bilgisine sahiptiler. Yine de, Avrupa’nın Doğu medeniyetine karşı olan önyargısını sorgulamak ve “Avrupa barbarlığı” konusuna yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekiyor. Bunu akılda tutunca, o barbar Vikingler bile ayrı bir önem kazanıyor ve onuncu yüzyılın İskandinavyalılan hakkında bilinenleri yeniden gözden geçirme şansımız doğuyor. Her şeyden önce şunu anlamalıyız ki “Vikingler” hiçbir zaman kesin olarak tanımlanmış bir grup değildi.

Avrupalıların gördükleri, büyük bir coğrafi bölgeden gelen —ki İskandinavya, Portekiz, İspanya ve Fransa’nın birleşiminden daha da büyüktür- dağınık ve bireysel denizcilerdi. Kendi feodal ülkelerinden ticaret, korsanlık ya da her ikisi için birden yola çıkmışlardı. Vikinglerin pek bir farkı yoktu. Zaten bu, Yunanlılardan Elizabeth dönemi İngilizlerine kadar pek çok denizcinin paylaştığı ortak bir amaçtı. Aslında medeniyetten uzak, “bir sonraki savaştan ilerisini görme ihtiyacı duymayan” insanlar için Vikingler çarpıcı derecede sürekli ve amaçlı bir davranış sergiliyorlar. Bu yaygın ticaret ağına kanıt olarak M.S. 692’de bile İskandinavya’da görülen Arap paraları gösterilebilir. Sonraki dört yüz yıl boyunca korsan Viking tüccarları batıda Kanada’ya, güneyde Sicilya ve Yunanistan’a -burada Delos arslanları üzerindeki oymaları bıraktılar-ve doğuda Çin tüccarlarının İpek Yolu’ndan gelen kervanlarla buluştuğu Rusya’daki Ural Dağları’na kadar genişledi. Vikingler imparatorluk kurmadılar ve bu büyük alandaki etkileri de pek kalıcı olmadı. Yine de İngiltere’nin bazı yerlerine adlarını verecek kadar kalıcıydılar. Bu arada Rusya’ya bu milletin adını bile onlar verdi. Eski Norveç kabilesinden Ruslara… Onların putperest inançları, bitmek bilmez enerjileri ve değer yargılarının daha az göze çarpan etkileri açısından, İbn-i Fadlan’ın elyazması birçok tipik Norveç tutumunun günümüzde bile nasıl muhafaza edildiğini gösteriyor. Viking yaşam tarzı hakkındaki modern duyarlılıkla çarpıcı derecede benzer olan bir şey var, son derece çekici bir şey.  

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir