Teri Terry – Çıkış Yok 2 – 2055 Büyük Hesaplaşma

Yağmur pek çok işe yarar. Etrafımdakiler gibi kayın ağaçlarının da yaşamak ve büyümek için yağmura ihtiyaçları var. İzleri siler, belli belirsiz ayak izlerini. İzleri takip etmek zorlaşır ve günümüzde bu iyi bir şey. Ama şu anda en önemlisi, tenimdeki ve kıyafetlerimdeki kanı temizlemesi. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında titreyerek duruyorum. Ellerimle buz gibi damlaların altında her yanımı ovuyorum. Tenimdeki kızıl lekeler çıkalı çok olmuş ama duramıyorum. O kırmızı hâlâ aklımda. Onu temizlemek daha uzun süre alacak ama şimdi nasıl olduğunu hatırlıyorum. Anlar bölünüp korku ve inkârla sarmalanabilir, bir duvarın arkasına kilitlenebilir. Wayne’in ördüğü gibi tuğladan duvarların. Öldü mü? Ölüyor mu? Sarsılıyorum ve bu sırf soğuktan değil. Onu acı çekerken mi bıraktım orada? Yardım etmek için geri dönmeli miyim? Bir sürü şey yapmış olabilir ama orada yalnız başına acı içinde yatmayı hak ediyor mu? Fakat bu sefer biri benim ne yaptığımı öğrenirse işim biter. Ben kimseye zarar veremem.


Wayne bana saldırmış olsa bile, tek yaptığım kendimi savunmak olsa bile. Programlanmışlar şiddet içeren hareketler yapamaz, ama ben yaptım; Programlanmışlar geçmişlerini hatırlayamazlar, ama ben hatırlıyorum. Hudalar beni götürür. Muhtemelen yolunda gitmeyen şeyin ne olduğunu öğrenmek ve Levo’nun hareketlerimi neden kontrol edemediğini anlamak için beynimi kesip parçalara ayırmak isterler. Belki de bunu ben hayattayken yaparlar. Kimse bilmemeli. Onun öldüğünden emin olmalıydım ama artık çok geç. Geri dönmeyi göze alamam. O zaman yapamadın, şimdi yapabileceğini nereden çıkarıyorsun? İçimde alaycı bir ses. Tenimden içeri bir uyuşukluk sızıyor, kaslarıma, kemiklerime ulaşıyor. Bir ağaca yaslanıyorum. Dizlerim bükülüyor, yere çöküyorum. Durmak istiyorum. Sadece durmak, kıpırdamamak. Bir daha hiç düşünmek, hissetmek ya da acı çekmek istemiyorum.

Hudalar gelene kadar. Koş! Kalkıyorum. Yürümeye başlayınca tökezliyorum, sonra hafifçe koşmaya başlıyor ve nihayet ağaçların arasından tarlalar boyunca uzanan yola doğru uçuyorum. Beyaz bir kamyonetin Wayne’in kaybolduğu noktayı belirlediği yola: kamyonetin yanında Best İnşaat yazılı. Biri ormandan çıktığımı görecek diye paniğe kapılıyorum. Beni kamyonetinin yanında, kaybolduğu anlaşılınca ilk bakacakları yerde görürlerse sonum olur. Ama öfkeli gökyüzünün altında yol bomboş. Yağmur damlaları asfalta o kadar hızlı çarpıyor ki koşarken sekip üzerime sıçrıyorlar. Yağmur. Bir işe daha yarıyor, bir başka anlamı daha var ama zihnime sızıp vücudumdan dereler gibi akıyor. Gitti. Kapı, ben eve varmadan açılıyor: endişeli bir anne beni içeri çekiyor. Bilmemeli. Yalnızca saatler önce duygularımı saklayacak durumda değildim; nasıl olduğunu anlamadım. Çehremi düzeltip, gözlerimden kapıldığım paniği siliyorum.

Bir Programlanmış’ın olması gerektiği gibi bomboş. “Kyla sırılsıklam olmuşsun.” Yanağımda ılık bir el. Endişeli gözler. “Seviyen normal mi?” diyor Levo’ma bakmak için bileğimi kavrarken. Ben de merakla bakıyorum. Seviyemin düşmüş olması lazım, hem de tehlikeli bir biçimde. Ama artık işler değişmiş. 6.3. Alet mutlu olduğum kanısında. Hah! Duş yapmak için gönderildiğim banyoda yeniden deniyorum. Düşünmeyi. Su sıcak sıcak akıyor, hâlâ uyuşmuş bir haldeyim, rahatlıyorum. Hâlâ titriyorum.

Sıcaklık vücudumu yumuşatırken zihnim allak bullak. Ne oldu? Wayne’den önceki her şey bulanık. Lekeli bir camdan bakıyor gibiyim. Dıştan aynı gözüken farklı birini gözler gibi: Kyla, en fazla bir elli, yeşil gözlü, sarı saçlı. Programlanmış. Çoğu kişiye birazcık farklı gelen, belki biraz farkındalığa sahip bir kız. Biraz da kontrol problemleri olan. Ama ben programlanmıştım: Hudalar artık hatırlamadığım suçlardan dolayı cezalandırmak amacıyla zihnimi sildi. Anılarımın ve geçmişimin sonsuza kadar yok olması lazımdı. O halde, ne oldu? O akşamüstü yürüyüşe çıkıyorum. O kadar. Ben’i düşünmek istiyorum. İsmi aklıma gelince bunu taze bir acı dalgası izliyor. Öncekinden daha kötü, o kadar ki neredeyse bağırarak ağlayacağım. Odaklan.

Daha sonra ne oldu? Şu serseri, Wayne: beni ormanda izledi. Ne yaptığım hatırlamak için kendimi düşünmeye zorluyorum, ne yapmaya çalıştığını. Elleri vücudumdaydı ve korkuyla öfke yeniden yükseliyor. Bir şekilde beni sinirlendirdi, o kadar çılgınca bir hiddetle doldum ki düşünmeden saldırdım. Ve içimde bir şeyler değişti.Kaydı, düştü, yeniden yerleşti. Zihnimde kanlı bedeni beliriyor ve korkuyorum: ben mi yaptım? Nasıl olduysa, bir Programlanmış -ben- şiddet gösterdi. Ve yalnızca bu da değil: geçmişimden bazı şeyleri, duyguları ve görüntüleri de hatırlayabiliyordum. Programlanmadan önceki hayatıma ait dönemden. İmkânsız! İmkânsız değil. Oldu bunlar. Şimdi ben sadece bir seneden az zaman önce programlandığımda hastanede bana verilmiş olan isimle Kyla değilim artık. Bir şeyim – başka biri. Ve bu durumdan hoşlandığımı söyleyemem. Ta ta ta ta! Dışarı yan uzanır vaziyette, suları yere akıtıyorum.

“Kyla, her şey yolunda mı?” Kapı. Biri var -annem- kapıya vuruyor. Hepsi bu. Yumruklarımı gevşetmeye çalışıyorum. Sakinleş. “Evet yolunda,” demeyi başarıyorum. “Orada biraz daha kalırsan sucuk gibi olacaksın. Yemek ha- Aşağıda, annemin yanında Amy ve erkek arkadaşı Jazz var. Amv: o da benim gibi programlanıp bu ailenin yanma verilmiş ama pek çok açıdan benden farklı. Hep neşeli, hayat dolu ve geveze, uzun boylu, cildi de tatlı çikolata renginde. Bense ufak tefek, sessiz, soluk bir gölgeyim. Jazz ise normal biri, Programlanmış değil. Harikulade Amy’ye sersem sersem bakmadığı zamanlarda aklı başında sayılır. Babamın uzakta olması rahatlatıcı. Bu geceyi, onun ölçüp biçen, değerlendiren, yanlış bir adım atılmadığından emin olmak isteyen dikkatli gözleri olmadan geçirebilirim.

Pazar gününün yemeği: kızartma. Konuşmalar Amy’nin gittiği kurs ve Jazz’m yeni fotoğraf makinesiyle ilgili. Amy heyecanla okuldan sonra staj yaptığı kasaba doktorunun ameliyatına katılmasını istediklerinden bahsediyor heyecanla. Annem bakışlarını bana çeviriyor: “Bakarız,” diyor. Ve ben başka bir şey fark ediyorum: okuldan sonra yalnız kalmamı istemiyor. “Bakıcıya ihtiyacım yok,” diyorum söylediğim şeyin doğruluğundan emin olmadan. Akşam yavaş yavaş geceye dönüşüyor ve yukarı çıkıyorum. Dişlerimi fırçalayıp aynaya bakıyorum. Aynadaki yeşil gözler kocaman ve tanıdık. Bana bakıyorlar ama daha önce görmedikleri şeyler görüyor bu gözler. Sıradan şeyler. Ama hiçbir şey sıradan değil. Ayak bileğimdeki keskin acı koşmayı bırakmamı söylüyor, emrediyor. Peşimdekiler uzakta kaybolmuş ama kısa süre sonra yaklaşırlar. Çok sürmez.

Saklan! Ağaçların arasına dalıp ayak izlerimi saklamak için buz gibi bir derenin içine atlıyorum. Sonra kopan saçlarıma, parçalanan giysilerime aldırmadan belime kadar suya girip dikenli çalıların altına sokuluyorum. Biri kolumu yakalayınca ani bir acı peydahlanıyor. Beni bulmamalılar. Bu sefer olmaz. Kollarım ve bacaklarımla ormanın tabanındaki soğuk ve çürümüş yaprakları kaldırıp yeri eşeliyorum. Yukarıda, ağaçların arasından bir ışık süzülüyor: donup kalıyorum. Yavaşça tanı da saklandığım yere düşüyor. Durmadan arka tarafta kaybolana kadar yeniden nefes almaya başlayamıyorum. Şimdi de ayak sesleri. Yaklaşıyor, sonra devam ediyorlar. Azalıp duyma mesafesinin dışına çıkana kadar uzaklaşıyorlar. Artık beklemeli. Bir saat bekliyorum, soğuk bir ceset gibi kımıldamadan. Her bir yaratık kaçıştığında, rüzgârda hareket eden her dalda korku içinde sıçrıyorum.

Ama dakikalar geçtikçe inancım artıyor. Bu sefer başarmış olmalıyım. Geri döndüğümde gökyüzü yeni parlamaya başlamış, güneşin milim milim yükseldiğini görüyorum. Kuşlar sabah şarkılarına başlıyor ve ortaya çıkarken ruhum da onlara eşlik ediyor. Sonunda Nico’nun saklambaç oyununda kazanan ben mi oldum ne? tik başaran ben olabilir miyim? Işık beni kör ediyor. “İşte buradasın!” Nico kolumu yakalıyor, beni düşürüyor ve ayak bileğimdeki acı yüzünden çığlık atıyorum. Fakat yine de bu acı hayal kırıklığım kadar yakıcı ve keskin değil. Yenildim. Yine. Giysilerimdeki yaprakları temizliyor. Beni kampa kadar yürütebilmek için elini belime doluyor ve yakınlığı, varlığı, korku ve acıma rağmen bedenimde yankılanıyor. “Asla kaçamayacağını biliyorsun değil mi?” diyor. Coşkulu, ama onu hayal kırıklığına uğrattım, hepsi bir arada. “Her zaman bulurum seni.” Nico öne eğilip alnımı öpüyor.

Ender rastlanan ama vereceği cezanın acısını hiçbir şekilde dindirmeyeceğini bildiğim bir şefkat gösterisi. Asla kurtulamayacağım. Her zaman bulacak beni.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir